Din kayıt altına alınamaz

Eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek, “Türkiye’nin çözmesi gereken öncelikli üç sorununun ‘Kayıt dışı din, kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı siyaset’ olduğunu söyledi.”

Darbe girişimi sonrası verilen bu beyan, 15 Temmuz karmaşasında gözlerden kaçmıştı. Ancak son yapılanlarla bu niyet açığa çıkmış oldu.

Demokrasilerde din özerktir. Dinî alana kimse müdahale etmediği gibi, dinî kurumlar ve din adamları ciddî saygınlık görürler. Öyle ki Vatikan’ın, bütün Hıristiyan devletlerin üzerinde manevî bir etkisi olduğu yadsınamaz.

Bizde ise dini bertaraf edemeyince suret-i haktan görünerek ya da bazı safdilleri kullanarak hiç olmazsa kontrol altına almak istediler.

Sağlıklı bir devlet ekonomiyi, asayişi ve kanunları muhafaza ve kayıt altına alabilir, ancak din kayıt altına alınamaz. Gönüllere pranga vurulamayacağı gibi, mahall-i din olan vicdan, hiç bir şekilde zapt u rapt altında tutulamaz. Söz konusu devletin nizamı ise; hükûmet ele bakar, kalbe değil. Kişiden suç sadır olmadıkça imkânat, vukûat yerine geçemez. Potansiyel olarak herkesi suçlu görme mantığı ve keyfîlik demokrasilerde olmaz.

Zira Cenâb-ı Hak imtihan gereği dünyada kendisine isyân edenlere bile fırsat verirken; marziyatını anlamak için çeşitli tariklerle yol bulmak isteyenlere her bir velînin kalbine bir telefon santralı gibi alıcılar yerleştirmezdi. İsteyen velî kendi meşrebince farklı bir metodla Rabbisine ulaşır. Velev ki istiğrakla cezbeye gelip söyledikleri maksadını aşmış olsa bile.

Cenâb-ı Hak kabiliyetler inkişaf etsin diye koyduğu kuvveler (potansiyeller) had altına alınmadığından; İbrahimler (as) ve Nemrutlar buradan, âlâ-yı illiyyin ve esfel-i safilin dereleri tercihi yaptılar.

LÂİKLİK Mİ, DİYANET Mİ?

Son günlerde gündemden düşmeyen Diyânet; en zor zamanlarda aslî vazifesi olan irşad yerine, sipariş hutbelerle yara aldı.

Esasen, Meşihat dairesinin yerine ikame edilen Diyânet, kurulduğu günden beri Rıfat Börekçi gibi hocaların eliyle, dikte edilen bid’aları tatbik eden bir kurum haline dönüştürülmeye çalışıldı. Zaman zaman özerk bir yapıya dönüştürülme gayretleri, darbeler ve derin yapıların zorlamasıyla engellendi.

Dini ihyâ hareketi başlatan Hz. Bediüzzaman’ın gönüllerde taht kurmasını kabullenemeyen süfyanist komite her türlü işkence, baskı ve zulümden netice alamayınca bazı enaniyetli hocaları kullanarak nüfusunu kırmaya çalıştılar. Yetmedi diyâneti bahane ettiler.

“Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun?

Elcevab: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz.”

Devletin gözü önünde, inançsızlık medya vasıtasıyla neşv ü nema olurken, dini kontrol altına almak ne anlama geliyor?

İleri demokrasilerde özgürlüğün sınırları aşılmış olsa da, kişinin ifade hürriyetine sınır getirilmemiş. Devletler ancak suç sınırlarını belirleyip tedbirler alır. Özellikle dinî sahada semavî ve bâtıl dinler ayırt edilmeksizin her türlü dinin, fikrin ve iradenin ifadesine imkân verilmiş. Lâiklikten kasıt da bu değil miydi?

Bizde ise tam tersi dinsizlik anlamında yorumlandı. Şimdi ise dindarlık şemsiyesi altında yine manipüle ediliyor. Ha dinsiz lâiklik, ha siyasal lâiklik. Elde var siyaset.

Gayemiz bu mübarek (meşihat) kurumu yıpratmak değildir. Osmanlı’daki aslî hüvviyetine kavuşturma talebidir. Bugünkü haliyle zaten lâikliğe de aykırıdır. Lâiklik; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını va’z ediyorsa, din işleri devlete müdahele etmediğine göre, devletin de dine müdahelesi kökten yanlıştır.

Vatandaşın bilmeyerek kullandığı bir tanımlama bazen yerinde mi kullanılıyor mülâhazalarına sebep oluyor.

Bir karar verin artık; lâiklik mi, Diyanet mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*