Dine ve mânevî değerlere samimiyet…

ABD’den sonra İsveç’in de Türkiye’ye “soykırım bühtanı”nda bulunması, sazlı-sözlü “Roman açılımı”na varan ve Anayasa değişikliği “mini paketi” ile “yargı reformu” tartışmaları ortasında, oldukça önemli gelişmelerin üzerinde durulmadı.

Mersin’de partili bazı kadınların simgesel olarak “çarşaf yırtma gösterisi”ne CHP’nin gösterdiği tepki, bunlardan biri.

Baykal’ın parti grubunda, “Herkes çok iyi bilmelidir ki; CHP’lilerin yırtma, yakma gibi siyasî bir üslubu yoktur, olamaz da. CHP’nin hiç kimsenin giyim-kuşamına, ahlâkına, kültürüne müdahale ve hükmetme hakkı yoktur. Herkes inancında, yaşayış biçiminde, giyiminde özgürdür” çıkışı, siyasetin dine saygısının son bir örneği oldu.

Sözkonusu eylemi yapanların niyetlerinin çarşaf yırtmak olmadığına dair “pişmanlık beyânları”na rağmen haklarında disiplin davası açıldı…

Bilindiği gibi son mahalli seçimler öncesi Baykal partisine katılan başörtülülere törenle rozet takmış, partinin Kocaeli Belediye Başkan adayı ise açacağı mahalle evleri bünyesinde isteyenlere Diyanet’in kontrolünde Kur’ân kursu verileceğini vaad etmişti.

Bütün vaziyet, tek parti döneminden kalan zihniyet ve itiyatla “laiklik” gerekçesiyle dinî özgürlüklere soğuk bakan ve her darbe ve ara dönemde “irtica” bahanesiyle başörtüsü ve tesettüre karşı gelen partide ciddî tartışmalara yol açmıştı. Parti yönetiminin bu tavrı içeriden sorgulanmış, özellikle İstanbul il yöneticilerine “Çarşafı meşrulaştırdınız!” tepkileri yükselmişti.

Baykal’ın bütün bunlara karşı, İslâm inancının icâbı tesettürün bir parçası olan çarşafı Türkiye’nin bir gerçeği olarak kabul edip “Kimsenin özel yaşamında nasıl giyineceğine karışmaya hakkımız yok; hoşgörülü olun; düşmanlık yapmayacaksın kardeşim yapmayacaksın” açıklaması, hangi sâikle olursa olsun hayra alâmet sayılmıştı…

TAHRİBATI TÂMİRE ÇALIŞMASI…

Gerçek şu ki Baykal’ın, “Benim çarşafı ne ‘meşrulaştırmaya’, ne de ‘gayr-ı meşrulaştırmaya’ gücüm yetmez. Bu Türkiye’nin toplumsal bir parçasıysa bunu herkesin doğal karşılaması lazım” görüşü, siyasetin toplumun gerçeklerini anlama ve ona göre siyaset yapma hususunda fevkalâde bir gelişme.

Gelinen noktada son olay üzerine Baykal’ın ve parti yönetiminin “çarşaf yırtıcıları”nı disipline verme işlemine karşı hemen hemen hiçbir tepkinin verilmemesi, şüphesiz siyasetin milletin değerleriyle barışmaktan başka çaresinin olmadığının açık bir işareti olmakta.

Ve CHP’nin siyasî tarihindeki dinî değerlere karşı bigâne kalışını sorgulayan bu gelişme, Bediüzzaman’ın daha tek partinin sonlarına doğru daha önce İçişleri Bakanlığı da yapmış olan dönemin Halk Partisi Kâtib-i Umumîsi (Genel Sekreteri) Hilmi Uran’a yazdığı mektuptaki “dine ve mânevî değerlere saygı ve hizmet” ikazının önemini hatırlatmakta.

Bin sene Kur’ân’ın bayraktarlığını yapmış bu vatana ve millete hizmet iddiasında bulunan siyasetin, “medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usûlleri muhâfaza ve üç-dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutma” tavrından artık vazgeçmesi ve inkılâpların zoruyla yapılan tahribatların “bilhassa an’ane-i diniye hakkında” tamirine çalışılmasının ehemmiyetini ortaya koymakta. (Emirdağ Lâhikası, 191)

Türk milletinin dünyanın her tarafında Müslüman olduğunu ve milliyetinin İslâmiyetle imtizaç etiğini, ondan ayırmanın mümkün olmadığını, ayırmasıyla mahvolacağını nazara veren Bediüzzaman’ın, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı üniversite teklifine, “dinde çok lâkayd ve Garblılaşmak taraftarı” bir kısım mebusların itirazlarına verdiği cevaptaki temel tespitlerin milletin birliği ve bütünlüğü için hayatiyetini te’yid etmekte…

HANGİ SÂİKLE OLURSA OLSUN…

“Siz, farz-ı muhâl olarak hiçbir cihette ihtiyaç olmazsa da, ekser enbiyânın (Peygamberlerin) Asya’da, Şark’ta zuhuru ve ekser hükemânın ve feylesofların garbda gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakîki terakkî ettirecek, fen ve felsefenin tesiratından ziyâde, hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak ‘Garblılaşmak’ nâmıyla an’ane-i İslâmiyeyi (İslâmî esas ve kültürü) bıraksanız ve lâdînî (din dışı sistemi) bir esas yapsanız dahi, millet ve vatan selâmeti için dine, İslâimyetin hakikatlerine, katiyen taraftar olmak size lazım ve elzemdir” dersinin değerini bir defa daha ortaya koymakta. (Emirdağ Lâhikası, 348-349)

Meclis’teki ilk beyannâmesinden devlet ve hükûmet makamlarına gönderdiği mektuplara ve mahkemelerdeki müdafaalara kadar bütün yazılarında, devleti, partileri ve siyasetçileri milletin değerlerine saygıya davet eden Bediüzzaman, bunun içindir ki bütün partileri dini değerler üzerinden siyaset yapmaktan sakındırır. “Umûmun mâl-ı mukaddesi (ortak değeri) olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına (siyasî partisine) daha ziyâde has göstermekle, kavi (büyük) bir ekseriyette, dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek” olan “siyasî tarafgirlik tahriki”ne dikkat çeker.

Hangi endişeyle olursa olsun, millet nezdinde itibar görme kaygısıyla siyasetleri için de olsa partilerin ve siyasilerin dine saygılı olmalarını ve mânevî değerlere hizmette yarışmalarını önerir. Siyasetin bu kulvara girmesinin, rekâbet hissiyle günübirlik siyasî hesaplara ye da politik kıskançlıklara ve kavgalara kurban edilmemesinin gereğini belirtir.

Dine ve mânevî değerlere samimiyet, hangi kimden ve nereden olursa olsun dine saygıdan memnun olmayı gerektirir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*