Dinî cemaatler nasıl kurtulurlar?

Doğu veya Batı

altBaşlığımız bazı okuyucularımıza ters gelmiş olabilir.

Halkımızın maddî ve manevî dertlerine koşuşturan ve hatta onların maddî manevî kurtuluşlarına vesile olan cemaatlerimiz hakkında “nasıl kurtulurlar” diyoruz.

Evvelâ, neden kurtuluş sorusunu kendimize sormamız lâzım. Fransız devrimine özenen, İkinci Avrupa’dan devamlı destek görmüş Kemalizm’in; tekyeleri, zaviyeleri, medrese ve dinî cemaatlerin resmî mekânlarını kapattığı günden bu yana dinî cemaatler, karşıtlarının suçlamalarından kurtulmaya çalışıyorlar.

Elbette 1930’lu yıllar ile 1950’li yılları mukayese edemeyiz. Gel gör ki 1950’li yıllarda dinî cemaatlere azıcık hürriyet veren Demokratların temsilcileri, Kemalist ve Emperyalist Avrupalılarca idam edileceklerdi. Hem 1960, hem 1970 ve hem de 1980’ ihtilâllerine gelirken, Kemalistlerin haricî müttefikleriyle birlikte tutturdukları bir koro vardı: İrtica! Kemalistlerin kalesi Halk Partisi’nin 1950’lerde, 60’larda ve hatta 70’lerde Demokrat Partililerin aleyhindeki beyanlarında, bu husus çok netçe öne çıkar. Hatta diyebiliriz ki, AKP’nin kullandığı maskelerin altında bu mağduriyetler de yatıyor. Siyasal İslâmcılar, Yahudî sinemasının Nazi Almanya’sının aleyhinde kullandığı “mağduriyet” psikozuyla, burada din adına siyaset yaptı.

AKP döneminde “irtica” şarkısının unutulduğunu zannedenler, yanılıyorlar. Onları iktidar yapan neocon – Kemalist ittifakının Millî Güvenlik Kurulu’nda onlara 2004’te imzalattırdığı belgeyi biliyorsunuz. Ve AKP de yüklendiği misyonun gereği olarak, Nurculuğu ve devletin Nurculuk olarak lanse ettiği bir kısım dinî cemaatleri feda ederek 2004 ahdine sadık kaldığını zannetti. Fakat bugünlerde, o malûm ittifak yeni kurbanlarını istiyor ve isimlendiriyor da: FETÖ yetmez… Sıradakiler gelsin… METÖ… SETÖ… TETÖ… Yani onlar, nihaî hedeflerine ulaşmadan bu tiyatroları sonlandırmayacaklarını ilân ediyorlar.

DİNÎ CEMAATLERE KURULAN TUZAK…

Ülkemizin Birinci Avrupa’nın baskısıyla çok partili döneme geçişi ile birlikte, demokrasiyi dinî cemaatlere “dinsizlik” olarak lanse eden Kemalistler, zayıf muhakemeli Siyasal İslâmcıları demokrasiye karşı savaşlarında militan olarak kullandılar… Maalesef bu yanlışlık hâlâ yer yer devam ediyor. Mısır’ın Ezher’indeki İslâm-demokrasi telifine bile yanaşamadılar. Ve Akp, resmî ve gayr-ı resmî bu istikametteki çalışmaları bu güne kadar engelledi.

İkinci Avrupa ve Kemalistlerin kontrolünde başladığımız demokrasi yolculuğunda, cemaatlerimizin en büyük zorluğunun, tanımların yapılmamış olması, yetki ve hürriyet alanlarının belirlenmemiş olması ve en kötüsü de devletin şeffafsızlığı olmuş… Halbuki demokrasilerde tanım ve tarifler esastır. Kamuoyunun vicdanına dayanan anayasalar esastır ve dolayısıyla şeffaflık temel ilkedir.

AKP, on beş sene içinde, demokrasimizin bu sıkıntılarını giderecek çalışmalar yapabilirdi. Yapmadı veya yapamadı… Fakat, geçmişteki travmaları, Kemalizm’in verdiği korkular üzerinden siyaset yapmayı hiç eksik etmedi. Geçmişi (1920’li yıllardan bugüne gelen yanlışları) devamlı kötülediği halde, dinî cemaatlerin bugün rahat çalışabilecekleri bir ortama asla yönelmedi. Dünkü muğlaklık ve karmaşayı arttırarak, Kemalistlerin dünde kalan teorilerine maalesef imkân veriyor. Neoliberallerin dinî cemaatler aleyhinde, mütemadiyen ürettikleri korkulara seyirci kalarak, dinî cemaatleri hem hukuken, hem de siyasal irade olarak desteksiz bırakıyorlar.

BU YALNIZCA TÜRKİYE’NİN MESELESİ DEĞİL

Ülkemizde, eski tanımlar ve formatlar tahrip edilirken, sosyal hayatı oluşturan unsurların tanzimlerine fırsat verilmiyor. Dinî cemaatlerin de tanıma ve tariflere ihtiyaçları var… Varlıkları kanunen kabul edilip, çalışmaları tanınmalı. Hem varlıklarını devam ettirmek, hem de insanlara faydalı olmak isteyen dinî cemaatlere temsil imkânı verilmeyince, her türlü istismara açık hale getirilmiş oluyorlar.

NETİCE

Hürriyetleri durdurmak ve demokrasiyi belli bir sınıfın hegemonyasına çevirmek artık mümkün değil. Küresel sermayeye dayanarak ahlâksızlığı ve dinsizliği bu dünyaya dayatanlar, dünya teknesinde kendilerinin de olduklarını unutuyorlar.

İlim ve medeniyet, insanın; her eşya, hareket, tarz ve düşünceye doğru tanımlar getirilmesini esas kabul ediyor. Demokrasiyi kabul etmeyenlerin medenî, insancıl ve barış yanlısı olacaklarını kimsecikler kabul etmez.

Dinî cemaatlerden; siyasetten tamamen sakınmayı, devlet kadrolarına talip olmamayı, siyasî partilere yanaşarak ticaret ve rant peşinde koşmamayı, yalnızca insanlığın maddî manevî ihtiyaçları uğrunda çalışmayı ve haksızlıklar karşısında dik durmalarını isteyenlerin her şeyden önce yapmaları gereken önemli üç şey var:

1. Dinî cemaatlerin günümüzde tarih boyutundaki varlığını kabul edip, sebepleri üzerinde çalışma yapmak.

2. Hem anayasada ve hem de kanunlarda; anlaşılır, şeffaf ve toplumun ruhuna uygun tanımları gecikmeden yaparak, onların sosyal hayata entegreli olarak devlete güvenlerini sağlamak…

3. Dinin, artık hiçbir ülkede, devletin elinde bir alet olmadığına inanarak, devletin üzerindeki din yükünü kaldırıp inananlara teslim etmek. Elbette ki millî güvenlik, iç barışın sağlanması ve azınlıkların korunması istikametindeki organizeyi, devlet tarafsızca yapmaya devam edecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*