Dinî cemaatlerin ittifak etmesi

alt

Dinî cemaatlerin ittifakı “Hüdâ”da, maksat ve esastadır. Vesile, meşrep ve metodda ittifak mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Çünkü, fıtratlar, meslekler, meşrepler ve mizaçlar muhteliftir.

Çeşitli mezhep, cemaat ve meşrepler arasındaki “ihtilâf [farklılıklar] zaten rahmet”tir. Çünkü bu, fikir hürriyeti teminatının yanında; herkesin kendine uygun mânevî meslek ve metodu seçmesine vesiledir.

Özellikle vurgulamak istediğimiz husus ise, bu zamanda, Müslümanların “maksatta ittihad ve birliği”nin farz olmasıdır. “Allah’ın ipine birlikte sım sıkı sarılın” âyeti sarihan bunu emreder. Namazın her rekâtında, “Ancak Sana ibâdet eder, Senden yardım dileriz” diye “biz” manasını tekrarlarız. Yalnız başına kıldığımız namazlarda bile böyle deriz. İşte bu mânâ, birliği, ittihadı gerektiriyor. Dinimiz, “ene”yi (ben) red, “nahnü”yü (biz) kabul ve teşvik etmiş. Görüldüğü gibi, zımnen ve işareten de, bütün yollar “ittihad”a çıkıyor. Ancak, bunun sınırlarının, İslâmiyetin tayin ettiği tarzda tesbit edilmesi gerekir. Aksi halde, ihtilâflar körüklenir, şevk ve ümitler kırılır.

“Menfî rekabet; yersiz ve haksız münâferât [birbirinden nefret etmeler]” dinî cemaatler arasına kesinlikle girmemelidir. Çünkü, bilhassa uhrevî meselelerde hased, kıskançlık, çekememezlik, münâkaşa etmek yersizdir. Kim uhrevî konularda münakaşaya, rekabete kalkışırsa, riyaya (gösterişe, ikiyüzlülüğe) düşmüş olur.

Zaten “i’lâ-i kelimetullah” (Allah’ın dinini yüceltmek) için yola çıkan dinî cemaatler hiçbir garaza vasıta olamaz, olmamalıdır.

Cemaat, tarîkat, dinî ekol veya bunların kolları arasındaki ittihad ve ittifak prensiplerini, Bediüzzaman Said Nursî’nin teşhis ve tesbitlerinden aktaralım:

 Müsbet hareket etmek. Herkesin, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmesi. Başkalarına karışmamak, müdahele etmemek.

 İslâm dairesi içinde, hangi meslek, meşrep, cemaat ve tarîkat içinde olursa olsun, ona sevgi besleyecek, ittifak edecek pek çok birlik bağının bulunduğunu düşünmek.

 Herkes, “Benim mesleğim, fikrim haktır, doğrudur” diyebilir. Ancak, “Yalnız doğru, hak, güzel benim mesleğimdir” diyemez prensibini kabul etmek.

 Ehl-i hak ve ehl-i imânla ittifak etmenin, Allah’ın rahmetinin celbine vesile olacağını, dinin izzetinin bunu gerektirdiğini düşünmek.

 Bu zamanda, ehl-i tuğyan ve dâlaletin, birlik sağlayarak, şahs-ı mânevî oluşturduğunu; buna karşı ehl-i imânın da, ancak bir şahs-ı mânevî oluşturarak mukabele edebileceğini idrak ederek ittifak etmek.

 Hakkı bâtılın hücumundan, tasallutundan kurtarmak için ittifakın şart olduğunu bilmek.

 Nefsimizi ve enaniyetimizi terk etmek.

 Ehemmiyetsiz rekabet hissini terk etmek.

 Ehl-i hakla ittifak etmekten geri bırakan ‘yanlış düşündüğü izzet’ini terk etmek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*