Yine onun, her türlü hileyi, aldatmayı, yalanı içinde barındıran, tamamen tarafgirlik üzerine faaliyet gösteren siyasetten şiddetle kaçındığını biliyoruz. Ve onun “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” dediğini ve talebelerini de bu noktada uyararak, onlara günübirlik siyasî boğuşmalardan uzak durmaları tavsiyesinde bulunduğu açık bir gerçektir. Şahısların kendi adına siyasete girmelerine izin veren Bediüzzaman; yüklendikleri kudsî dâvâ veya içerisinde bulundukları cemaat adına şahısların siyasete girmesinin getireceği zararlara dikkatleri çekmiş, böyle bir teşebbüsden kesin bir dil ile men etmiştir.
Bu asırda kalıcı ve etkili bir şekilde dine hizmet etmenin yolunun fertlerden çok cemaat halinde bulunmaktan geçtiğini belirten Bediüzzaman, bunun sebebini de şahsî hizmetlerin sınırlı, cemaat halinde yapılan hizmetlerin ise gayr-ı mahdut ve daha kalıcı olduğu şeklinde dile getirmiştir.
Fiilî siyasetten şiddetle kaçınan Bediüzzaman, ilcaât-ı zamana ve mukteza-i hâle göre siyasilere bazı dönemlerde yol göstermiş, telkin ve tavsiyelerde bulunmuş, açıkça destek verdiği demokrat kadrolara alenî olarak reyini vererek nokta-i istinat olmuştur. Bu yönde talebelerine de tavsiyelerde bulunmuştur.
Mahkemelerdeki müdafaalarında herhangi bir siyasî, dünyevî cemiyet veya kuruluş olmadıklarını söyleyen Bediüzzaman’ın, ne kendisinin ne de talebelerinin hiçbir şekilde devleti idareye talip olmadıklarını, idare ve hükümetin icraatlarına karışmadıklarını, siyaset yolu ile asayişin zararına hayat-ı içtimâiyeye karışmak gibi bir niyetlerinin bulunmadığını açıkca beyan ettiğini görüyoruz.
Bediüzzaman’ın idare ve siyasete talip olmadığının bir sebebi de; “Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlarını, ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümmü ile cam parçalarına indirmemek ve o kıymettar hakikatlara ihanet etmemek için”dir. (Şuâlar, s. 306)
Bu meyanda idare ve siyasetten neden uzak durduğunu şu şekilde izah ediyor Bediüzzaman: “Şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Her halde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak” (Şuâlar, s. 316) şeklinde izah ediyor.
Bu noktada Bediüzzaman’ın; “Nur şakirtleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mal-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır” (Emirdağ Lâhikası, s. 157) ifadeleri, dinî cemaatlerin dikkate alması gereken önemli bir husustur.
Bediüzzaman’ın bu hususlarla ilgili yaptığı yol gösterici tavsiyeleri, başta Nur camiâsı olmak üzere dîne hizmeti gaye edinen bütün cemaatlerin dikkate almasında büyük fayda var.
Bediüzzaman’ın bu ve benzeri tavsiye ve telkinlerini yan yana getirdiğimizde; cemaatlerin devletten ve siyasî partilerden maddî ve manevî destek beklemeden hizmetlerine devam etmeleri gerektiğini anlıyoruz. Ayrıca dünyaya bakan makam ve mevkilere de talip olmamaları gerekiyor.
Bunun tersi bir durum, yani şu veya bu şekilde devletle veya siyasî partilerle içli dışlı olmak, dinî cemaat olma özelliğini kaybettirir.
Benzer konuda makaleler:
- Nurculuğun farkı
- Çözüm, Said Nursî çizgisi
- En iyi hile, hilesizliktir
- Cemaat ve siyaset
- Nur mesleği ve Demokratlara nokta-i istinat olmak
- Risale-i Nur Talebelerinin bazı özellikleri
- Klâsik tarikat yapılarından cemaatleşmeye…
- Klâsik tarikatlerden cemaatçiliğe…
- Helak olmayan ümmet ve iman cereyanı
- Bediüzzaman ve sivil yönetim
İlk yorum yapan olun