DNA ve genetik kotların Risale-i Nurdaki yansımaları

Giriş

Yirminci yüz yıl büyük bir inanç ve inançsızlık mücadelesine sahne olmuştur. Bu mücadelenin en büyükleri hiç kuşkusuz bilim ve fen sahasında meydana gelmiştir. Bir taraftan tabiatçılık, evrim teorisi, materyalizm ve tesadüf düşüncesi, mekanik bir dünya görüşü inançsızlık konusundaki zehirli fikirlerini yayarken, öte yanda kuantum mekaniği, izafiyet teorisi, Big Bang teorisi, DNA ve genetik kotların keşfi ve hologram teknolojisi neşrettiği fikirlerle dinsizlik ve inançsızlık fikir ve düşüncesini bir bir yok etmeyi başarmıştır. Çünkü bu yeni buluşların temel argümanları bu kainatın planlı ve programlı bir yaratıldığı ve yaratılan mahlukatın bir bütünlük içinde olduğu düşüncesine dayanmakta idi. Gerçekten de bilhassa kuantum mekaniği, Big Bang ve DNA doğrudan kainatın yaratılışını ispatlayan teorilerdir.

İşte bu kısa çalışmada DNA ve genetik kotların Risale-i Nurdaki yansımaları konusunu nazarlara sunmaya çalışacağız. Zira DNA hakkında Risale-i Nurlarda bir çok bilgi geçmekte ve ilginçtir, bu bilgiler ise bu gün bilim tarafından ulaşılan seviyenin çok daha ötesinde bir bilgi hazinesidir. Risale-i Nurda bu konu bir bütünlük içinde izah edilmekte ve misaller yolu ile farklı yön ve cihetleri nazara verilmektedir. Üstelik bilim tarafından ancak 1958 yılında tanımlanabilen DNA ve genetik yapı, Risale-i Nurda çok daha öncesinden bahis konusu edilmekte, daha ileri boyutlara dikkat çekilmekte ve bu dünya ötesini ilgilendiren ve cismin ruh ile ilgili bazı özellikleri ile birlikte izah edilen bir yapı olarak tanımlanmakta.

Bu nedenle DNA ve genetik kotların Risale-i Nura yansımaları ile ilgili bazı hususları kısaca nazarlara sunmak istiyoruz. Umuyoruz ki bu kısa çalışmamız ileride daha detaylı araştırmalara bir ışık tutar. Belki de genetik bilimi konusundaki uzman bilim insanlarının nazarlarını Risale-i Nurdaki bu hakikatlere celbeder de daha ileri seviyede araştırmalara vesile olur.

DNA ve genetik yapının tarihçesi

Risale-i Nurdaki genetik kavramların izahına geçmeden önce, bu noktada kısacae DNA ve genetik kavramı konusunda ilk düşünceler ve bu düşünceler ile ilgili bazı bilimsel ve teknik gelişmeleri tarihsel sırası ile nazarlara sunmak konunun anlaşılması için faydalı olacaktır.

DNA ve genetik kotların tarihsel gelişmesi:

1- Dr. Friedrich Miescher 1869 yılında ilk fikri ortaya koyan kişi. Cerrahi uygulamalardaki irin içinde mikroskobik bir madde keşfetmiş ve buna “Nüklein” adını vermiştir.

2- 1919’da Phoebus Levene, nükleotit birimleri oluşturan baz, şeker ve fosfatı tanımlanmıştır.

3- 1937’de William Astbury DNA’nın düzenli bir yapıya sahip olduğunu X ışınları yolu ile göstermiş.

4- 1953’te James D. Watson ve Francis Crick DNA’nın bugün bilim tarafından kabul gören yapısını Nature dergisinde öne sürdüler.

5- DNA yapısı hakkında Maurice Wilkins çift sarmal yapıyı ispat etti.

6- 1962’de Franklin’in ölümünden sonra Watson, Crick ve Wilkins birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü‘nü kazandılar. Böylece bu gün bilinen DNA yapısının varlığı tespit edilmiş oldu.

7- 1990 yılında GENOM projesi başlatıldı. Ve böylece insanlığın gen haritası 2003 yılında tamamlandı.

İşte bu tarihler bize DNA ile ilgili en belirgin bilginin 1953 yılında James D. Watson ve Francis Crick adlı bilim adamlarının ortaya koyduğu fikirler olduğunu göstermekte. Gerçekten de günkü DNA ve onun sarmal yapısını ortaya koyan bu iki bilim adamıdır. Eş zamanlı bir şekilde Maurice Wilkins isimli bilim adamı da benzer bir fikir ortaya koymuştur. İşte bu üç bilim adamı insanlık tarihinin en büyük keşfi olan DNA denilen genetik yazılımı buldukları için 1962 yılında Nobel ödülüne layık görülmüşlerdir. 1990 yılında ise dünya ülkelerinin katılımı ile GENOM projesi denilen insanlığın gen haritası çıkarılmış ve bu proje 2003 yılında tamamlanarak DNA ve Genler üzerine yazılan yazılar ve kotlar hakkında bir çok bilgiye ulaşılmıştır. Bu gün bilim dünyasında en çok araştırılan konu işte bu DNA ve gen denilen konudur. Bu konuda üniversitelerde bir çok bölümler açılmış ve Gen Mühendisliği, Biyoteknoloji gibi bazı modern bilim dalları oluşmasına vesile olmuştur.

DNA özellikleri

DNA ile ilgili neredeyse yüz binlerce doküman ve kitap yazılmıştır. İnternet ortamında yine yüz binlere varan bilgi mevcuttur. Kısa bir araştırma ile binlerce dokumana ulaşmak mümkün. Burada kısaca bazı özelliklerini nazara sunalım.

1-DNA Deoksiribo Nükleik Asit kelimelerinin kısaltılmış şeklidir.

2-Bir hücre ve canlı yapının tüm kotları ve bilgileri DNA içinde kayıtlıdır. DNA ise Adenin(A) ,Timin(T), Sitozin(c), Guanin(G) denen dört temel yapıdan meydana gelir.

3- Canlı DNA yapıları büyük oranda birbirine benzer. İnsandaki DNA %99,9oranında aynı yapıdadır. Sadece %0.1 oranında bir farklılık vardır. Bitki ve hayvan DNA yapıları da büyük oranda birbirine benzer.

4- 1 gram DNA bir milyon CD’den daha fazla bilgi saklama kapasitesine vardır.

5- Bu da dünyadaki tüm dijital verileri tutmak için 2 gram DNA yeterli olabilir.

6- DNA tüm canlı yaşamın en temel yazılım ve kotlarını ihtiva eder.

7- DNA tüm canlı yaşamanın yazılım kotlarını ihtiva eden ilahi bir program ve ilahi bir kitap ve ilahi bir yaratılış kanunu mecmuasıdır.

8- Tüm canlılar DNA içindeki kotların açılması ile hayat bulur ve bu kotların icrası ile hayatlarına devam ederler.

9- DNA yeniden programlanabilir bir yapıya sahiptir.

10- DNA denilen kotların ancak yüzde on gibi bir kısmı keşfedilebilmiş. Çöp DNA denilen %90 gibi bir bölümü keşfedilmeyi beklemektedir.

DNA konusunda daha yüzlerce bilgi ve özellik mevcuttur. Bu konuda geniş bilgi talep edenler yazılı ve dijital kaynaklara müracaat edebilirler. En basit bir Biyoloji kitabı bile zihne kapı açıcı bir çok bilgi ihtiva eder. Konumuz Risale-i Nurda DNA olduğundan dolayı DNA özellikleri ile ilgili bu kısa bilgi ile yetiniyoruz.

Risale-i Nurun fen ilimlerine bakış açısı

Bu noktada Risale-i Nurun fen ilimlerine bakış açısından kısaca bahsetmek gerekiyor. Çünkü ele alacağımız konu doğrudan fenni bir mesele. Biyoloji ve canlı dünyasını ilgilendiren ve aynı zamanda yazılım teknolojisi ile de doğrudan alakalı olan bir konu. Bu nedenle Risale-i Nurun fen, bilim ve teknoloji konularına nasıl baktığını kısa bir şekilde izah etmek zarureti hasıl olmakta.

Evet, Risale-i Nuru diğer tefsirlerden ayıran en önemli husus, hiç kuşkusuz, bilim, fen ve teknoloji konularında geniş izahlarda bulunmasıdır.

Bir çok tefsir ve dini eserde ağırlıklı olarak insan ve davranışları ele alınmakta ise de, Risale-i Nur kainata bir bütünlük içinde bakmaktadır. Kelami ayetler gibi, tekvini ayetleri de tefsir sahası içine alıp öylece bir bütünlük içinde izahlar yapılmıştır. Onun içindir ki tekvini ayetlerin bir ölçüde izahı ve tanımlayıcısı olarak fen ilimlerinden sıkça söz edilmiştir.

Elbette ki sadece söz etmekle kalınmaz, aynı zamanda çok ileri seviyedeki bilim ve fen konularına da temas edilir. Teknik ve teknolojinin geldiği sınırlar ve gitmekte olduğu noktalara doğru da dikkat çekici ifadeler yar alır. Fennin ve teknolojinin asıl maksatları izah edilir.

Bu sayede inançtan beslenmeyen felsefenin elinde bir oyuncak durumuna düşürülen ilmi ve fenni konular, Kuran ve İslam’ın eline teslim edilerek birer tefekkür dürbünü şekline tebdil edilir. Aynı zamanda modern fenni konulardan bahsedilerek Kuran’da bütün fen ve ilim konularına temas edildiğini, insanlığın ulaşacağı tüm mertebelerin kısa ve öz bir şekilde izah edildiğini ve kainatta ilim ve fen yolu ile büyük bir düşünce ve tefekkür kapısı açıldığını nazarlara verir. Bu nedenle Risale-i Nurun muhtelif yerlerinde bir çok fenni meseleden bahsedilmiş ve ileri seviye konulara temas edilmiş. Bazı konular vardır ki, ancak bu konuları ancak konusunun uzmanları anlayabilecek seviyededir.

Bu konuda kısa bir iki misal vermek gerekirse:

Mesela Mirac Risalesinde geçen zamanın izafiyeti konusu. Orada zamanla ilgili öyle ilginç izahlar vardır ki, bu ifadeleri tam olarak anlamak için ciddi bir teorik fizik bilgisine ihtiyaç vardır.

Mesela 32. Sözün Birinci Mevkıfında geçen insan vücudu ile ilgili bir haşiye var. Bu haşiyede öyle enteresan bilgiler verilmiş ki, bu ifadeleri anlayabilmek için derin bir anatomi bilgisine sahip olmak gerekiyor.

Mesela 30. Söz. Hem Birinci hem de İkinci Maksad çok derin felsefi ve fenni bilgiler ihtiva ediyor. Zerre risalesinde Kuantum mekaniği ile örtüşen bilgiler atomların hakikatleri konusunda araştırmacılara yol gösteriyor.

Mesela 20. Söz. Günümüzde keşfedilen ve keşfedilecek olan teknik ve teknolojik gelişmelere işaret etmesi cihetiyle apayrı bir yere sahiptir.

İşte bunlar gibi Risale-i Nurda daha burada sayamayacağımız yüzlerce tabir ve ifade fen ve bilim konularını izah etmekte, teknik ve teknolojik hadiselere işaret etmektedir. Günümüzde çok revaçta olan bir çok modern bilim dalı da yine Risale-i Nurda izah edilmiştir. Kuantum mekaniği, İzafiyet teorisi, Zaman meselesi, Big bang teorisi gibi.

İşte burada kısaca ele alamaya çalışacağımız DNA ve genetik kotlar konusu da böyle bir fenni meseleyi izah ve tefsir etmekte.

Risale-i Nurda DNA ve genetik yapıdan hangi yıllarda söz edilmeye başlandı?

Risale-i Nurda DNA ve genetik yapı hakkında izahlara geçmeden önce, bahse konu olan DNA yazılımından hangi yıllar aralığında söz edilmeye başlamış, öncelikle bu hususun tespit edilmesi gerekiyor. Bu önemli, çünkü bilim adamları tarafından DNA üzerinde yapılan çalışmalar ancak 1952 yılında netleşmiş. Bu tarihe kadar bazı çalışmalar olsa da bu günkü tarzda bilinen sarmal DNA yapısı ancak 1962 yılında kabul edilerek, bu yapıyı keşfeden bilim adamlarına Nobel ödülü verilmiş. İşte bu nedenle çekirdek içindeki DNA ile ilgili Risale-i Nurdaki tanımlamalar oldukça önem kazanıyor. Çünkü Nurlarda daha bu keşif yapılmadan çok önce birçok mühim tarif ve izahlara rastlamaktayız.

Araştırmamıza göre ilk net tanımlar Mesnev-i Nuriye adlı eserde yapılmış. Her ne kadar bu eserden önce yazılan bazı eserlerde de kısa ifadeler yar alsa da, bu günkü DNA yapısının mahiyeti ile ilgili en geniş izah Mesnev-i Nuriyede geçen bir bölümde bulunmakta.

İşte o ifadeler:

“Maahaza, bir semere, bir şecerenin bir misal-i musağğarıdır. Ve o semeredeki çekirdek, o şecerenin defter-i a’mâlidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır. Bu itibarla, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nev’ine, belki küre-i arza nâzırdır. Öyleyse, bir semerenin san’atındaki azamet-i mâneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir. O zerreyi, san’atça hâvi olduğu o azamet-i mâneviyeyle bina eden, arzı haml ve bina etmekten âciz olmayacaktır. (Mesnev-i Nuriye, s. 49)”

Mesnev-i Nuriye adlı eserin 1921-22 yıllarında yazıldığı düşünülür ise yukarıdaki ifadelerin ne kadar önemli ve değerli olduğu daha iyi anlaşılır. Bir yönü ile de bu ifadeler zamanın fen alimlerine yol göstermektedir. Adeta Risale-i Nurlar bilim adamalarına şöyle demektedirler: “Ey fen ilimleri ile uğraşan değerli alimler!.. Çekirdek içerisine bütün ağacın programı yazılmış. Bu yazıda da atom denilen zerreler kullanılmış. Çekirdeği araştırınız ki, orada yazılmış olan o harika kotları tespit edesiniz.”

İşte batılı bilim adamları da sanki bu gizli mesajı almışlar gibi çalışmışlar ve 1952 yılında DNA denilen sarmal yapıyı keşfetmişler. Ardından 1980 yıllarından sonra çekirdek içindeki yazı ve kotları çözmek için çaba sarf etmişler. 1990 yılından sonra ise GENOM projesini başlatarak insan gen haritasını ortaya koymuşlar ve 2003 yıllında bu projeyi tamamlayarak bazı önemli teknik gelişmelerin önünü açmışlardır. Elbette ki, bu konudaki çalışmalar günümüzde de devam etmektedir. Çünkü DNA içinde daha bir çok sır keşfedilmeyi beklemektedir.

Bu noktada mezkur ifadeyi kısaca tahlil ederek işaret ettiği hakikatleri izah edelim.

Maahaza, bir semere, bir şecerenin bir misal-i musağğarıdır” cümlesi ile doğrudan meyve ve çekirdek içindeki yazılıma dikkat çekiliyor. İfadeye göre bir çekirdek ve meyve o koca ağacın küçük bir örneği, küçük bir yapısı ve küçük harflerle yazılmış küçük birağaç gibidir. Yani ağaçta hangi özellik var ise aynısı küçük bir şekilde çekirdekte vardır. Ağaçta ne yazılmış ise, çekirdeğinde de o yazılmıştır. Tersi de doğrudur. Ağaç ise küçük harflerle çekirdekte yazılan yazıların açılımıdır. İşte bu nedenle ağaç ile tohum ve çekirdek arasında bir bütünlük söz konusudur.

Bir başka ifade ile, “o semeredeki çekirdek, o şecerenin defter-i a’mâlidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır.” Ağaç hangi fiil ve ameli yapmış ise bu fiiller çekirdekte de yazılmıştır. Yani ağaç yaşadığı müddet içindeki fiillerini çekirdeğe yazmıştır. Burada, “çekirdeğin yeniden yazılabilir ve programlanabilir” olduğuna dikkat çekilmesi de bir hayli ilgi çekici.

Bu itibarla, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nev’ine, belki küre-i arza nâzırdır“cümlesi ile bu gün bilimin keşfettiği bilgiden çok daha ileri seviye bilgilerin DNA içine yazılmış olduğu ifade ediliyor. Bu gün bilim DNA kotlarının sadece yaratılan o canlıya ait olduğunu ifade ediyor. Yani DNA ve genlerdeki bilgi kapasitesini sınırlama yoluna gidiyor. Halbuki bu mezkur ifadede DNA içindeki kotların ve bilgilerin önce o ağaca, sonra ağacın türlerine, sonra da o ağacın yetiştiği çevre olan dünyaya bakar bir cihette olduğu ifade ediliyor. Yani bir başka deyişler DNA içinde o canlının kendisi, nevi ve türü, diğer çevresi ve yaşadığı mekanın tüm özelliklerini ihtiva eden ve bu günkü bilimle sınırlarını tespit etmemin pek de mümkün olmadığı bir derinlikte bir bilgi yazılmış olduğu cümlenin zihinlere açtığı kapıdan gözükmekte.

İşte bu derin ve sınırları belli olmayan bir bilgidir ki, Risale-i Nura, “Öyleyse, bir semerenin san’atındaki azamet-i mâneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir” cümlesini söyletmektedir. Yani bir çekirdeğin yaratılmasındaki azamet ve harikalık, arzın ve dünyanın yaratılması ile iç içe bir özellik arz eder.

Yine Mesnev-i Nuriyede geçen şu ifadeler DNA, insan ve kainat ilişkisinde çok daha ileri seviye noktalara işaret etmektedir.

“İ’lem eyyühe’l-aziz! Hilkat şeceresinin semeresi insandır. Malûmdur ki, semere bütün eczânın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün eczânın hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir. Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.

Sonra, o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete çekirdek ittihaz etmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin hem bânisidir, hem esasıdır hem güneşidir. Fakat o çekirdeğin çekirdeği kalbdir. (Mesnev-i Nuriye, s.155)”

Mezkur ifadeye göre kainat bir ağaç şeklinde tasavvur edilir ise, bu büyük ağacın meyvesi insandır. Demek ki insandaki DNA ve genetik yapı aynı zamanda kainata da bir çekirdek hükmünde olmaktadır. Bu konu şu an için bilim ve fen dünyasının gündeminde değil gibi gözükse de yakın bir gelecekte bu konuda ciddi keşifler yapılacağı açıktır. Hatta bir öçüde yapılmaya başlandı bile. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada insan beynindeki sinir yapısı ile galaksilerin yapısı arasında çok ilginç bir ilişki ağı tespit edilmiş. Bilim bu konular üzerinde çalışmaya devam ettikçe, insandaki yazılım ile kainattaki yazılımın mahiyet olarak aynı kalemden çıktığını görecektir.

Buraya kadar sadece DNA ve genetik konusundaki Risale-i Nurdaki bahis edilme zamanına dikkat çektik. Bilim dünyasının daha DNA yapısı hakkında ciddi bir bilgi birikimi olmadan önce Risale-i Nurda DNA ile ilgili daha ileri seviye bilgiler verildiğini nazarlara sunduk. Gelecek satırlarda ise DNA ile ilgili nasıl bir tanımlama yapılmış, bu husus üzerinde duracağız.

Çekirdek içindeki DNA ve genetik kotlarda tüm ağacın yazılımı mevcuttur

Bu noktada Risale-i Nurda çok ilginç ve dikkat çekici tanımlar vardır. Aşağıda nazarlara sunacağımız satırlar 1920 yıllarında yazılmıştır. O zamanlara ne program, ne kot, ne DNA ve ne de genetik yapı hakkında ciddi bir bilgi mevcut değildi. Üstelik bilgisayar teknolojisi de daha keşfedilmemişti. İşte böyle bir zaman ve zeminde çekirdek içerisindeki yazılım ve programdan bahsetmek ve günümüzde keşfedilen yapının izahlarını yapmak başlı başına dikkat çekici bir konudur.

İşte bakınız Mesnev-i Nuriyedeki şu ifadelere:

“Rububiyet-i âmmenin işaretlerindendir ki, kâinat kitabında öyle büyük harfler vardır ki, o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır. Bir kısmında bir kelam, bir kısmında bir kitap yazılıdır. Meselâ, o kitapta bahr, şecer, arz birer harf makamındadırlar. Birinci harfte semek kelimesi, ikincisinde şecer kelâmı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır. Hattâ, Yâsin suretinde tam Yâsin Sûresi yazıldığı gibi, bazı masnûatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnûun sûresi ve kitabı yazılmıştır. (Mesnev-i Nuriye, s. 256)”

Bu ifadeler kainattaki her fiilin bir yazılımdan ibaret olduğunu veciz bir şekilde ifade etmekte. Hayat tamamen bir yazılımdır. Gördüğümüz her şey geri planında bir yazılıma işaret eder. Her bir ağaç, böcek, çiçek, hayvan ve insan, tüm mahlukat geri planda çalışan bu yazılımın göze gözüken şeklidir. Zaten DNA dediğimiz mesele canlı yaşamın en temel programdır. Bu gün insanlık bu programın bir kısmını okuma fırsatı bulmuştur. Gen üzerindeki Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin harfleri ile yazılmış kitabı bir ucundan okumaya başlamış ve harika bir yazılımın farkına varmıştır. Mezkur ifadede, “Hattâ, Yâsin suretinde tam Yâsin Sûresi yazıldığı gibi, bazı masnûatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnûun sûresi ve kitabı yazılmıştır” cümlesi ile çekirdek içinde yazılıma dikkat çekilmekte, yani yaratılış kurallarından ve kanunundan ibaret olan DNA ve genetikten bahsedilmektedir. Naklettiğimiz bu tek ifade bile DNA ve genetik hakkında son derece açık ve net bilgidir.

Nurun ilk Kapısı adlı eserde geçen şu ifade ise daha ileri seviye gen teknolojisine dikkat çekmekte:

“İşte, aklın varsa anlarsın ki, birşeyi, meselâ balarısını ekser eşyaya bir nev’i fihriste yapmak; birşeyde, meselâ insanda, şu kitab-ı kâinatın hemen bütün mesailini yazmak; birşeyde, meselâ küçücük incir çekirdeğinde koca incir ağacının programını ve kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin bir nev’i programını ve kuvve-i hâfızada hâdisât-ı kevniyenin mufassal fihristesini derc etmek, elbette Hâlık-ı Küll-i Şeye has ve bu kâinatın Rabbine mahsus bir hatemdir. (Nurun İlk Kapısı, s. 73)”

Mezkur ifadelerden DNA ve gen denilen yazılımın sadece çekirdek ile ağaç arasında olmadığını, aslında kainattaki her hadisenin büyük bir yazılıma işaret ettiğini anlamaktayız. Dikkat ediniz, incir çekirdeğinde koca incir ağacının programı yazılmış deniyor. Bu başlı başına ileri seviye bir bilgidir. Yani DNA üzerinde bir programın ve kotlamanın olduğu ifade ediliyor. Bu hususa “program” kelimesi ile dikkat çekilmesi ayrı bir anlam taşır.

Çünkü program kelimesi günümüzde kullanılan son derce modern bir kelimedir. Aynı zamanda bilgisayar teknolojisi terimi olarak temsil ettiği mana son derece geniş ve kapsamlı bir manadır. İşte bu ifadelerde doğrudan bir yazılım konusuna, adeta bir bilgisayar programına dikkat çekilmiş. DNA ve gen üzerinde yapılan son çalışmalar da bu yazılımın son derce gelişmiş bir yazılım ve program olduğunu gözler önüne seriyor. Bilhassa “çöp DNA” denilen bir çalışma ile DNA dediğimiz yazılımın programlanabilir canlı bir yazılım olduğunu bilim adamları bu gün ifade etmekteler. Bu da insan iradesine göre DNA yazılımın canlı bir şekilde yeniden programla kabiliyetinde olduğunu gösteriyor. İşte bu ince ve derin hususa “kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin bir nev’i programını ve kuvve-i hâfızada hâdisât-ı kevniyenin mufassal fihristesini derc etmek” cümlesi ile dikkat çekilmiş. Yani büyük kainatın büyük programı, küçük gibi gözüken insan kalbinde yazılmış. İnsan da irade sahibi olduğu için bu görünen eşya insan hissiyatına göre tekrar yazılıyor demektir.

İnsan ve kainat bütünlüğünde yazılan kotlar

Risale-i Nurda en çok nazara verilen konulardan birisi de insan ve kainat bütünlüğüdür. Bu nedenle kainat büyük bir insan, insan ise küçük bir kainat olarak tasvir edilir çoğu kez. Ya da kainat büyük bir ağaca benzetilir, insan da onun hem meyvesi, hem de çekirdeği olarak tanımlanır. Hatta kainatın da insanın mahiyetinden yaratıldığı sık sık nazara verilir.

Mesnev-i Nuriye adlı eserde beyan edilen şu ifadeler bu hakikate dikkat çeker:

İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresiolur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. (Mesnev-i Nuriye, s. 154”

Bu ifadeler çok daha ileri bir yazılım konusuna dikkat çekmekte. Kainatta gördüğümüz ve görmediğimiz tüm yazılan kotların “nur-u Muhammedî (a.s.m.)” diye tanımlanan ilahi bir mürekkeple yazıldığı konusu çok derin bilgileri ihtiva ediyor. İşte hem kainatın DNA’sı, yani yaratılış programı, hem de insanın yaratılış programı olan DNA ve genleri nur-u Muhammedî (a.s.m.) denilen ilahi bir nur mürekkebi ile yazılmış.

Kainat bütün mahlukatın yazılım ve kotları ihtiva eden bir çekirdekten yaratıldı

Kainat bir çekirdekten yaratıldı. Nasıl ki bir çam ağacı çok küçük bir çekirdekten yaratılıyor. O çekirdek içindeki yaratılış yazılımı olan DNA ve genetik kotların açılımı ile o yaratılış vuku buluyor. Her bir ağacın ve canlının yaratılış süreci de yine aynı tarzda icra ediliyor, Kudret-i İlahi tarafından. İşte bu azim ve derin hakikat aynen kainatın yaratılışında da geçerlidir. Bu nedenle kainatın da bir çekirdekten yaratılmış olması makul ve akıl tarafından kabul edilmesi hiç de zor olmayan azim bir hakikattir. İşte bu hakikat fen ve bilim tarafından da kabul edilmiş ki, Big Bang teorisi ile kainatın çok küçük bir noktadan yaratıldığı ilmi bir gerçek olarak kabul ediliyor günümüzde.

Risale-i Nurda ise daha ileri seviyede bir yaratılışa dikkat çekiliyor. Yaratılışın bir çekirdekten başladığını ve görünen maddi alemlerin ötesinde çok büyük alemleri içine alan bir yaratılış sürecinin varlığını nazarlara verilir. Maddi ve manevi alemlerin bu çekirdekten yaratıldığını ispat eder.

Konu bütünlüğü bozulmaması için Miraç Risalesindeki uzunca bir anekdotu nazarlara sunuyoruz:

“Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı ism-i Hakîmdir. Öyle ise, mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi’ olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz.

Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o neviden başka şecere yok. Öyle ise, ona menşe ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette âhirde o libası giyecektir.

Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde, sabıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celb eden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesiyle âlemi ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise, zât-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmdır. Elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.

Ey müstemi! Şu acip kâinat-ı azîme bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme. Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (aleyhissalâtü vesselâm) nasıl halk etmesin veya edemesin? İşte, şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makamından, tâ çekirdek-i aslî makamına kadar nuranî bir hayt-ı münasebet var. İşte, Mirac, o hayt-ı münasebetin gılâfı ve suretidir ki, zât-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm o yolu açmış, velâyetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki evliya-yı ümmeti, ruh ve kalble, o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevînin gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.

Hem sabıkan ispat edildiği üzere, şu kâinatın Sânii, birinci işkâlin cevabında gösterilen makàsıd için, şu kâinatı bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makàsıdın medarı zât-ı Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın nazar-ı inâyetinde olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak lâzım geliyor. Çünkü birşeyin neticesi, semeresi evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir. Halbuki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti ve bütün maksatların medar-ı zuhuru olduğundan, en evvel tecellî-i icada mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir.(Sözler, s. 788)”

Mezkur ifadede kainatın çekirdeği olarak “zât-ı Ahmediye (a.s.m.)” olarak beyan edilmiş. Zât-ı Ahmediye (a.s.m.) da bir DNA ve genetik programa göre yaratıldığına göre, kainatın da bir DNA ve genetik yazılım üzere yaratıldığı çok kolay anlaşılır.

Nübüvvet çekirdek gibidir, nurani meyveler verir

Kainat ve insan ve Kuran nazar-ı dikkate alındığında, bunların iç içe yazılımlardan ibaret olduğu görülür. Adeta yazılım içinde yazılım, program içinde program işlemektedir. İşte nasıl ki zât-ı Ahmediye (a.s.m.) kainatın çekirdeğidir, “nur-u Muhammedî (a.s.m.)” ise bu çekirdeğin içindeki yazılım ve programdır, öyle de maddi ve manevi olan Risale-i Muhammediye(asm) ise bu yazılım ve çekirdeğin her kesim tarafından okunabilecek açık ve net bir yazılımı hükmündedir.

Şu ifadeler bu hakikate ve çok daha derin manalara işaret eder:

Binaenaleyh, nübüvvet öyle bir çekirdektir ki, İslâmiyet şeceresi bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır. Kur’ân dahi, seyyar yıldızları ismar eden şems gibi, İslâmiyetin on bir rüknünü intaç etmiştir. Acaba, bu cihan-bahâ semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şüphe ve tereddüt yeri kalır mı? Hâşâ! (Mesnev-i Nuriye, s. 113)

İnsan niçin ısrarla bu kainatı araştırıyor?

İnsan şu dünya yüzünde yaratıldığından bu yana hep kendisini ve yaşadığı çevreyi ve dünyayı, semayı, yıldızlar ve tüm kainatı sürekli araştırmaktadır. Bu gün de yüzlerce fen sürekli olarak kainat ve içindekileri sırları öğrenmek için çaba sarf ediyor. Peki insanlık niçin bu kadar ısrarla kainatı ve dünyayı araştırmakla meşgul? Niçin en büyük hedefi bu? Çünkü insan kainatın bir meyvesi. Yani kainatın çekirdeği ve özü. Kainat ise insanın açılmış şekli. Yani dünya ve kainat insanın parçası. İşte bu nedenle bütün imkanlarını kainatı, yani bir ölçüde kendi parçasını ve kendini araştırıyor.

Araştırdığı şey kendisi. İşte bunun için kainatta yaratılan ne var ise bir ölçüde insan ile alakalıdır. Maddi yapı zaten insanın kainatla alakasını net bir şekilde açıklıyor. Çünkü dünyada ne kadar atom ve molekül varsa insanın maddi yapısında mevcuttur.

Aynı şekilde maddi yapı gibi manevi yapı da insanda mevcuttur. Yani kainattaki manevi yapılar da insanın mahiyetine yazılmış. Hatta hayvanlar, bitkiler bile bir ölçüde insanların duygularını temsil ederler. Yani kainattaki tüm maddi ve manevi yapı, duygular ve hisler ve diğer manevi özellikler de insanın mahiyetinden yazılmış.

İşte şu gelen ifadeler bu hakikate ve diğer mühim hakikatlere işaret eder.

“İ’lem eyyühe’l-aziz! Hilkat şeceresinin semeresi insandır. Malûmdur ki, semere bütün eczânın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün eczânın hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir. Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.

Sonra, o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete çekirdek ittihaz etmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin hem bânisidir, hem esasıdır hem güneşidir. Fakat o çekirdeğin çekirdeği kalbdir. Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin envâıyla, eczâsıyla pek çok alâkaları vardır. Esmâ-i Hüsnânın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakiki ile itminan edebilir.(Mesnev-i Nuriye, s. 155)”

DNA ve genetikte kainat bilgisi yazılmış

Risale-i Nurda nazarlara verilen en mühim hususlardan birisi de bütünlük prensibidir. Bu gün için teorik fizikçiler en önemli kanun ve kuralın “bölünmezlik” ilkesi olduğunu iddia ederler. Buna göre bir tek atomu bile kainattan izole etmek mümkün değildir. Yani kanatta atomdan tutun da galaksilere kadar bir bütünlük var ve her şey her şeyle irtibat ve bağlantı halindedir. İşte hal böyle olunca bir çekirdek içine yazılan bilgi doğrudan ağaç ile ve ağacın bulunduğu çevre ve dünya ile ve dünyanın içinde olduğu kainat ile doğrudan alakalıdır. Bu hakikat ise yaratılış sürecindeki zincirleme bağlantıları ifade etmesi açısından aşağıdaki cümleler oldukça dikkat çekicidir.

“Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki, bir çekirdeği halk etmek için, bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de, kâinatı halk edebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir. (Lemalar, s. 569)”

Yani, göz ve beyindeki acip vazifeleri gören bir zerre, bir yıldızdan; ve bir cüz, küll mecmuundan; meselâ dimağ ve göz, insanın tamamından; ve cüz’î bir fert, hüsn-ü sanatça ve garabet-i hilkatça umum bir neviden; ve bir insan, acip cihazlarıyla küllî cins hayvandan; ve bir fihriste ve program ve kuvve-i hafıza hükmünde olan bir çekirdek, mükemmel masnuiyeti ve mahzeniyetçe koca ağacından; ve bir küçük kâinat olan bir insan, kemâl-i hilkati ve cemiyetli harika cihazlarının binler acip vazifeleri görecek bir tarzda mahlûkiyeti kâinattan aşağı değiller. (Şualar, s. 815)

İşte bu ifadelerden yola çıkarak diyebiliriz ki, insan gibi küçük bir mahlukun mahiyetinde koca bir kainatın hakikatleri yazılmış. Bu yazılarda bulunan manevi cihetlerden sarf-ı nazara edersek, gördüğümüz yazılar ise DNA ve gen üzerine yazılan yazılardır. Demek ki, genler üzerine kainatın bilgisi yazılmış. Çünkü kainatın meyvesi hükmünde olan insan sperm ve yumurtalık denen ve kırk altı kromozom içinde muhafaza edilen kotların açılması ile vücut sahasına çıkmaktadır. İşte bir insan hücresinde kainat bilgisi yazılmış dense bu çok da mübalağa olmaz.

DNA ve Genetik meselesi ahiret alemlerine bakar

Bugün biyoloji ve genetik bilimi DNA üzerindeki yazıların kısm-ı azamını okumaya muvaffak olmuş. Günümüz teknolojisinde gen konusunda çok ciddi gelişmeler var. Ancak teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin neticede bütün teknik ve teknolojik çalışmalar dünyaya dönüktür. Yani insandaki yazılımın sadece bu dünya şartlarına dönük özellikleri araştırma konusu olmaktadır. Halbuki Risale-i Nurda bu genetik konusu sadece dünyevi neticeleri ve özellikleri açısından ele alınmaz. Çünkü bu önemli konunun ahirete ve diğer alemlere bakan yönü de var. Madem insan kainatın meyvesi, o zaman insan yeni bir kainata tohum ve çekirdek olabilecek mahiyettedir.

İşte şu gelecek ifadeler bu hakikate dikkat çeker:

Evet, insan bir çekirdeğe benzer. Nasıl ki o çekirdeğe kudretten mânevî ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli program verilmiş; tâ ki toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlıkından istidat lisanıyla bir ağaç olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemâl bulsun. Eğer o çekirdek, sû-i mizacından dolayı, ona verilen cihâzât-ı mâneviyeyi toprak altında bazı mevadd-ı muzırrayı celbine sarf etse, o dar yerde, kısa bir zamanda, faidesiz tefessüh edip çürüyecektir. Eğer o çekirdek, o mânevî cihâzâtını, فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى 1 ‘nın emr-i tekvînîsini imtisal edip hüsn-ü istimal etse, o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla, küçücük cüz’î hakikati ve ruh-u mânevîsi büyük bir hakikat-i külliye suretini alacaktır. (Sözler, s. 431)

Bu ifadelerde önemli bir hususa daha dikkat çekilmiş: DNA ve genetiğin yeniden programlanabilir bir yazılım olduğuna. Çünkü insanın eline verilmiş bu DNA ve gen meselesi insan iradesi ile yeniden ve tekrar bir program ve yazılım şekline dönüşmekte. Adeta yeniden yazılmakta. İşte insanlığın son zamanlarda keşfettiği “çöp DNA” denilen genetik kotların bu yeni programlama işinde kullanıldığını ortaya çıkarmıştır. Yani insan iradesine göre DNA yeniden yazılmakta ve bu yazı ahiret alemleri dediğimiz hayat uygun olarak yeniden şekil almakta.

Bu mühim hususa da şu ifadeler ile dikkat çekilmiş:

“Ehl-i dalâletin dünyada dahi cehennemlerini ve ehl-i hidâyetin dünyada lezâiz-i cennetlerini gösteren ve iman, Cennetin bir mânevî çekirdeği ve küfür ise Cehennem zakkumunun bir tohumu olduğunu gösteren Nurun o gibi parçaları, kısacık bir tarzda, bir mecmuacık olarak yazılacak, inşaallah neşredilecek.(İman ve Küfür Muvazenleri, s. 23)”

İşte ahiret alemlerinden olan cennet ve cehennemin çekirdeği nur veya zulmet ile tekrar yazılmakta ve bu yazılan yazılar ahiret alemlerinde açık ve net olarak Cennet ve Cehennem şeklinde gözükecek. Bu da ahiretteki vücudumuzun DNA ve genetiğini burada kendi irademizle tekrara yazdığımızın delilidir. Bu konuda Risale-i Nurda daha bir çok ifade yer almakta ve bu husus ayrı bir araştırma konusudur.

Ahirette insan vücudu yine DNA kotları üzerine inşa edilecek

İnsan DNA ve genetiği bir yönü ile bu dünyaya baktığı gibi, bir yönü ile de ahirete ve bu dünyadan sonraki hayata bakar. Yani ahiretteki vücut yapımız da yine bir çekirdek üzerine bina edilecektir. Çünkü ruhun fonksiyonlarını icra edebilmesi için bir çalışma sahasına ihtiyaç vardır. İşte o saha insan vücududur. Nasıl ki insan vücudu bu dünyada DNA ve genlerdeki yazılım ile yaratılmış ve bu dünya şartlarında ruhun bir hanesi ve yuvası olmuş; benzer şekilde ahiret alemlerinde de yine DNA ve genler üzerine yaratılacak olan vücut yapısına kavuşarak ebedi bir hayat yaşamaya başlar.

Konu bütünlüğü bozulmasın diye yine uzunca bir anekdotu nazarlara sunuyoruz:

“Nasıl ki şu ağacın kesretli dal ve budakları birtek çekirdekten gelmiş ve şu ağacın san’atkârının icad ve tasvirde vahdetini gösteriyor. Sonra şu ağaç, dal ve budak salıp tekessür ve intişar ettikten sonra, bütün hakikatini bir meyvede toplar, bütün mânâsını bir çekirdekte derc eder, onunla Hâlık-ı Zülcelâlinin halk ve tedbirindeki hikmetini gösterir. Öyle de, şu şecere-i kâinat, bir menba-ı vahdetten vücut alır, terbiye görür. Ve o kâinatın meyvesi olan insan, şu kesret-i mevcudat içinde vahdeti gösterdiği gibi, kalbi dahi, iman gözüyle kesret içinde sırr-ı vahdeti görür.”

Hem o meyveler ve tohumlar, hikmet-i Rabbâniyenin telvihatıdır. Hikmet, onlarla ehl-i şuura şöyle ifade ediyor ve diyor ki:

“Nasıl şu ağaca müteveccih küllî nazar, küllî tedbir, külliyetiyle ve umumiyetiyle birtek meyveye bakar. Çünkü o meyve o ağaca bir misal-i musağğardır. Hem o ağaçtan maksud odur. Hem o küllî nazar ve umumî tedbir, bir meyvenin içinde herbir çekirdeğe dahi nazar eder. Çünkü çekirdek umum ağacın mânâsını, fihristesini taşıyor. Demek, ağacın tedbirini gören Zât, o tedbirle alâkadar bütün esmâsıyla, ağacın vücudundan maksud ve icadının gayesi olan herbir semereye müteveccihtir. Hem şu koca ağaç, o küçük meyveler için bazan budanır, kesilir, tecdid için bazı cihetleri tahrip edilir; daha güzel, bâki meyveler vermek için aşılanır. Öyle de, şu şecere-i kâinatın semeresi olan beşer, kâinatın vücudundan ve icadından maksud odur ve icad-ı mevcudatın gayesi de odur. Ve o meyvenin çekirdeği olan insanın kalbi dahi, Sâni-i Kâinatın en münevver ve en câmi’ bir âyinesidir. İşte şu hikmettendir ki, şu küçücük insan, neşir ve haşir gibi muazzam inkılâplara medar olmuş kâinatın tahrip ve tebdiline sebep olur. Onun muhakemesi için dünya kapısı kapanıp âhiret kapısı açılır.”

Madem haşrin bahsi geldi. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın, haşrin ispatına dair cezâlet-i beyanını ve kuvvet-i ifadesini gösteren bir nükte-i hakikatini beyan etmeye münasebet geldi. Şöyle ki:

Şu tefekkür neticesi gösteriyor ki, beşerin muhakemesi ve saadet-i ebediye kazanması için, lüzum olsa bütün kâinat tahrip edilir; ve tahrip ve tebdil edecek bir kudret görünüyor ve vardır. Fakat haşrin merâtibi var. Bir kısmına iman farzdır, marifeti lâzımdır. Diğer kısmı, terakkiyât-ı ruhiye ve fikriyenin derecâtına göre görünür ve ilim ve marifeti lâzım olur. Kur’ân-ı Hakîm, en basit ve kolay olan mertebeyi kat’î ve kuvvetli ispat için, en geniş ve en büyük bir daire-i haşri açacak bir kudreti gösteriyor.

İşte, umuma iman lâzım olan haşrin mertebesi şudur ki: İnsanlar öldükten sonra ruhları başka makamlara gider. Cesetleri çürüyor; fakat insanın cesedinde bir çekirdek, bir tohum hükmünde olacak “acbüzzeneb” tabir edilen küçük bir cüz’ü bâki kalıp, Cenâb-ı Hak onun üstünde cesed-i insanîyi haşirde halk eder, onun ruhunu ona gönderir.1 İşte bu mertebe o kadar kolaydır ki, her baharda milyonlarla misali görülüyor. (Sözler, s. 835)

Mezkur ifadede geçen “bir çekirdek, bir tohum hükmünde olacak acbüzzeneb” tabiri ile ahiret alemlerindeki vücut yapımızın da yine dünya şartlarında yazılmış olan ve ahiretteki cisim kotlarını taşıyan ve “acbüzzeneb” diye tabir edilen bir tohum üzerinde teşkil edilip yaratılacağına işaret ediyor. Elbette ki bu çekirdek de yine insan için yaratılış kotlarını ihtiva eden DNA ve gen yazılımını içine almaktadır. Bu yazılım da ahiret alemlerindeki vücut yapısına uygun bir yazılım olacağı açıktır.

Yani ahiret alemlerindeki cisimler ruh sürati ve hayal hızına uygun bir cisim ve vücut yapısına sahip olacaklar. Bu da “acbüzzeneb” tohumu içine yazılan kotların ahiret alemlerindeki yaşayışa uygun olacak cisimlerin kotlarını taşıdığını ihtar eder. İşte ahiret alemlerinde her şey ışıktan hızlı, ruh ve hayal süratinde gerçekleşeceği için, bu yazılan yazılımın da hız seviyesi o derece yüksek olacaktır. Evet bu dünya şartlarında DNA kotları elektronlar ve atomlar ile yazılmış. Ahiret alemlerinde ise daha ileri düzey bir yazı mürekkebi kullanıldığı açıktır. İşte bu mürekkep “nur” mürekkebidir. Yani ahiret alemlerindeki DNA yazıları nur ile yazılmıştır. O nedenle nur maddesi ışıktan hızlı ve ruh ve hayal süratine uyum sağlayacak bir özelliğe sahiptir. İşte “acbüzzeneb” içine yazılan kotlar nur ile yazılmış ve ahiretteki maddi vücudun yapısı böylece nurani bir mahiyet kazanacaktır. Bu hakikate fen ilimleri “takyon teoremi” ile bir ölçüde yaklaşmış olsalar da daha işin mahiyetini tam olarak kavrayamamışlardır.

İnsan kainat ağacından süzülmüş bir çekirdektir

İnsan kainatın meyvesidir. Yani kainat bir ağaç ise neticesi insan olarak gözüküyor. Bu da insanın mahiyetine bir kainat bilgisinin yazıldığını gösterir. İnsan ise sprem ve yumurtalık denilen iki üreme hücresinin birleşmesi yolu ile yaratılır. 46 kromozom içine paketlenmiş genetik kotlar üzerinde bir insanın tüm bilgisi yazılmış. İnsan kaintın meyvesi olduğu için o genler içine tüm kainatın da bilgisi yazılmış. İşte bu harika ve mükemmel yazılım bir kitaba işaret eder. Kitap ise doğrudan bir yazara ve katibe işaret eder. Yani insanda yazılan DNA ve gen doğrudan İlahi bir ilme, İlahi bir kaleme, İlahi bir iradeye ve kudrete işaret eder ve perde arkasında O harika Zattan haber verir.

Onun için DNA da doğrudan doğruya Yazıcısını, Programcısını ve Yazıyı yazan Alimini tanımlar ve tarif eder. İşte şu gelen ifadeler bu muazzam hakikate işaret ederler.

Hem nasıl ki, bir kavunun meselâ herbir çekirdeğinde o kavun temerküz ediyor. Ve o çekirdeği yapan Zât, elbette odur ki, o kavunu yapar, sonra ilminin hususî mizanıyla ve hikmetinin ona mahsus kanunuyla o çekirdeği ondan sağar, toplar tecessüm ettirir. Ve o tek kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiçbir şey o çekirdeği yapamaz. Ve yapması muhaldir.

Aynen öyle de, Rahmâniyetin tecellîsiyle kâinat bir ağaç, bir bostan ve zemin bir meyve, bir kavun ve zîhayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan, elbette en küçük bir zîhayatın Hâlıkı ve Rabbi, bütün zeminin ve kâinatın Hâlıkı olmak lâzım gelir. (Şualar, s. 229)

Çekirdekteki DNA Esma-ü Hüsna’dan haber verir

Canlı mahlukatın çekirdeklerindeki yazılım Allah’ın isim ve sıfatlarına işaret eder, o isimlerin tecellilerinden haber verir. Mesela bir ağacın aslı olan çekirdeği İsm-i Evvel, meyvesi ise ism-i Âhir’den haber verir. Zaten tüm mahlukat bir ölçüde Allah’ın isim ve sıfatlarına bir ayna hükmündedir.

İsm-i Evvel ile işaret edildiği gibi, her bir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdek öyle bir sandukçadır ki, o ağacın programını ve fihristesini ve plânını; ve öyle bir destgâhtır ki, onun cihazatını ve levazımatını ve teşkilâtını ve öyle bir makinedir ki, onun iptidadaki incecik vâridatını ve lâtifâne masârifini ve tanzimatını taşıyor.

Ve ism-i Âhir’le işaret edildiği gibi, her bir ağacın neticesi ve meyvesi öyle bir tarifenamedir ki, o ağacın eşkâlini ve ahvâlini ve evsafını, ve öyle bir beyannamedir ki, onun vazifelerini ve menfaatlerini ve hassalarını; ve öyle bir fezlekedir ki, o ağacın emsalini ve ensâlini ve nesl-i âtisini o meyvenin kalbinde bulunan çekirdeklerle beyan ediyor, ders veriyor. (Şualar, s. 59)

Kalp çekirdeği DNA gibidir

Risale-i Nurda bazı tabirler ve izahlar vardır ki, günümüzde ulaşılan fenni seviyenin çok ötesindedir. Mesela DNA konusu daha 1920 yıllarından itibaren Nurlarda yer almaya başlamış. Öyle ki “çekirdek içindeki yazılım, program, küçük kitap ve fihriste” gibi kelimeler ile neredeyse bu günkü modern izahlar kadar geniş açıklamalar yapılmış. DNA içinde yazılan genetik kotlar gün yüzüne çıkarılmış ve bu yazılım içindeki tevhit mühürleri gösterilmiş.

Fakat DNA sadece maddi yapı ve yazılımla ilgili bir konu. İşte şu gelen ifadelerde daha ileri bir yazılıma dikkat çekilmiş. İşte o yazılım ahiretteki vücudumuzun ve hayatımızın temel çekirdeği olacak olan insan kalbine, ya da kalp çekirdeğine yazılan yazıdır.

“BEŞİNCİ MEYVE: Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir.(Sözler, s. 487)”

Mezkur ifadede geçen “umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini” tabiri hem çok sırlı bir ifade, hem de ileri seviye bir yazılımın varlığına işaret eden manevi bir yazılımın habercisi olan bir ifadedir.

Zikir kalp çekirdeğini inkişaf ettirir

İnsan kainat ağacının bir meyvesi ve çekirdeği hükmünde. Bir çekirdek ise menşei olduğu ağacın tüm maddi ve manevi özelliklerini taşıdığı gibi, insan da kainatın mucizevi bir meyvesi olduğundan kainattaki tüm maddi ve manevi yapının mahiyet ve özelliklerini bünyesinde taşımakta. Bu da gösteriyor ki, kainatın tüm özellikleri ve ahiretteki hayatın mahiyeti de insan denen çekirdekte yazılmış.

Yani insan kainatın yazılımını taşıyor. Fakat kendi mahiyetine yazılan bu yazıların inkişaf ettirilmesi ve açığa çıkarılması ise insanın iradesine verilmiş. İnsanı mükemmel bir yazılım ve program olarak kabul edersek bu programı çalıştırmak ve işletmek insanın elindedir. İşte bu hakikat de insandaki temel yazılımın tekrar programlanabilir ve geliştirilebilir bir işletim sistemi ve yazılım olduğunu ispat eder.

Bu hususa işaret eden bir ifade Mektubat adlı eserde şöyle geçmektedir:

Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i mânevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitaplar gösteriyorlar.

İşte, madem kalb ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek haletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve herhalde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlâhî ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir. (Mektubat, s. 628)

Mezkur ifadede geçen “ kalbi işlettirmek” tabiri insanın mahiyetine yazılan programın geliştirilmesi ve yazılımın inkişaf ettirilmesine işaret eder. Çünkü insan bir yazılımın neticesidir. Ancak bu program ve yazılım insan iradesine göre yeni üretimler, yeni programlar ortaya çıkarıyor. Bu hakikate göre insan, iradesini kullanarak kendi mahiyetinde yazılan yazılım programını, kalbi işlettirme yoluyla ya Cennete uygun bir mahiyete getirir, ya da mahiyetine virüs kaptırarak cehennemin odunu şekline sokar. Bu mühim hakikate ise Risale-i Nurda “elmas ve kömür ruhlar” tabiri ile dikkat çekilmiş.

DNA ve genetik Allah’ın güzel isimlerini yansıtır

Harika bir kitap nasıl ki harika bir katibe ve o kitabın yazarına işaret eder. Mükemmel çalışan bir bilgisayar programı o programı yazan zekanın varlığından haber verir. Bir robot hareket etmesi ile onu yapan ve onun hareketini sağlayan bir mühendisin varlığını ve kabiliyetini gösterir. İşte aynen öyle de DNA içindeki harika yazılım da onu yazan bir Alime ve Hakime işaret eder ve o harika kotları yazan ve icra eden bir Musavvvir ve Mukaddir olan Kadir ve Mürid Zat-ı Zülcelali ve Zülkemali tanımlar ve Onun varlığından ve birliğinden haber verir. Bu nedenle, DNA ve genetik kot dediğimiz mesele canlı hayat üzerine vurulmuş en parlak ve en nurani bir tevhit mührüdür.

Şualar adlı eserde beyan edilen bu mühim hakikate Nurların daha bir çok yerinde temas edilmiştir:

Evet, gözümüzle görüyoruz ki, bütün o mâsum yavrucuklar ve o mübarek mahzencikler, sandıkçıklar; bir Alîm-i Hakîmin ilmiyle hem umumu, hem her bir ferdi, birden bir uyanmak ve gaye-i hilkatine yürümek için bir hareket alırlar. Hakikat nazarıyla bakanlara bin bârekâllah, yüz bin mâşâallah dedirtirler.

Evet, meselâ nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler, her biri birden ilimden gelen bir ince nizam ve o nizam, maharetten gelen tam bir mizan içinde; o mîzan, yeni bir tanzim, o ise taze bir ölçü ve tevzin içinde; o dahi bir temyiz ve terbiye ve müteşabih emsalinden kasdî fârika alâmetleri içinde; o da, san’atlı bir tezyin ve süslemek içinde; bu dahi hakîmâne, lâyık, mükemmel cihazat ve tasvir içinde; bu ise kerîmâne, rızık isteyenlerin zevklerini memnun etmek için, o mahlûkların ve meyvelerin etleri ve yenilen kısımları ihtilâf içinde; bu ise âlimâne, mu’cizâne, ayrı ayrı nakışlar, ziynetler içinde; bu da ayrı ayrı güzel, hoş kokular ve lezzetli tatlar içindeki, kemâl-i intizam içinde, birbirinden mütemayiz, ayrı iken kesret ve sür’at ve vüs’at-i mutlaka içinde, sehivsiz, hatâsız, bütün onların suretlerinin inkişafları ve her mevsimde o harika halin devamı içinde bütün o mübareklerin her biri ve beraber, bu mezkûr on beş dil ile ustalarının harika maharetini ve mu’cizatlı ilmini göze gösterip Allâmü’l-Guyûb, Vâcibü’l-Vücud Sânilerini güneş gibi bildiriyorlar. (Şualar, s. 791)

İç içe geçmiş DNA yapıları

Risale-i Nurda ispat edilen en mühim hakikatlerden birisi de “tecezzi hakikatidir.” Yani kainatın bir bütün olduğu ve bölünemez bir yapıda olduğu hakikatidir. Bu nedenle her şey her şeyle alakalıdır. Bir atom, bir molekül, bir hücre, bir vücut, bir dünya ve galaksiler bir biri içine girmiş bir bütünlük arz eder. Hiçbir yapıyı bu bütünlük içinde ayırmak ve ayrı bir tahlile tabi tutmak mümkün değil. İşte DNA ve gen denilen hadise de bir bütünlük içinde ele alınmalıdır.

İşte bu bütünlük ve bölünmezlik şu şekilde ifade edilmiş:

Herşeyde, hususan zîhayat masnulardaki hilkat fevkalâde san’atkârane olmakla beraber, bir çekirdek bir meyvenin ve bir meyve bir ağacın ve bir ağaç bir nev’in ve bir nev’ bir kâinatın bir küçük nümunesi, bir misâl-i musağğarası, bir muhtasar fihristesi bir mücmel haritası, bir mânevî çekirdeği ve ilmî düsturlarla ve hikmet mizanlarıyla kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer câmi’ noktası ve mâyelik birer katresi olduğundan, onlardan birisini icad eden zât, herhalde bütün kâinatı icad eden aynı zâttır. Evet, bir kavun çekirdeğini halk eden Zât, bilbedahe kavunu halk edendir; ondan başkası olamaz ve olması muhal ve imkânsızdır.(Şualar, s. 51)

Bu ifadeler tüm canlı mahlukatın temelinde çekirdek içinde yazılmış olan ilahi bir yazılımının ve programın olduğunu ne kadar da harika bir şekilde ifade ediyor. Gerçekten de tüm canlı dünyasının en temel yapısı hücre ve hücrenin de en temel özelliği çekirdek içindeki yazılım olan genetik yapıdır.

Kainatta her şey yazılıdır

DNA ve genetik, doğrudan kader denilen en mühim ve sırlı bir hakikati yansıtan en önemli bir yazılımdır. Çünkü bir canlı DNA’sında o canlının başına gelecek her türlü faaliyet yazılmış. DNA bir ölçüde kader yazılımıdır. Tekvini ayetler DNA denilen kotlar üzerinden yazılmaktadır. Her şey bir programa ve ölçüye göre tanzim edilmektedir. DNA ile kader arasındaki bu sıkı bağ ayrı ve derin bir araştırma konusudur. Bu konu uzmanları tarafından araştırmayı beklemektedir. Bu konuda işte şu ifadeler bu hakikate işaret eder:

Evet, şu kâinat kitabının manzum mektubatı ve mevzun âyâtı şehadet eder ki, herşey yazılıdır. Amma, vücudundan evvel herşey mukadder ve yazılı olduğuna delil, bütün mebâdi ve çekirdekler ve mekadir ve suretler birer şahittir. Zira, herbir tohum ve çekirdekler, kâf nun tezgâhından çıkan birer lâtif sandıkçadır ki, kaderle tersim edilen bir fihristecik, ona tevdi edilmiştir ki, kudret, o kaderin hendesesine göre zerrâtı istihdam edip, o tohumcuklar üstünde koca mu’cizât-ı kudreti bina ediyor. Demek, bütün ağacın başına gelecek, bütün vakıâtıyla çekirdeğinde yazılı hükmündedir. Zira tohumlar maddeten basittir, birbirinin aynıdır; maddeten birşey yoktur. (Sözler, s. 632)

Nasıl ki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehâsında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar, belki ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasıl ki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra gelecek baharlarda bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u hâricî gibi, o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır. (Sözler, s. 165)

DNA yapısı cennet ve cehenneme bakan özellik ihtiva ediyor

İkinci ve Sekizinci Sözlerde ispat edildiği gibi, iman, mânevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür dahi, mânevî bir cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür, Cehennemin bir çekirdeğidir. (Sözler, s. 677)

Bu ifadeler DNA denilen kader yazılımının yeniden programlanabilir mahiyette olduğuna işaret etmektedirler. Çünkü bu dünyadaki yaşam şartları için yapılan program, insan iradesi ile işlettirilerek ahirette ya Cennet, ya da Cehenneme uygun bir mahiyet kazanacaktır.

DNA o nevin manevi bir şeklini taşır

DNA kainat yazılımıdır. Kainat bir hologram gibi düşünülürse bu büyük hologramın canlı dünyasına yansıması DNA üzerinden olmaktadır. İşte DNA küçük bir kainat yazılımıdır. Kainat ise büyük bir DNA yazılımıdır.

Mektubat’ta bu muazzam hakikate şu şekilde işaret edilmiştir.

Evet, acaib-i san’at ve garaib-i hilkat noktasında cüz’iyat külliyattan geri değil; çiçekler yıldızlardan aşağı değil; çekirdekler ağaçların mâdûnunda değil; belki çekirdekteki nakş-ı kader olan mânevî ağaç, bağdaki nesc-i kudret olan mücessem ağaçtan daha aciptir. Ve hilkat-i insaniye, hilkat-i âlemden daha aciptir. Nasıl ki bir cevher-i ferd üstünde, esir zerrâtıyla bir Kur’ân-ı hikmet yazılsa, semâvât yüzündeki yıldızlarla yazılan bir kur’ân-ı azametten kıymetçe daha ehemmiyetli olabilir. Öyle de, çok küçük cüz’iyatlar var, mu’cizât-ı san’atça külliyattan üstündür. (Mektubat, s. 359)

Ruh ve DNA ilişkisi

Ruh ile DNA arasında nasıl bir ilişki var? Bu konu da ciddi bir araştırma konusudur. Bu konuyu başka bir başlık altında incelemek üzere Risale-i Nurdan iki anekdotu nazarlara sunuyoruz:

Nurânînin timsali hayy-ı murtabittir. Kesifin timsali, meyyit-i müteharriktir. Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misâlin pencerelerinde temâşâger bir ruhun gayr-ı mahsûr timsalleri de birer ruh-u mütecessittir. Havassına maliktir, onun gayrı değillerdir.(İlk Dönem eserleri, Tuluat, s. 365)

Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayatı gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nev’i hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küre kadar büyüse, ona benzemeyecek mi?

Hayatı varsa, ruhu da vardır. İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki, bir cesetteki âzâ, eczâ, zerrat, izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârı gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevahir-i fert hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır?

Şu âyet dehşetli bir sırrı telvih eder. Kesretin mebdei vahdettir, müntehâsı da vahdettir. Bu bir düstur-u fıtrattır.

Kudret-i ezeliyenin feyz-i tecellîsî ve eser-i ibdâı olan kâinattaki kuvvetten umum zerrata, her bir zerreye birer zerre-i câzibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatın rabıtası olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inşa ve icad etmiştir. Nasıl ki, zerratta reşahat-ı kuvvet olan cazibelerin muhassalası bir cazibe-i umumiye vardır. O da kuvvetin ziyasıdır. İzabesinden neş’et eden bir istihale-i lâtifesidir.

Kezalik, kâinata serpilmiş katarat ve lemeat-ı hayatın dahi muhassalı bir hayat-ı umumiye var olmak gerektir. Hayat varsa ruh da vardır. Öteki gibi müntehâ-i ruh bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi, hayat-ı ezeliyenin tecellîsidir ki, lisân-ı tasavvufta “hayat-ı sâriye” tesmiye ederler.

İşte, ehl-i istiğrakın iştibahının sebebi ve şatahatın menşei, şu zılli, asla iltibas etmeleridir. (İlk Dönem Eserleri, Sünuhat, s. 307)

Ruha benzeyen yazılım:DNA ve Genetik

Benzer tarzda “ruha benzeyen o çiçeğin kanun-u teşekkülü” ifadesi ile doğrudan ruh ile genetik yapı arasından doğrudan bir bağlantı kurulmuş. Bu konu da yine ruh ile DNA arasındaki bağlantı konusuna girdiği için sadece zihinlere kapı açmak babında aşağıdaki ifadeleri araştırmacıların dikkatine sunuyoruz.

Madem bir parçacık ruha benzeyen o çiçeğin kanun-u teşekkülü, timsal-i sureti bir Hafîz-i Hakîm tarafından ibkà ediliyor, dağdağalı inkılâplar içinde kemâl-i intizamla zerrecikler gibi tohumlarında muhafaza ediliyor, bâki kalır. Elbette, gayet cemiyetli ve gayet yüksek bir mahiyete mâlik ve hâricî vücut giydirilmiş ve zîşuur ve zîhayat ve nuranî kanun-u emrî olan ruh-u beşer, ne derece kat’iyetle bekàya mazhar ve ebediyetle merbut ve sermediyetle alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl “Zîşuur bir insanım” diyebilirsin?

Evet, koca bir ağacın bir derece ruha benzeyen programını ve kanun-u teşekkülâtını, bir nokta gibi en küçük çekirdekte derc edip muhafaza eden bir Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, bir Zât-ı Hafîz-i Bîzevâl hakkında, “Vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder?” denilir mi? (Sözler, s. 697)

En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervâh-ı bâkıye sahibi olan insan ne kadar bekà ile alâkadar olduğu anlaşılır. Çiçekli ve meyveli koca nebatatın bir parça ruha benzeyen herbirinin kanun-u teşekkülâtı, timsal-i sureti, zerrecikler gibi tohumlarda kemâl-i intizamla, dağdağalı inkılâplar içinde ibkà ve muhafaza edilmesiyle; gayet cem’iyetli ve yüksek bir mahiyete mâlik, haricî bir vücut giydirilmiş, zîşuur, nuranî bir kanun-u emrî olan ruh-u beşer ne derece bekà ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.(Sözler, s. 118)

Mezkur ifadede “ruha benzeyen” tabiri ile çekirdek içinde yazılan DNA ve genetikteki teşekkül kanununa dikkat çekilerek ruhun da bir yazılım veya işletim sistemi mahiyetinde olduğu haber verilmektedir. Bu konu da yine ruh bağlamında ele alınması gereken çok derin ve sırlı bir konudur. Bu konuyu araştırmacılara bırakıyoruz.

Sonuç

Bu kısa çalışmada Risale-i Nurdaki DNA ve genetik konusunu işlemeye çalıştık. Elbette ki bu konuda daha söylenecek daha çok şey var. Bu konu bir ölçüde konunun uzmanlarını da ilgilendiriyor. Özelikle Gen Mühendisliği konusunda çalışanlar daha farklı açılımlar yapacaklardır. Bilhassa DNA konusunun ahirete ve bu yaşamla ilgili bir hayatın şartlarına bakması çok derin bir konudur. Umuyoruz ki gelecekte yapılacak daha kapsamlı araştırmalar konunun daha da açılmasına vesile olacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*