Doğu-Batı arasında Öğretmen Bey Köprüsü

-Bilinmeyen Akil-

Yaşantısını öğretmen olarak sürdürmeyi hedefledi. Okudu. Belirlediği hedefine vardı ve öğretmen oldu. Anadolu’nun ücra bir köşesine atanmıştı. Bir köy öğretmeniydi. Doğunun bir köyüydü burası. Erzincan’a bağlıydı. Güzel bir köydü. “Türk köyü” olduğu bilinirdi.

İlk defa atandığı bu köyde, köyün ileri geleni Hacı Muzaffer dayı ile karşılaşmıştı. Selâm vererek yaklaştı köylülere öğretmen. Bir akşam vaktiydi. Minareden okunan ezana mukabil cami cemaatine iştirak etmişti. Muzaffer dayı “ula oğul” dedi. Kendine has şivesiyle, “Bu öğretmen bizi kandırmasın? diye fısıldamıştı yanındakilere. “Böylelerini çok gördük” diyerek bakışını sürdürerek eklemişti.

Zaman geçmişti. Olumlu tutum ve davranışının yanı sıra bilgisiyle öne çıkan öğretmen bey, köy odasında dünya ve memleket meselelerinden bahislerle bu zamandaki en büyük hastalığın iman zafiyetinin yanı sıra doğru bilgi eksikliklerini mevzu bahis yapıyordu. Beslendiği kaynaktan bahse koyulmuştu. Çağın manevi hastalıklarını ilmi ve imanî eserler okuyarak izhara koyulmuştu.

Köyün gençleri tepkiliydi, sonradan kaynaşmışlardı. Muzaffer dayı “ula oğul böyle bir öğretmen hiç gelmemiş hem hoca hem imam gibi…” diyerek köylülerle öğretmen beyin kaynaşmasına vesile olmuştu. Hayatın doğru ekseninde.

Aradan iki yıl gibi zaman sonrası bir başka şehre atanan öğretmen bey için “keşke gitmeseydi. Gitmemesi için bağlı kuruma dilekçeyle müracaatta bulunmuşlardı.
Zaman, öğretmen beyi köylülere sevdirmişti.

Öğretmen bey de köylüleri.

Erzurum’a bağlı Çat ilçesinde bulunan köydü. “Alevî köyü olarak bilinirdi.” Bu köye atanmıştı öğretmen bey. Kucakladığı köylüler farklı bir öğretmen, ama iyi… diyerek kanaatlerini birbirleriyle paylaşabiliyorlardı.

Uzak bir köydü, kış aylarında, aylarca yolu kardan kapalı kalırdı.

“Ortak payda” değerleriyle kaynaştırmaya yönelik hareketleri Alevî vatandaşların arasında olumlu görülüyordu. Ülke, bayrak, millî ve manevî değerler eksenindeki unsurları yapıcı bir üslûpla dile getiren öğretmene karşı sempati duyuyorlardı köylüler.

Kim hangi fikri benimserse onda bir beis görmeyen öğretmenin köylülere yaklaşımı hep olumlu oldu.

Atandığı köyde uzun süre kalmamıştı. Tayini bir başka mekâna çıkarken, köylülerle kucaklaşma içindeydi.

Hakikî Alevîlerle inanç birliğini paylaşmanın verdiği anlayış, Alevî vatandaş olan köylüler üzerinde olumlu kanaatler bırakmıştı. “Güle güle öğretmen bey” diyorlardı, köylüler.
*
Çok kültürlü bir şehirdi Mardin…
Güneydoğu bölgemizdeki bu ilin bir hususiyeti de çeşitli medeniyetlerin izlerinin oluşuydu.
Derik ilçesine bağlı “Kürt köyü” olarak bilinen bir köydü öğretmen beyin atandığı görev yeri…

Mardin gecelerinin sessizliği içinde gece yarıları “ilginç” hadiselere şahit oluyordu öğretmen bey. Gece yarılarında “operasyon” adına araziye çıkan asker gruplarıyla muhatap oluyordu. Okulda sabahlama adına geceyarısı gelen askerî timlere okulu misafirhane yapıyordu.

Uzun yıllardır bölgede cereyan eden terör hereketleri halkı canından bezdirmişti. “İki arada bir derede kalan” vatandaşlar huzur istiyordu. Çözüm neydi? Terör, cehalet, fakirlik ve yöre insanını anlamayan resmî anlayış.

“Öğretmen bey” dedi muhtar Adem. Sonra da köyün ileri geleni olan Hemo “Biz ne yapacağız?” diye soruyordu.

Cehalet, fakirliğin yanı sıra devlete hakim ideolojinin yaptığı yanlışlara mukabil neler yapılabilirdi? Öğretmen bey çözümü, “Kardeşlik” diye öneriyordu. Doğru istikametteki kardeşlik ve birde şefkatli yaklaşım Kürdün Türk’e, Türkün Kürt’e bir üstünlüğü yoktu. Çare “Din Kardeşliği Modeliydi. “He valla” diyordu köylüler.
*
Kaderi İlâhî öğretmen beyi Bursa’nın Orhaneli ilçesine sevk etmişti. “Osmanlı” oldukları söylemleri mevcuttu. Görev yaptığı mekân; yani bir Osmanlı köyü idi. İnançlarında kavi, beşerî ilişkilerinde nezaket mevcuttu, “Kürt Öğretmen” yakıştırmasıyla muhatap oluyordu öğretmen bey.

“Kürt, Türk, Acem, Arap…” Ne fark eder, ortak payda inanç birliğiydi diyordu.

Üstünlüğün sadece takvada olduğu gerçeğini anlatıyordu. Doğru dinin, doğruluğa lâyık dinin tahkiki bir biçimde algılanıp yaşanılması kanaatini paylaşıyordu köylülerle. Olumlu bakmışlardı öğretmenin tutum ve davranışlarına.
*
Van’a bağlı Başkale ilçesine eğitim idarecisi olarak atanmıştı. Genç bir kaymakamla muhatap oluyordu. Aşirete dayalı sosyal hayat içindeki sıkıntıların yanı sıra terör denilen belânın bu yöredeki mevcudiyeti devam halindeydi.

Eğitim yoluyla insanlarımızı eğitmeliyiz, deniliyordu. Fakat eğitimde hangi kaide ve metodla? diye soruluyordu.

Gelen resmî ve gayriresmî insanlara doğru istikametteki eğitimle yöredeki problemlerin izale olabileceğini savunuyordu öğretmen bey. Demokrasilerde olmayan resmî ideolojinin hakim olduğu bir mevcut eğitim sistemiyle doğru sonuca varılamayacağının inancını izhar ediyordu.

Ağalığa dayalı bir sosyal hayatın varlığı, problemli yörelere gönderilen genç idarecilerin mevcut potansiyeli kaldıramadığı, devlet millet ilişkilerinde sıcak ve hakikî kaynaşmayı gerektiren kriterlerin icra-i faaliyet sahasına konulamadığı, din unsurunun özündeki gerçeklerle yaklaşımların yapılmadığı eksiklikler yöredeki problemlerin uzamasına sebepler olarak yapılan değerlendirmeleri kapsıyordu.

Çözümü ekonomik ve sosyal iyileştirmenin yanı sıra “Din Kardeşliği” modelinde gördüğünü ifade ediyordu öğretmen bey.

Bölgede din hissinin galip olduğu gerçeği içinde…
*
Bursa’ya atanmıştı öğretmen bey…
Eğitimci idarecisi olarak muhatap olduğu bir üst amirinin “tuhaf” sualleriyle karşılaşmıştı.
Ehemmiyet vermemişti.
Doğru olanı mı yapmıştı?

“Doğudan gelmiş” deniliyordu. Dindarlığının öne çıktığı tutum ve davranışın olumluluğu onu “iyi insan” söylemleriyle özdeşleştirmişti. Boşnak, yerli, Gürcü, Türk, Kürt unsurlarına sahip insanların yaşadığı mekândı burası. Ortak paydalar içinde birlikte yaşandığı şehir insanlarıyla dost ve kardeş olmuştu. Doğu ile batı arasında bir köprüydü öğretmen bey…

Bilinmeyen akil miydi?
Onu da ilgililerin ferasetine havale ediyordu.
Bilmem ki, ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*