Doğu ve Güneydoğu´nun Temel Sorunu

Kürtlerin Talepleri

Her şeyden önce Türkiye’nin birçok vilayetinde yaşayan Kürt vatandaşların talepleri ile terör örgütünün isteklerini birbirinden ayırmak gerekir. Kabul etmeliyiz ki, Kürtlerin son derece masumane ve haklı sayılabilecek bazı temel talepleri vardır. Bunların başında kendini Kürt olarak görme ve Kürtçe yayın, yani dilini serbestçe kullanma gelmektedir. Evet, onlar kendilerini Kürt olarak görmek istiyorlar. Dillerini çocuklarına rahatlıkla aktarabilecek bir özgürlük ortamında yaşamak istiyorlar. Kürtler dindar oldukları için dinlerini özgürce ve hiçbir baskı altında kalmadan yaşamak istiyorlar. Bugüne kadar Kürtçenin bir dil olarak benimsenmesi, bilimsel olarak nesilden nesle aktarılması ve Kürtçenin kitap dili olarak kullanılması, kısacası Kürtçenin bir eğitim dili olarak kabul edilmesi konusunda Türkiye’de önemli bir adım atılmamıştır. Kürtler, kendi dillerini özgürce konuşmak istemelerine karşın bugüne kadar Kürtçe, hiçbir şekilde Türk eğitim sistemine dâhil edilmemiştir.

Son zamanlarda Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde kültürel haklar bakımından Kürtlere cömertçe davranılmasına rağmen, ne yazık ki, kültürel gelişmelerle ilgili adımlar, hep devletin yapısındaki koyu milliyetçilik ruhu engeline takılmıştır. İki örnek üzerinde durabiliriz: Birincisi Kürtçe kurslardır. Kürtçenin dil olarak değerinin anlaşılması bakımından son derece önemli olan dil kurslarının açılmasına izin verilmiş, ancak yaşama şansları olmadığı önceden belli olan bu kurslar bazı engellemeler ve ekonomik nedenlerden dolayı açıldığı gibi kapanmıştır. Bazıları Kürtçe kurslarına yönelik bu ilgisizlikten memnun kalarak: “Gördünüz mü, işte Kürtçe kurslarına duyulan ilgi bu kadar. Demek kimse Kürtçe öğrenmek istemiyor” demeye başladılar. Kuşkusuz bu bakış açısı haklı değildir. Çünkü hiçbir Kürt, para vermek suretiyle anadili olan Kürtçeyi kurslarda öğrenmek istemez. Zaten kursların amacı, Kürtçenin bir eğitim dili olma statüsüne yükseltilmesidir.

İkinci örnek Kürtçe televizyon yayınlarıdır. Bilindiği gibi yıllar süren çetin tartışmalardan sonra, Avrupa Birliği’nin baskısıyla TRT’de süre ve kapsam bakımından sınırlandırılmış bir yayın programı başlatılmıştır. 80’li yıllarda “Kürt” sözcüğünün telaffuz edilmesi bile zor iken bugün devlet kurumu olan TRT’den Kürtçe yayın yapılıyor ve daha da önemlisi özel Kürtçe televizyon yayınları başlamış bulunuyor. Bu alandaki demokratikleşme sürecinin yeterli olduğunu kimse iddia edemez; ama gelinen noktanın da küçümsenmemesi gerekiyor. Ancak ne teröre karşı verilen önemli silahlı mücadele ne de demokratikleşme alanında yaşanan gelişmeler Türk ve Kürt halkının acılar yaşamalarına engel olamıyor. Hala kan akıyor, hala şehit cenazeleri memleketlerine gönderiliyor.

Yayın alanında sağlanan bu önemli adımın Kürtler tarafından benimsenmemiş ve kimseyi tatmin etmemiş olması garipsenecek bir durum değildir. Çünkü yayınlarda samimiyet ve doğallık yoktur. Oysa Kürtçe yayın devlet televizyonlarında serbestçe ve usulüne uygun olarak yapılmadığı takdirde, bu boşluğun kimler tarafından doldurulduğunu bilmeyen yoktur. Bugün Doğu ve Güneydoğu’nun bütün yerleşim bölgelerinde, uydudan yapılan propaganda amaçlı Kürtçe yayınlar izlenmektedir. Kürtleri bu yayınlardan çekmenin tek yolu, alternatif ve samimi Kürtçe yayınlardır. Kürtlerin dili, kültürü, folkloru ve dini hayatı bu programlarda, bilenler tarafından anlatılmalıdır. Aksi takdirde uydudan yayın yapanlar halka direktif vermeye ve gençleri dağa çekmeye devam edeceklerdir.

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Bugün tüm dünyada ve insanlık aleminde olduğu gibi, Türkiyede de bireysel ve toplumsal olarak, bir doğru “inanç”, “tanıma ve tanımlama” sorunu var. Temel inanç ve karakterlerinden kopartılmış ve yabancılaştırılmış insanları suni birkaç vaadlerle tatmin edip yatıştırmayı ve bu şekilde sorunların bitirileceğini düşünmek hayalcilikten başka birşey değil.
    İnsanın hayatına yön veren, huzur veren, tatmin eden, düzen veren İLAHİ İNANÇ ve ÖĞRETİLERDİR.
    İnsanlar bu istikamette yönlendirildiğinde, bu değerler aşılandığında yani vahiy kültürüyle tanıştırıldığında huzur ve ihya bulur ve bunun için çaba sarfeder. Kendisini ve tüm insanları “insanlık ailesinin” bir ferdi, dolayısıyla bir kardeşi görür ve sayar.
    Bütün sorunların temeli, İLAHİ VAHYİ devre dışı bırakma ve toplum hayatından uzak tutma çabasından kaynaklanıyor.
    Türkiyede ve Güneydoğuda da yapılan ve yapılmak istenen budur. Dolayısıyla soruna verilen bütün “adlar” da doğru tanımlamalar değildir. Teşhis yanlış konulunca, ilacın ve tedavinin yanlış olması kaçınılmazdır.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*