Doğu´da Batı´da Bediüzzaman´ı tanıyor ve okuyor

Bediüzzaman’ın Anadolu sınırlarını aşıp, tüm dünyada tanınması yeni değil. Enver Paşa’nın Askerî Matbaada basılmasını sağladığı ve hilâfetin imkânlarıyla en uzak ve ücra İslâm toplumuna gönderdiği İşarat-ül İcaz’dan günümüze diğer Nur Risâlelerinin de dünyanın her tarafına dağıldığını ehl-i ilim bize haber veriyor.

Risâle-i Nur’un Kur’ânî cazibesinden olacak ki, dünya Müslümanları o­nları buldukları yerlerde sahiplenmiş ve ana dillerine çevirmeye çalışmışlar. Hacda, Avrupa’nın herhangi bir üniversitesinde veya bir İstanbul seyahatinde ulaştıkları bu eserleri, memleketlerindeki insanlara heyecanla ulaştıran bu bahtiyarların oluşturdukları halkalar o kadar geniş ve çokluktadır ki birilerinin Risâle-i Nur yalnızca şu dillere çevrilerek şu coğrafyalarda okunuyor denilmesine bugün için imkân yok.

Arapça, İngilizce, Almanca ve diğer meşhur dillerden istifade ile yapılan tercümelerin bugüne kadar imkânsızlıklardan dolayı belli kaynaklarda toplanamayışı veya bilimsel olarak takip edilmeyişi de Risâle-i Nur’un dünya dillerindeki “Sırren Tenevveret” suretiyle derinden derine yayılışının çerçevesini gizlemiştir. Yalnızca bu Kur’ânî eserlerin akisleriyle karşılaştığınızda muhatabınızın Bediüzzaman Hazretlerini tanıdığını anlıyorsunuz. Bilhassa Avrupa da İslâmiyete alâka duyan ehl-i ilim, hadiseleri yorumlamada Risâle-i Nur perspektifini kullanıyor. Eserlerdeki ilmî derinlik İslâm âleminde ekseriyetle âlimlerin mütalaasına imkân sağladığından, Anadolu’da olduğu gibi her tabakanın Nurlara muhatap olduğunu henüz söyleyemiyoruz. Daha ziyade üniversite çevreleri, mütefekkir ve yazarlar alâkadar oluyor.

İnternette yüzlerce Risâle-i Nur’u anlatan, tanıtan sayfalar, denilebilir ki hiçbir Nur talebesinin ulaşamadığı yerlerde Nur medreselerinin açılmasına sebep olmuş. Veya Avustralya’dan Kanada’ya kadar gurbete düşmüş Müslümanların evlerini birer medreseye çevirmesine vesile olmuş. Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerine ısrarla tavsiye ettiği “Müfritâne irtibatı” mucizevi bir şekilde sağlamış oluyorlar.

Düne kadar Avrupa’da Bediüzzaman’ı yalnızca İslâm’a ilgi duyanlarla, vazifeleri icabı şarkla münasebeti olanlar biliyorlardı. Bugün ise; insanlığın ve dünyanın geleceğini düşünen ve bu endişe ile kıvranırken etrafında çözüm arayan hemen hemen herkes Bediüzzaman’la muhatap olabiliyor. Meselâ, hakperest bir sosyolog insaniyetperver bir tarih araştırmacısı veya papaz, Türk aydınından çok fazla Bediüzzaman’ı tanıyabiliyor.

Risâle-i Nur’u tanıyanlardan Türkiye’ye karşı devamlı bir serzeniş işittim. Bu serzeniş ya o­nların bugüne kadar bu hakikatleri ketmetmelerinden veya yeterince Risâle-i Nur’dan istifade edemeyip âlem-i İslâmın yol göstermemelerinden kaynaklanıyordu. Yakın tarihimizi ve Üstadın tarihçesini bilmeyenlerin bu serzenişlerinde çok da haklı olmadıklarını kendilerine anlatmak da kolay olmuyor. 20. asır tarihimizi doğru olarak özetlemek uzun zaman alıyor.

Burada öne çıkan Türkiye Aydınının yeterince Bediüzzaman’a sahip çıkmayışı da gözleniyor. Selanik’in Osmanlı Devletindeki “dinsiz ve dessas Avrupa” karakolluğunu nasıl yaptığını ve daha sonra Selanik ruhunun İstanbul ve Ankara’yı nifakla nasıl iğfal ettiğini bilemeyen yabancılara yakın geçmiş tarihimizi anlatmak hakikaten zor… 28 senelik koyu istibdadı takib eden yıllarda bile devlet eliyle milletin üzerine boca edilen Kemalizm veya Türkiye solculuğunun aydınımızı maalesef “mukallit-korkak ve kaypak” bir karaktere kaydırdığını nasıl anlatacaksınız? Avrupa Üniversitelerindeki ilim adamı ilmin haysiyetini ve parlamentodaki milletvekili milletin izzetini kurtarmak için her an istifaya hazırken, yeri geldiğinde en mahrem hakikatleri savunurken, bizdeki hocalar (üniversite) insanî değerlerin öldürülmesine yardımcı oluyorlar. Milletvekilleri, seçim meydanını terkettikten sonra “harici cereyanlara köle” olurcasına millete arkasını çeviriyorlar.

Bunca yıldır “resmî ideoloji”ce korkutulmuş, ürkütülmüş “aydınımızdan” hakperestlik veya ilmî hakikatlere taraftarlık ne kadar beklenebilir, bilemiyoruz…

Bugün için Avrupa’da ve İslâm aleminde Risâle-i Nur’un tercümelerinden ziyade Bediüzzaman’ın çizgisi konuşuluyor. Düne kadar, Risâle-i Nurdan istifade edememiş Müslümanların harici ve Şii zihniyetiyle savunduğu sosyal meselelerdeki bakış açısı, bugün yerini Bediüzzamanın müdafaa ettiği Kur’ânî ve ehl-i sünnet perspektifine yerini terkediyorsa; bu Bediüzzaman’ın hem Avrupa’da ve hem de İslâm âleminde okunduğunu gösteriyor. Bilhassa 11 Eylülden sonra bu istikamet çizgisi hem Avrupa’da hem de Asya’da netlik kazanıyor. Artık tüm Avrupa’yı bir kefeye koyan İslâm âlemi olmadığı gibi, âlem-i İslâma soğuk veya müstağni duran bir Avrupa da yok. Bu yakınlaşmayı hisseden “Büyük dinsizlik cereyanı” Irak başta olmak üzere İsevî-Müslüman ittifakına karşı dünya çapında darbe yapıyor. Zira Irak savaşın küçük yüzü Müslümanları, büyük yüzü Hıristiyanlık âlemine baktığı kanaatindeyiz. Fakat Risâle-i Nur’dan alınan prensip ve düsturlarla hem âlem-i İslâm geçmişteki müşteki hatalarından kurtulup toparlanıp derlenecek ve hem de Hıristiyan Avrupa “Geniş dinsizlik cereyanına” karşı Müslümanlarla işbirliğine gidecek. Bütün bunlar Bediüzzaman hazretlerinin tüm dünyada tanındığına ve R. Nur’un bilhassa İslâm ve İsevî alemde okunduğuna kuvvetli işaret ve deliller olsa gerek.

Vefatının 43. yılında aziz Üstada Rabbimden sonsuz rahmetler dilerken, bizi de o­nun yürüdüğü yoldan ayırmamasını diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*