Doksanlık Diyanet ve demokrasi karnemiz

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), 3 Mart 1924 tarihinde Şer’îye ve Evkaf Vekâletinin yerine kurulmuştur. Cumhuriyetle yaşıt (sadece 4 ay küçük) olan bu teşkilât, 3 Mart 2014 itibariyle tam 90 yaşında oldu. Hayırlı olsun.

Bu vesileyle, teşkilâtın varlığına ve ulaştığı kâmil yaşına toz kondurmadan, yurt içinde ve dışındaki hizmetlerini peşinen tebrikten sonra, meseleye biraz farklı zaviyeden bakmaya çalışayım. Zamanın nezaketini, diyanet-devlet-siyaset ilişkisini dikkate alarak görüşlerimi arz edeyim.

Şunu da peşinen ifade edeyim ki, teşkilâtın içinde bulunduğu duruma ve kuruluş maksadına bakmaksızın, ondan tam bağımsızca ve demokratik bir duruş beklemek saflık olur. Zira teşkilâtın ilk kuruluş amacında, devletin dine direkt müdahalesi ve dinin kontrol altına alınması vardır.

Resmî tanımlamalara bakılırsa, kontrol altında olmakla beraber, kuruma hür ve müstakil bir alan tahsis edilmiş gibi gözüküyor. Zira, “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kurum” olarak tanımlanır. Ve anayasanın 136. maddesinde; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü yer alır.

Kurumun bu tanımının ve anayasanın mezkûr maddesindeki konumunun da tam korunduğu söylenemez. Zira dinin ve imanın bahşettiği hür iradeyi ve serbestliği izhar ettiği anda, devlet ve rejim ona dönüp diyor ki: “Kendi bünyendeki kısmî serbestlik alanını sana bahşeden benim ve sınırlarını da ben çizerim, gerekirse müdahale ederim.”
«««
Nitekim, bu sınırların tamamen daraltıldığı, müdahalenin had safhaya çıktığı, dinin ve imanın gereklerini yerine getirmenin neredeyse imkânsız hale getirildiği bir dönemde, Allah’ın hususî lütfuna mazhar olarak, kitaplar yazan ve el altından muhtaçlara ulaştıran Bediüzzaman Said Nursî’ye engel olamayan hâkim zihniyet, onu durdurma yönünde, hükmü altındaki bu “resmî daire”yi de kullanmak istemişti. İşte Üstad’ın kendi ifadesi:

“Ehl-i dünya diyorlar ki: ‘Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun; bu işlere karışmaya hakkın yok.’ “

“Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki, bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyetle ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memleketteyken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim, fakat maaşını terk ettim…” (16. Mektup’tan)
«««
Bir gazetede çıkan bir yorumda, bu resmî dairenin, resmî ideolojinin etkisinde olduğu vurgulanıyor, devletin değişen tavrına göre vaziyet aldığı, bazen de devletin sipariş ettiği amaçlara çalıştığı, güzel faaliyetlerinin siyasetin gölgesinde kaldığı yönünde görüşlere yer veriliyordu. Doğrudur.

Lâkin bu gazete, önce dönüp kendisine ve sonra bütün medya organlarına bakmalı! Bağımsızlığın, hürriyet ve demokrasinin naşir-i efkârı olmaya mecbur olan her türlü medya organları ve bilhassa gazeteler, acaba hükümetlerin güdümüne girmekten ne kadar azade kalabiliyorlar? “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen Bediüzzaman’ın fikirleri ışığında hürriyet ve demokrasi mücadelesi veren Yeni Asya’ya ne kadar yakın durabiliyorlar?

Hem, devletin resmî bir kurumu olan Diyanet teşkilâtından önce, adil ve demokrat bir duruşu devletin sergilemesi lâzım gelmez mi? Biz, Türkiye Cumhuriyeti devletini, göğsümüzü gere gere “demokratik hukuk devleti” olarak tanımlamak istiyoruz. Ama gerilen göğsümüz parçalansa da, devletin kılı kıpırdamıyor. Siyasetin de, “çok partili demokratik sistem” içinde yapıldığı kabul edilir, ama güdülen siyasetler hiç de öyle seyretmiyor. Darbeler, ihtilâller ve ara dönemler; demokratikleşme alanında alınan mesafeleri bitirip, sil baştan yapıyorlar.

Ülkenin şimdiki kaotik ortamındaki tehlike çanları ise bir başka türlü çalıyor! Avrupa’nın kilise çanlarına da benzemiyor. Din-devlet ilişkisinin nasıl olması gerektiğini merak edenler, Avrupa’ya baksınlar. Kilisenin bağımsızlığını görsünler. Burada, İslâm’ı da aynı statüde bulursunuz. Avusturya’nın İslâm Diyanet İşleri Başkanı, dört yılda bir yapılan seçimle iş başına gelir. Bütün cemaatler, dernekler ve sivil toplum örgütleri seçimlere katılırlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*