Dolaylı taarruz–etkin mücadele–başladı

Dünkü (28 Aralık 2016) Karar gazetesinde çıkan iki haber, çoktandır beklenen “Risâle-i Nur’a ve şâkirtlerine karşı–din perdesi altında–yapılan muaraza ve şiddetli mukabele” hareketinin de habercisi mahiyetini taşıyor.

Birinci haberde, son zamanlarda Nur hareketine karşı “zımnî muaraza vaziyeti”ni takınan bazı Diyanet ve İlâhiyat hocalarının kitapları takdirle lanse ediliyor.

İkinci haberde ise, yine Risâle-i Nur’a muhalif duran ve zaman zaman muaraza vaziyetini alan medrese hocaları ile tarikat liderlerinin, yine “Diyanet marifetiyle” bir araya getirilip “Devletle birlikte” hareket etmelerine dair detaylı birgiler aktarılıyor.

Biz, bu tür gelişmelerin yakında zuhûr edeceğinin kuvvetle muhtemel olduğuna dair birçok yazılar yazdık. Zira, elimizde ciddî bilgiler ve deliller vardı. Şimdilik, aynı konuya dair 12 Nisan 2016 tarihli yazımızın geniş bir özetini takdim ediyoruz.

Mağlûp edilmez bir dehâ

2004 tarihli Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde “Risâle-i Nur hareketine karşı ‘etkin mücadele’ edilmesi”nden de söz ediliyor.

Ne var ki, bu mücadele, açıktan ve merdâne bir şekilde yapılmıyor, yahut yapılması göze alınamıyor.

Bu sebeple, görebildiğimiz ve anlayabildiğimiz kadarıyla, o “mücadele” gizli, dolaylı ve üstü kapalı bir sûrette sürdürülmeye çalışılıyor.

Burada şunu da itiraf edelim ki: Tam da o tarihten bu yana, Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur ve Nur Talebelerine karşı, özellikle “hoca kisveli” veya “dindar kılıklı” kimselerin eliyle gayet sinsice bir mücadele yürütülüyor.

Bu “nâmertçe” mücadelenin figüranları, yahut piyonları, çeşitli mahfillerde ve türlü kanallarda Nur cereyanına karşı akla hayale gelmedik yalan, iftira ve karalamalarda bulunuyor.

Geçmişte, dinsizler ve münafık zındıklar tarafından ısıtılıp ısıtılıp savcılıkların iddianâmesine koydurulan aynı türden yalan ve iftiralara, 1935’ten tâ 1985’e kadar devam edip gelen 2000’den fazla mahkemede gereken cevaplar verilmiş ve muknî izahlarla o meseleler vüzûha kavuşturulmuştur.

Öyle ki, bu mahkemelerin tamamı beraat kararı vermiş ve herhangi bir yanlışa, yahut bir kànunsuzluğa rastlanılmamıştır.

İşte, din düşmanları tarafından elli sene (1935-85) müddetle yapılan taarruzların tamamı boşa çıkartıldığı halde, şimdilerde aynı temcit pilâvları bu kez dindar kılıklı kişi ve gruplar marifetiyle ısıtılıp servis edilmeye çalışılıyor.

Böylesi bir gelişmenin vuku bulacağına, Bediüzzaman Hazretleri de Kur’ân dürbünüyle bakarak görmüş ve haber vermiştir: “Gizli din düşmanı olan münafıklar, cepheyi değiştirip din perdesi altında hücûma geçecek ve taarruzda bulunacaklar.”

Başka karanlık odakların âleti haline gelen bu dindarlara kızmak mı, yoksa onlara acımak mı lâzım? Hiç şüphesiz, acınacak durumdalar. Zira, onlar kullanıldıktan sonra, bir kenara atılacakları ve belki de cezalandırılacakları muhakkaktır. Zira, ortada mağlûp edilmez bir kuvvet, bir dehâ var ki, onun mağlûp edilemediğini anladıklarında, bu kez dönüp kullanmış oldukları piyonları harcamaya başlayacaklar. Tıpkı, mâzide Eskişehir (1935-36, Mübarek Meczup), İstanbul (1935-43, İhtiyar Hoca), Denizli’de (1943-44, Üç Süleyman’dan iki Süleyman) olduğu gibi: Evet “Önce Nur’un aleyhinde istimal ettiler; sonra da onları pişman ve perişan ettiler.”

* * *

Nur cereyanını zaafa uğratmak, hatta mağlûp etmek için, zındıklar, türlü yöntemlerle uğraşılarına dün olduğu gibi bugün de devam ediyor. Fakat, şu kat’î hakikati onlar ve herkes bilsin ki: Nur hareketi, şahsiyet-i mâneviye dairesi ve hüviyeti içinde kalarak hizmetine devam ediyor. Böyle olduğu içindir ki, onu asla mağlûp edemezler. Dolayısıyla, mağlûp etmek için, onlar diledikleri kadar siyaset, ticaret, şahsiyet ve hatta komitacılık gibi çökertilebilir unsurları devreye sokmaya çalışsınlar. Nafile. Tamamının boşa çıkması, şimdiye kadar vaki olduğu gibi, bundan sonra da mukadderdir.

Konuyu, Risâle-i Nur’dan birkaç vecize ile bitirelim:

“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdi şahısların dehası, ne kadar harika da olsa, cemaatin şahs-ı mânevisinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.” (Emirdağ Lâhikası: 64)

“Elhasıl: Madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler.” (Şuâlar: 317)

“Efendiler! Beyhûde yorulmayınız! Eğer aradığınız varsa, hiçbir ucunu bu kadar zaman bulamadığınızdan biliniz ki; onu idare eden öyle acîb bir dehâ vardır ki, mağlûp edilmez ve mukabele edilmez. Çare-i yegâne, onunla musalahadır.” (T.Hayat: 208)

“Risâle–i Nur’la mübareze edilmez, o mağlûp olmaz.” (Şuâlar: 329)

“Size ihtar ediyorum: Kur’ân’a dayanan Risâle-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlûp olmaz, bu memlekete yazık olur.” (Şuâlar: 308)

“Risâle-i Nur’a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle mağlûp edilmezler.” (Tarihçe-i Hayat: 483)

@salihoglulatif: Nasıl sadaka belâyı def ediyor; öyle de, Risâle-i Nur, bu memlekette belânın def’ine vesile olduğu çok hadiselerle tahakkuk etmiş. (BSN; E. Lâh: 250)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*