Biz, bu çalışmamızda iki bakış açısı olan mana-i harfî ve mana-i ismî bakışlarıyla cüz ve küll ile cüz’î ve küllî pencerelerinden eşya ve hâdiseyi okumaya çalışacağız.
Zaman zaman karşılaşılan bu terimler, muhtevasındaki manalara ‘mana-i harfî’ noktasından sembolize ederler ki, harf ile isim arasındaki fark çok mühimdir. Bilindiği gibi harf tek başına bir anlam ifade etmez, o sadece arkasındaki mananın temsilcisidir. Dolayısıyla mana-i harfî, kendinden hariç manaları ifşa ve işaret eder. İsim, sadece kendine ait olanı ifade eder. Sahiplenme duygusuyla eşya ve hâdiseye bu iki zaviyeden bakılırsa şu sonuç ortaya çıkar: Mana-i harfiyle bakıldığında görünenin ardında nakledilmek istenen manalar vardır, o manalar yakalanır anlaşılırsa eşya ve hâdisenin geçici olduğu hakikatine ulaşılır. Mana-i ismi nazarıyla eşya ve hâdiseye bakıldığında ise o isimler taşıdıkları mana ile sınırlı kaldığı gibi eşya ve hâdiseyi bütünüyle kucaklayıp onun ardındaki hakikate ulaşmayı zorlaştırır.
Mesnevî Nuriye’de geçen mana-i harfî, mana-ı ismî, niyet ve nazar dörtlü tesbitteki nazar, geneliyle bakış olurken mana-ı harfî ve mana-ı ismi o bakışa hüviyet kazandırır. İşte bu çalışmamızda etrafımızda olan bitenlerde tezahür eden gerçekleri cüz ve küll ile cüz’î ve küllî pencerelerinden bakarak oralarda harfî ve ismî manaları okumak isteriz.
Söz konusu dört pencereyi genelinde parça-bütün, şahıs-şahsiyet eşleştirmesi ile ifade ederek aralarındaki mana münasebetlerinden ders çıkararak bakış açısı oluşturmak isteriz.
Bu araştırmamıza sağlam bir temel gerekir ki onun üzerine inşa edelim. İşte dayanaklardan bazısı şu cümlelerdir: “Küllî, cüz’îde dahildir. Cüz’înin ispatıyla küllî de ispat edilmiş olur.”1 Hem “Bir küllî, bütün cüz’iyatında mevcut olduğu halde, ne o küllîde tecezzî ve inkısam olur ve ne de cüz’iyatında müzahame ve müdafaa olur.”2
Küllîde olan, cüz’îde vardır. Dolayısıyla cüz’înin ispatının yapılması küllînin de ispatını sağlar. Küllînin özellikleri kendine dâhil olan parçalarında da vardır. Böyle bir durum ise küllîde parçalara veya kısımlara ayrılmaya sebep olmadığı gibi parçalarında bir sıkıntıya veya müdafaaya sebep olmaz.
Yaygın bir örneği burada da verebiliriz. Serçeler küllî bir kavramdır. Bu kavram, kendi içindeki farklılıkları barındırarak bütün serçegilleri ifade eder. Serçelerden biri olan bizim bahçenin minik serçesi, o küllîye dâhil cüz’î ve ferdî bir kavramdır. Bütün serçelerde olan genel özellikler bizim minik serçede de vardır. Minik serçenin üzerinde yapılacak iyi bir müşahede ile ondaki özellikler tesbit edilmiş olduğunda genelindeki serçelerin özellikleri de isbat edilmiş olur. Bu cümleden hareketle, minik serçe bütün özellikleriyle küllî serçelerin temsilen cüz’isidir. “Serçe nev’inde ne varsa aynısı bir serçede de vardır. Sadece sayı/kemiyet farkı vardır.”3 Bunu şöylece özetleyebiliriz: Serçe kavramı üst kategori olurken, minik serçe alt kategorisi olur.
Haftaya devam edelim inşaallah lâkin bu meselenin yeniden işlenmesine vesile olan Ali Saffet Durmuşlar’a da buradan selâm ve dualar.
Dipnotlar:
1- B. Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, s. 189 (2017)
2- Age, s.185
3- İşârâtü’l-İ’caz (2017), s. 20
İlk yorum yapan olun