(Zumer Sûresi 53-54 âyet)
Kulun Rabbine yakarmasına “duâ” denir. Duâ; ubûdiyetin rûhu ve halis bir imanın en güzel göstergesidir. Duâ; yaratılanın Yaratıcıya seslenişi, bir iç döküşü ve ferahlamasıdır. Duâ; yüreği yaralı, zayıf ve âciz bir kulun “el-Kerîm” ismine sahip olan Rabbine dert yanması, el açması ve sığınmasıdır. Duâ; sonsuz arzular ve ihtiyaçlar karşısında çâresiz kalan bir kulun, nihayetsiz kudret ve azamet sahibi olan Allah’ın imdat ipine sarılmasıdır! Dertlere devâ olan duâ ve zikir öyle kıymetlidir ki; fâni bir kulun ağzından çıktığı halde melekler onu kapışırlar!
İşte bu yüzden; Allah (cc) Furkan Sûresi 77. âyette “(Ey Resûlüm!) De ki: ‘Eğer duânız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin?” diye buyurarak kulluk bakımından duânın önemini beyân etmiştir.
Sınırsız ihtiyaçları ve arzuları karşısında zayıf ve âciz olduğunun idrakine varan kul, ihlâsla Rabbine el kaldırıp kendi aczini ve fakrını duâ ile ilân eder. Ve yakînen bilir ki; bütün kâinata hükmeden bir Sultan var. O Sultan açık-gizli her şeyi görür. Bütün mevcûdatın seslerini işitir ve cevap verir. Kullarının en ufak şeyler için dahi duâ yapmalarından asla sıkılmaz!
Duâ bir ibâdettir ve ibâdetin asıl faydası ise ahirete bakar. İnsanı duâya yönlendiren zâhirî maksatlar ise, duâ ibâdetinin vakitleridir. Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa, “O duâ kabul olmadı” denilmez. Belki “Duâ etmenin vakti daha bitmedi” denilip, israrla duâya devam edilir.
Kişi duâsını sadece lisan ile değil; kalp, ceset ve duygularla beraber yaptığında, azamet sahibi Allah’ın (cc) kendisine ne kadar yakın olduğunu, sonsuz rahmetinin bütün kâinatı sardığını, kudretiyle zayıf ve mazlûmlardan yana olduğunu yürekten hisseder.
Hiç kuşkusuz ki; insan istediği zaman ve istediği durumda Allah’ı zikredip, içinden geldiği gibi duâ edebilir. Bununla beraber, duânın makbul olmasına zemin hazırlayan bazı husûsi vakitler, mekânlar ve haller vardır. Meselâ; Arafat’ta, Kâbe görüldüğünde, ezan ve kamet arasında, secdede, iftar açarken, yağmur yağarken, yolculukta, Cuma gününde, gece yarısından sonra yapılan duâlar kabule yakındır.
Duâ âdâbına mümkün olduğu kadarıyla dikkat edililirse, makbuliyete daha yakın olur.
Mümkün ise duâya abdestli başlamak ve kıbleye dönmek lâzımdır. Duâ yaparken, önce günahlara tevbe ve istiğfâr edilmelidir. Sonra, Cenâb-ı Hakk’ı çokça övüp hamd ve senâda bulunmalıdır. Akabinde ise, Peygamber Efendimiz’e (asm) salâvât getirilmelidir. Duâ için bu girişi yaptıktan sonra, Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerini sayarak niyâza devam edilmelidir. Meselâ; “Ya Hak, Ya Karîb, Ya Rahîm, Ya Rezzâk, Ya Şefîk, Ya Raûf, Ya Hennân ve Ya Mennân, Ya Mu’ti, Ya Kerîm,Ya Cevâd, Ya Vehhâb, Ya Zülcelâli ve’l İkrâm, Ya Ğaffâr, Ya Settâr, Ya Afuv…” diyerek Cenâb-ı Allah’a yakarılabilir.
Duâ yaparken, Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde zikredilen duâlarla yakarmak en güzelidir. Ancak, kişi kendi yüreğinden süzülen ihlâslı kelimelerle niyaz edip, önce kendi nefsi, aile ve akrabaları, sonra da mü’minler için hayır istemelidir. Şu iyi bilinmeli ki; Allah kibirlenip duâ yapmayanları sevmez! İnsan Allah karşısında acziyetini anlar ve yanık yanık duâ yaparsa, o kadar çok makbul bir kul olur.
Benzer konuda makaleler:
- Günahkârın duâsı
- Duânın önemi var, duâ etmeyenin ne önemi var!
- Dara düşmüş gönüllere ümit veren enerji!
- Duâ nasıl yapılmalıdır?
- Duâda haddi aşmak ne demektir?
- Duâ vakti
- Esmâ-i Hüsna diliyle duâ
- Namazda kulun huzur makamı neresidir?
- Eşsiz bir tecellî: Yaratılış
- Dara düşmüş gönüllerin en müessir ilacı
İlk yorum yapan olun