Dünya bir tesbihhan, bir salıncak ve beşiktir

Bizlere beşiklik yapan şu dünya’nın acaib ve hayretengiz hal ve hareketlerini, hep beraber inceleme ve düşünme fırsatını veren ve bu hususta siz değerli dostlarla bizleri tekrar buluşturan Allah’a hamd ederim.

Kur’an-ı Kerim, arap dili üzerine nazil oldu. Araplar bu Kur’an’ın edebî üslûp ve belâğatına hayran kaldılar. Zira o dönemde araplarda şiir ve edebiyat en fazla rağbet gören ve revaçta tutulan bir meta idi.

Bediüzzaman’nın Kur’an’nın Mu’cizeleri adlı risalenin başında;

ELDE KUR’AN GİBİ BİR MUCİZE-İ BAKİ VARKEN

BAŞKA BÜRHAN ARAMAK AKLIMA ZAİD GÖRÜNÜR.

ELDE KUR’AN GİBİ BİR BÜRHAN-I HAKİKAT VARKEN,

MÜNKİRLERİ İLZAM İÇİN GÖNLÜME SİKLET Mİ GELİR?

İbarelerini koymuştur.

Esefle beraber itiraf etmeliyiz ki, bizler genel anlamda Kur’a’nı bilmiyor ve

anlamıyoruz. Hakikaten Kur’an, ümmi yani başta okuma ve yazması olmayan Muhammed’e (asm) mal edilemez. O, mu’cize bir kitaptır.

Burada, bizim bu yeni yazacağımız ve hem de daha önce kaleme aldığımız makâlelerden hedef ve maksadımız, bu mu’cizekâr kitabın ve âyetlerının, bilim ve teknoloji ile çelişmediğini, tam aksine her zaman ve asra bakan anlamları olduğunu nazara vermek, akl-ı selim şahsiyetlere sunmaktır.

Yegane temennim, siz değerli dostlarımın bu âyet ve gerçeklere derin bir nazar ve ince bir tefekkür ile bakmaları ve aklî bir muvazene ile tartabilmeleridir.

Beşik, bebekler için en rahat ettikleri yerler olarak bilinir. Allah, insanların huzurla yaşayabilmeleri için de, Dünyayı bütün imkânlarıyla donatarak, hazır bir yuva haline getirmiş ve bunu da bir beşiğe benzetmiştir. Ve şu ayetle,

“O (Allah) size yeri beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir.” (Taha 20/53) diyerek ifade etmiştir.

Allah’ı nasıl oluyor da Dünya tesbih ediyor diye, başlıktaki ifade mutlâka dikkatinizi çekmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de bu bahis şöyle dile getirilmiştir:

“Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan her şey O’nu (Allah’ı) tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ne var ki, siz onların tesbihini anlamazsınız. O halimdir, bağışlayandır. (İsra 17/44)

Tesbih etmek, Subhanellâh demek, Cenab-ı Hakkı şanına lâyık ifadelerle yâd etmektir. Yani Allah’ın zatında, sıfatında ve fiillerinde her türlü eksikliklerden münezzeh olduğunu ifade etmektir.

Fesübhanellah ise, Cenab-ı Hakkın mahlukâtı ve eserleri karşısında duyulan hayret (hayranlık) ve teaccübü ifade etmek için söylenir.

Yükarıda naklettiğimız ayette “Kâinatta bulunan her bir varlık Allah’ı tesbih eder.” İfadesinden her bir varlığın kendilerine mahsus lisanları ile Allah’ı tesbih ettikleri anlâşılmalıdır. Bu tesbih kelimesi K.Kerim’de değişik versiyon ve makamda olmak üzere 90 kez geçmektedir.

“Ey inananlar! Allah’ı çok zikredın (anın) ve O’nu sabah-akşam tesbih edin.” (Ahzab 33/41,42)

Bu ayette zikir ve tesbih beraber dile getirilmiştir. Bu iki kavram , birbirlerine yakın anlamlar ifade etmektedir.

Aslında cansız gibi görünen cisimlerin, varlıkların da Allah’ı zikredip tesbih ettiklerini, Allah Te’ala’nin zikri geçen âyetlerden anlaşılmaktadır.

Canlı olmayan varlıkların Allah’ı tesbih etmeleri, O’nun yaratıcılığına, her şeye kadir olduğuna delil olarak gösterilmelerinden dolayıdır. İşte bu varlıkların muntazam hareketleri, Allah’ın varlığının delili olduğu gibi, kendilerine özgü tesbihleri olarak da düşünülmelidir. Aslında dünya bu teslimiyeti ve itaatkâr muazzam hareketiyle en mükemmel şekilde Allah’ı tesbih eder.

Nitekim önceleri cansız ve hareketsiz olduğu sanılan varlıklar da dahil olmak üzere, bütün eşya (her şey) atomlardan meydana gelmiştir. İşte ATOM çekirdeklerinin etrafındaki ELEKTRON’lar sürekli ve intizamlı bir şekilde dönmektedirler ki, belki de onların bu düzenli dönüşleri ve hareketleri, İlâhî kanunlara en ufak bir sapma göstermeden itaat etmeleri ve boyun eğmeleri Kur’an-ı Kerim tarafından, Allah’ı tesbih olarak ifade edilmiştir.

İlgili şu ayet de çok dikkate değerdir:

“Onlar, (Akl-ı Selim olanlar) ayakta dururken, yanları üzere yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler. (Şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Seni tesbih ederız.” (Âl-î İmran 3/191) derler.

Allah Te’ala 190 ayette de, göklerin ve yerin yaratılışı ile gece ve gündüzün değişimini bir başka deyişle zaman ve mekânın İlâhî kudrete delâletini, akıl sahiplerinin ibret nazarlarına sunduktan ve böylece bizden, varlığın gerçek bilgisine ulaşma çabasını göstermemizi, özlü bir ifade ile istedikten sonra; 191. Âyet’te bu çabayı gösterenlerin, Allah’in üstün kudretinin ve eşsiz sanatının eserlerini idrak etmeleri sonunda, O’na derin bir saygı ile yönelmelerinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır.

Allah, Kur’an’da genellikle Dünya’dan bahsederken, Dünyayı bir kum taneciği kadar olan varlığıyla beraber bir kefeye, onun dışında kalan bütün Kâinatı diğer kefeye koymak suretiyle, Dünya’nın ne kadar kıymetli olduğunu nazara vermektedir. (Yasin 36/81)

Bunun yegane sebebi, Dünya’da Halife-i Rûy-i Zemin denen insan oğlunun bulunmasından dolayı olduğu unutulmamalıdır.

Dünya’nın her türlü şekli, hali ve harekâtı üzerinde düşünülmeli, ibret alınmalı ve dersler çıkarılmalıdır.

Dünya ile Güneş arasındaki uzaklık gelişen ve gelişmekte olan teknolojiye göre, 149.5 milyon km’dır. Dünya’nın Güneş’e bu kadar uzaklığına rağmen, eğer Dünya bir şemsiye misali, ATMOSFER tabakası ile korunmamış olsaydı, bu Güneş ışınları ve sıcaklığına dayanmaz, yeryüzündeki sıcaklık-soğukluk dengesi ve düzeni bozulur ve yaşamdan söz edilemezdi.

Bu arada kısacık bir bilgi aktarmak istiyorum şöyle ki:

Yılların bütün ay ve günleri birbirine eşittir. Yani herhangi bir günü ele alâlım, misal bu gün 19 Eylül 2022. Bu gün öğle namazı, takvimde hangi dakikayı gösteriyorsa bir milyar yıl önceki vakit ve dakika ile aynıdır. Yılların ilerlemesi ve değişmesi ile bu zaman göstergesinde bir saniye bile inhiraf etmez, ne ileri ve ne de geriye doğru sapma olmaz. Bu ölçü üzerinde hassasiyetle düşünülmesi gerekir.

Kur’an-ı Kerim’in çok ayetlerinde 7 kat gökten bahsedilmektedir. Tabiatiyla ayetlerin zahiri manaları yanında, istikbalde (gelecekte) anlâm ve hikmetleri anlaşılır, noktaları da ihtiva edebilmektedir.

Örneğin, “Biz gök yüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık.” (Enbiya 21/32)

Burada korunmuş “Tavan” bir benzetmedir. Dünyayı saran ATMOSFER’e işaret etmektedır. Yine “Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle nasıl ahenk içinde yaratmış.” (Nuh 71/15)

Ve (Fussilet 41/12) ayetinde de, “Yedi göğü yarattı ve her göğe görevi vahyetti.” Denilmektedır.

Burada benim anladığım, yedi gökten bahsedilirken, ATMOSFER tabakalarının da buna dahil olma hakikatidir.

Bu ATMOSFER tabakalarının yaratılışında ve birbirleriyle ahenk içinde olmaları ve her birinin bir hayatî görevi yerine getirmeleri büyük bir mu’cize-i Rabbaniyedir. Ve Allah’ın varlığına ve vahdaniyetine en büyük bir delil hükmündedir.

Bu ATMOSFER tabakalarının her biri değişik terkiplerde gazları ihtiva etmekte olup, aralarında maddi hiç bir perde veya engel olmadığı halde, yek diğerinin sınırlarını taciz edip ihlâl etmemektedir.

Dünya kendi ekseni etrafında Atmosfer ile birlikte döndüğü için bu dönüş hızı hissedilmez. Bu hız saatte 1670 km’dır. Bu gün en hızlı merminin saatte ortalama 1800 km’lık sür’ate sahip olduğu düşünüldüğünde, Dünya’nın dev boyutlarına rağmen hızının ne denli büyük olduğu anlaşılır.

Dünya’nın Güneş etrafındaki hızı ise merminın yaklaşık 60 katıdır, yani saatte 108.000 km’dır.

Burada benim hayretimi mûcip olan, Dünya bu hızla hareket ederken, Asmosferin bir bütün olarak ve gerekse tabakalarının birbiri üzerinden kaymamalarıdır. Zira yeryüzünde saatte 70-80 km. hızla hareket eden fırtınalarda, ağaçlar yerden sökülüp devrilmekte, bina çatıları uçmakta ve devrilmekte, araçlar yerlerde sürüklenmekte, denizlerde tsunami dalgaları oluşmakta iken, Atmosferin Dünya üzerinde bir ana gibi şefkat kanatlarını germesi ve sabit durmasıdır.

( Bir sonraki yazımızda bu tabakalarda cereyan eden olayları detayları ve hikmetleri ile ele alacağız.)

Şimdilik bu Atmosfer tabakalarına kısaca bir bakalım:

Dünya’dan çepe çevre dışa doğru birinci tabaka;

TROPOSFER’ın kalınlığı 20 km’dır.Yer çekimi bu tabakadadır. Gazların % 75 burada bulunmaktadır. Su buharı bu tabakada oluşmaktadır. İklim olayları, sıcaklık soğukluk, hava, rüzgar hareketleri bu tabakada cereyan eder. Yağmur, dolu ve kar’a dönüşüm olayları yine burada oluşmaktadır.

STRATOSFER; bu tabakanin kalinlıği 50 km. Olup, OZON tabakası 10-45 km. arasında yer alır. Güneş’ten gelen zararlı ULTRAVİYOLE ışınlarını emer, elekten geçirir.

MEZOSFER: Bu tabakanın kalınlığı 85 km. olup, Dünya atmosferine gelen gök taşlarını parçalayıp zararsız bir hale getirir. Yani o taşları öğütüp toz haline getirmek gibi çok önemli bir vazife ifa eder. Görevine ne kadar sadık bir emirber nefer olduğuna bir bakar mısınız?

TERMOSFER: Bu tabakanın kalınlığı da 690 km’dır.

Atmosferin üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta da şudur; tarafımızdan yek pare tek bir parça halinde düşundüğümüz ve müşahede ettiğimiz bu Atmosfer tabakalarının her birinin canlılara ve özellikle insan yaşamına dönük çok önemli hayatî görevler icra etmeleridir. Yine her bir tabaka belli ölçülerle konumlandırılmış ve tesbit edilmişlerdir. Buna işareten Allah Te’ala, “Şüphesiz ALLAH, emrini yerine getirendir. ALLAH HER ŞEYE BİR ÖLÇÜ KOYMUŞTUR.” âyetiyle yer yüzünde ve bütün Kâinat’ta vaz’ ettiği ölçülü ince düzene ve nizama dikkatleri çekmiştir.

Geçenlerde Devlet Hastahanesinde Psikıyatri bölümü, hasta kayıt işlerine bakan bir öğrencim ile karşılaştım. Eskiden buralar boştu, bu ara sıra bekleyen çok hasta görüyorum dediğimde, “Hocam şu anda en fazlâ hasta bakan bölüm durumundayız. Tek bir doktor günde 100’ün üzerinde hastaya bakıyor.” demişti.

Haliyle bu duruma üzülmemek mümkün değildir.

Bu psikolojik problemlerin çokluğuna delâlet eder. Zira toplum büyük bir ruhsal bunalım ve buhran yaşamaktadır.

Şüphesiz ruhun en merkezi noktası kalptir. Kalp hayatının rehabilite edilmesi, iyileştirilmesi ile bir çok psikolojik, ruhsal problemlerin de çözüleceği hususu da, ihmal edilen bir seçenek olarak, alanının uzmanlarını beklemektedir. Kalp hayatının düzenlenmesi, kalbî duyguların takviye edilmesi ve kalbî donanımların keşfedilmesi ile bir çok psikolojik ve sosyal problem çözüme kavuşacaktır.

Buna işaret olarak Allah, “Bilesınız ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d 13/28) buyurmuştur.

Bir dahaki yazıda buluşmak umut ve iştiyakiyla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*