Dünya Katolik Gençlik Günü

Sevgili Gençler,

Şarklı esrarengiz bilginler ile birlikte yaptığımız mukaddes yolumuzda öyle bir yere geldik ki, Matthäus bunu Incil`de şöyle tarif ediyor. „Ve o­nlar (üstünde yıldızın durakladığı) eve girdiler ve çocuğu ve annesi Meryem´i gördüler; o zaman secdeye vardılar ve o­na dua ettiler“ (Mt 2,11). O adamların zâhiri yolu sona ermişti. Hedeflerine varmışlardı. Lâkin bu noktada yeni bir yol başlamakta, bütün hayatlarını değiştirecek dahili bir yol. Zira bu yeni doğmuş kralı şüphesiz farklı tasavvur etmişlerdi. Hatta Kudüs`de durup oranın kralına vadedilen kral çocuğunu sormuşlardı.

Dünyanın karmakarışık olduğunu biliyorlardı, ve bundan dolayı gönülleri huzursuzdu. Adaletli ve lütufkâr olan Allah´ın varlığından emindiler. Kudüs peygamberlerinden bir kralı haber verdiğini duymuşlardı. Bu kral Allah´la derinden imtizâc edip dünyayı düzene koyacaktı. Kralı aramaya koyulmuşlardı. Allah´dan gelmesi gereken esaslı hak ve adaleti aramaktaydılar ve kralın hizmetinde bulunarak dünyanın yenilenmesinde hizmette bulunacaklardı. o­nlar, “adalete ac ve susamış (Mt 5, 6).” olanlardandı. Bu aç ve susamışlık o­nları mukaddes yolculuğa çıkarmıştı. o­nlar Allah´dan umduklart adaletin yolcularıydılar ve o­na abd olmak istiyorlardı.

Geride, evdelerinde kalan insanlar o­nları hayalperest ve rüyaperst zannetselerde – o­nlar realistiler/hakperesttiler ve dünyayı değiştirmek için kuvvetin gerekli olduğunu biliyorlardı. o­nun için vaad edilen çocuğu evvela sadece sarayda arayacaklardı. Fakat şimdi ise fakir bir aile çocuğunun önünde eğiliyorlardı. Ve çok geçmeden, haber almışlardı, Heredos´un – ziyaret ettikleri kral – kuvvetiyle çocuğu aramaya koyulacağı ve ailenin ancak yabancı diyarlara göç tercihi kaldığı. Taptıkları yeni kral zannettiklerinden çok farklıydı. Ve böylece Allah´ın düşündüğümüzden çok farklı olduğunu anladilar. Artik dahili/nefis yolculuğu başlamıştı. Tam o çocuğun önünde eğildikleri, vaad edilen kralın o olduğunu anladıkları andan itibaren başlamıştı bu yolculuk. Fakat bu yaşadıkları güzel olayları önce hazmetmek gerekiyordu.

Onlar “kuvvet”, “Allah” ve “insan” kavramlarını ve sonra kendilerini değiştirmeleri gerekiyordu. o­nlar şimdi şunu fark etmişlerdi: Allah´ın kudreti dünya krallarinin/kuvvet sahiplerinin gücünden farkliydi. Allah´ın tesir tarzı, bizim düşündüklerimizden ve mâl etmek isteğimizden çok farklıydı. Allah bu dünyada kuvvet sahibi hükümdarlarla rekabete girmiyordu. O kendi firkalarını diğer firkalarla kiyaslamiyordu. O Isa ile birlikte Yagdagina 12 tümen Melek göndermiyordu (bk. Mt 26, 53). O, sesli ve sasagali dünya güçlerine karşı, müdaafasız sevgiyi koyuyordu ki, istavrosda/hacda – ve sonra geçmişte tekrar tekrar – kaybetmiş, fakat gene de yeni, ilahi kudret haksızlığa karşı koyarak ilahi saltanatı ilan ediyordu. Allah bam başka, bunu artık müşâhede ediyorlar. Ve bu şu demek, o­nlar artik tebeddül ettiler ve Allah´in tarzini öğrenmeleri gerekiyordu.

Kralın emrine girmek için gelmişlerdi, kendi kraliyetlerini o­na yönledirmek için. Biatlarının mânâsı, tapmalarının sebebi buydu. o­nun için sadaka niyetine hediyelik – altın, buhur, müssüsafi – verilirdi. Tapmak boş değil ve o­na ait olan sadaka var. Şarktan gelen adamlar pek tabi ki, o çocuğa taparken, o­nu kral olarak tanımak arzuladıklarında, doğru yoldaydılar. Kendi güçlerini ve imkânlarını o­nun hizmetine vakfetmeyi düşündüklerinde. o­nlar o­na hâdim ve tabi olarak adâlete ve dünyada iyilerin hizmetine girmek istiyorlardı. Ve haklıydılar. Ancak bunun tahtdan emirle olmayacagini keşfediyorlardı. Şimdi anlıyorlar, o­nlar kendilerini vakfetmeleri gerekiyor – daha farklı bir hediye taleb etmiyordu bu kral. Öğreniyorlardı, hayat tarzlarının, Allah´ın kudreti ve Allah´ı tanımakla nasıl aşılanması gerektiğini: o­nlar, doğruluğun, adâletin, lutüfkârlığın, affediciliğin, rahimin insani olmalari gerekiyordu. Artik sormayacaklardı: “Bunun bana ne faydası var”, lâkin artık: “dünyada Allah´ın varlığına nasıl hizmet edebilirim” diye soracaklardı. o­nlar kendilerini bulmaları için kendilerini kaybetmeyi öğrenmeleri lazımdı. Bethlehem´den ayrılmakla, hakîki kralın izinden, Isa´nın halefiyetinde.

Sevgili Arkadaşlar, kendimize soralım, bunlar bizim için ne demek. Çünkü bizim hayatımızı belirleyen, biraz evvel ki, Allah´ın farklı tanımlanmasınde söylediklerimiz, kulağa hoş geliyor, fakat soluk ve belirsiz kalıyor. o­nun için Allah bize örnekler hediye etti. Şarktan gelen bilgin insanlar sadece uzun dinî alayın birincileriydiler, hayatlarında ki Allah´ın yıldızını gözleyen, biz insanlara yakın olan, yol gösteren Allah´ı arayan. Cenaab-ı Hakkın aralarında Incil´in sayfalarını açmış ve açan, geçmişte tanınan ve tanınmayan evliyaların/azizlerin büyük topluluğu. Hayatlarında, resim levhalarında olduğu gibi, Incil´in zenginlikleri ortaya çıkıyor. o­nlar Allah´ın, tarihden kendi bizzat çektiği ve yetiçtirdiği, nurlu izinde. Benim değerli selefim Papa II. Johannes Paul geçmişteki ve yakın zamandaki bir çok insanı evliya makamına çıkardı. Böylece hristiyan nasıl olunur, doğru hayat nasıl ve Allah´ın istediği şekilde nasıl yaşanılır, o şahısların üzerinde bize gösterdi.

Aziz evliyalar çaresizce kendi saadetlerini gözleyen insanlar değillerdi, bilakis kendilerini vakfetmeyi arzuluyorlardı, çünkü İsa nuru o­nlara isabet etmişti. Ve bu şekilde bize saadet yolunu, insan olmayı gösteriyorladı. Tarihin iniş çıkışlarında, daima tarihi karanlık çukurlardan çıkaran asıl müceddidler o­nlardı. Tekrar batma tehlikesindeyken tekrar nurlandırdılar ki, Allah´ın kelamını, acılar içerisinde olsa da tasdikleyebilmek. Allah kainatın yaradılışı nihayetinde demişti ki: Güzel. Şimdi gönüllerini içtima-i harekete adamış Sankt Benedikti, Franz von Assisi gibi, Teresa von Avila, Ignatius von Loyola, Karl Borromäus gibi, 19. yy tarîkat kurucularını, veyahut zamanı hazırın azizlerini – Maximilian Kolbe, Edith Stein, Mutter Teresa, Pater Pio´yu, düşünelim. Bu şahıslara baktığımız zaman “kulluğun” ne demek olduğunu anlıyoruz ve Bethlehem´li çocuğun, İsa´nın ve Allah´ın ölçülerine göre yaşamanın ne demek olduğunu.

Asıl müceddidler azizlerdik demiştik. Şimdi daha radikal ifade etmek istiyorum: Asıl ihtilâl, dünyanın tebdil-i hakikîsi sadece azizlerden ve sadece Allah´dan geliyor. Geçtiğimiz asırda şu ortak programları olan ihtilâlleri yaşadık: Allah´ı beklememek, bilâkis dünyanın anayasasını tamamıyla kendi ellerine almak. Ve gördük ki, daima insanî ve siyasî görüsler mutlak ölçü. Mutlak olmayip da izafî olanı mutlaklaştırmak totalitarizm demektir. İnsanı hür yapmiyor, bilâkis haysiyetini elinden alıyor ve köleleştiriyor. Ideolojiler dünyayı kurtarmıyor, hayır sadece yaratıcımız olan, hürriyetimizin kefili olan, gerçek iyiliklerin ve hakkın kefili olan hayat sahibi Allah´a yönelmek. Asıl ihtilâl adâletli ve ebedî sevgilinin ölşüsü olan Allah´a tam yönelmekten ibârettir. Evet sevgiden başka bizi ne kurtarabilir?

Sevgili arkadaşlar! Sadece iki şey daha ilave etmek istiyorum. Allah´dan bahseden çok; Allah namına kin va´zediliyor ve şiddet uygulanıyor. İş Allah´ın hakikı simâsını bulmaktadır. Şarklı bilginler Bethlehem´li çocuğun huzurunda eğildiklerinde buldular. İsa Philippus´a, Joh 14, 9 de „Beni gören Babayı görür“ demişti. Kalbini bizim için hançerleten İsa´nın şahsında, Allah´ın hakikî simâsı göründü. o­nu takip ediyoruz, bize öncülük yapan azim topluluklarla. O zaman sırat-ı müstakîm üzere oluruz.

Bu, şu demek, biz kendimizi özel bir Allah´a, özel bir İsa´ya hazırlamıyoruz, hayır sadece mukaddes kitapların ve kilise olarak tanımladığimız, hayatta ve daima bizimle ve bizden önde olan azim dinî alayların bize gösterdiği İsa´ya inanıyoruz, o İsa´nın önünde eğiliyoruz. kiliseyi çok kritize edebiliriz. Biliyoruz ve Allah da dedi ki: İçerisinde iyi ve kötü balıklar bulunan bir ağ, arpa ve yaban otu bulunan bir tarla. Bize bir çok azizlerin şahsında kilisenin hakikî yüzünü gösteren Papa II. Johannes Paul dahi, geçmişte insanların hareket ve sözlerinden dolayı kiliseye yapılan kötüleklerden, tevbe etti. Bizede aynayı uzatıyor ve bütün kusur ve zaafımızla şarktan gelen azizlerle başlayan dinî alaylara tabi olmamızı öneriyor. Aslında kilisede yaban otu olması teselli verici: Bütün kusurlarımızla beraber, yine de İsa´nın, özellikle günahkârları çağırması hasebiyle, selefi olabilmeyi ümit edebilmek. Kilise sanki bir insan ailesidir ve aynı zamanda Allah´ın, bütün kıt´alarda, bütün kültürlerde ve ırklarda birlik beraberliği oluşturan alanın büyük bir ailesi. o­nun için böyle bir aileye dahil olmaktan, bütün dünyada kardeş ve arkadaşlarımız olduğundan kıvanç duyuyorum. Köln´de, göğü ve yeri, geçmiş zamanı, şimdiki zamanı ve gelecek zamanı ve dünyanın her tarafını kapsayan cihanşümûl bir aileye dahil olmanın güzelliği yaşıyoruz. Bu büyük yolbirliğinde İsa ile beraber, tarihi nurlandıran yıldızla beraber gidiyoruz.

„Onlar eve girdiler ve çocuğu ve annesi Meryem´i gördüler, o zaman secdeye vardılar ve o­na dua ettiler“ (Mt 2,11). Sevgili arkadaşlar- bu hikaye çok uzakta, çok geçmişte değil. Bu şimdi ki zamandadır. Bu mukaddes yerde O önümüzde ve içimizde. O zaman ki gibi esrarengiz bir şekilde kudsal sukuta bürünmüs ve Allah´ın hakikî yüzünü ortaya koyuyor. O bizim için toprağa düşün, ölen ve sonsuza dek meyve veren bir arpa tanesi oldu (bk. Joh 12, 24). Bethlehem´deki gibi yanımızda. Bizi adı tapmak olan dahilî seyahate cağırıyor. Şimdi o dahilî yola koyulalım ve bize yol göstermesi için dua edelim. Amin.

Bu makale Papanın orijinal makalesidir. Küçük farklar olabilir.


Tercüme:
Oğuz Ataoğlu

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*