Dünya lezzet yeri değildir

Bediüzzaman, Lem’alar adlı eserindeki 25. Lem’a’da hastalara teselli olacak konuları ele alır. Ve yirmi beş deva sunar. Hasta insanı psikolojik açıdan rahatlatacak “manevî reçete”lerdir bu devalar.

Said Nursî devaları hastalıkların çeşitlerine göre sunar. Önce teşhisi koyar, sonra tedaviye başlar.

Devaların başlarında yer alan ; “Ey biçare hasta!, ey sabırsız hasta, ey şekvacı (şikâyetçi) hasta…” şeklindeki hitaplar konulan teşhisleri gösteren ifadelerdir. Merhemler bu hastalık çeşitlerine göre verilir.

Bu Lem’a zahire bakıldığında maddî hastalıklara sahip olan insanlar için yazılmış görünür. Fakat, bâtına, iç yüze bakıldığında ise manevî yönden hasta olan insanlara da çok özel reçeteler sunar. Lem’anın başına ise “Bu Lem’a 4,5 saat zarfında yazılmıştır” şeklinde bir dipnot düşülür.

Devaların muhtevasına bakıldığında bir çok konuya parmak basıldığı görülür. Bizim üzerinde duracağımız bölüm; “dünyanın geçici ve fani olduğu ve dünyanın lezzet alma, keyif sürme yeri olmadığı ve asıl mekânımızın ebedî hayat ve zevk alıp keyif süreceğimiz yerin ebediyet olduğu, dolayısıyla hastalıkların dert ve sıkıntıların bizi dünyadan soğutup yüzümüzü ahirete döndürdüğü yani gaflet sarhoşluğundan uzak tuttuğu ya da gaflette isek uyandırdığı” konularına değinildiği yerler olacak.

Bediüzzaman burada dünyanın “lezzet yeri”, “keyif alma mekânı” olmadığından bahsederken Risâle-i Nurların farklı bölümlerinde kendisinden; “dünyada almadığı zevk kalmayan, dünya zevklerinin birçoğunu tadan” biri olarak bahseder. İki ifade de Bediüzzaman’a aitken çok zıt dururlar birbirlerine. Peki bu nasıl olur? Dünya lezzet alma yeri değil iken, Bediüzzaman nasıl olur da dünyada birçok zevk aldığından bahseder. Bir başka çelişki daha vardır ki, bunu Bediüzzaman’ın hayatına baktığımızda görürüz.. Çünkü “hayatta insanı en çok tatmin edecek olan, kalbine mukabil bir kalbin olmasıdır” demiştir, fakat evlenmemiştir. Dolayısıyla çocuğu yoktur. Hayatı boyunca bir çok memlekette ikamet etmiş, bunların çoğunluğu ise zarurî ikametler olmuştur. Yani düzenli bir hayat sürme imkânı olmamıştır. Hapishanelere atılmıştır. Ve burada birçok işkenceye maruz kalmıştır. Öldüğünde ise dünyada bıraktığı, zahirde görünen, hiçbir şeyi yoktur. Ne malı ne mülkü. Ne evlâd ü iyali… Ki yaşarken elde etmediklerini öldükten sonra bırakması düşünülemez.

Bediüzzaman’ın hayatı “dünya lezzet yeri değildir” sözünü tasdikler. Peki “dünya zevklerinin birçoğunu tattım” iddiası nasıl açıklanabilir?

Burada “zahir” ile “batın” kavramlarına bakmak gerekir. Bizim olaylarda gördüğümüz taraflardan başka bir de görünmeyen yanlar vardır. İnsanın da bir dıştan görünen yüzü vardır bir de göremediğimiz “bâtın” yüzü.

Bediüzzaman dışarıdan baktığımızda, birçok acılar çekmiş, maddî olarak hiçbir şey elde edememiş, hükümetçe mahkûm edilmiş, sürgünlere gönderilmiş, işkence edilmiş, evlenmemiş, çocuğa kavuşmamış, mutlu bir yuva sahibi olmamış bir insan olarak görülebilir. Fakat bâtınına, iç yüzüne baktığımızda kuvvetli bir imana sahiptir. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” âyet-i celilesinin sırrına ermiş bir insandır. Bu insan basit arzular için değil, en büyük dâvâ olan İslâm dâvâsı için her şeyinden vazgeçmiştir. “Niçin evlenmiyorsun?” diye soranlara “İlim öğrenmek aşkı, her yanımı öyle sarmış ki, başka şeylere beni baktırmıyor” diyebilmiştir. O bir çocuğa sahip olamamıştır belki, ama engin şefkatiyle; ortada bir yangın var ve içinde evlâdım yanıyor, imanım yanıyor, öyleyse ben nasıl boş durabilirim” ifadeleriyle bütün insanları kendine evlât edinip onların ebedî hayatlarını kurtarmak için ömrü boyunca çalışmıştır. Vücudu belki zindanda görünüyordu, fakat “kuvvetli imanı elde etmiş bir insan zindanda da olsa saraydadır. İmanı olmayan ise sarayda da olsa zindandadır” sözleriyle zâhiriyatın aldatıcılığına parmak basmış, kendisinin aslında manen saraylarda olduğunu göstermiştir. Arkasında mal mül bırakamamıştır doğru, fakat; milyonların imanını kazandırmaya vesile olan Risâle-i Nuru bize miras olarak bırakmıştır. Bir Hadis-i Şerifte bir çocuğa bir besmele öğreten kişinin hali ne güzel anlatılır. O bir sözcüğü çocuk her söyleyişte, öğreten kişiye cenette mertebeler kazandırmaktadır. Bir besmele ile bu kadar kârdaysa insan, insanların imanını kurtarmaya vesile olan bir kitabın sahibi nasıl bir kârdadır, varın siz kıyas edin.

Kendinden, kendi nefsinden geçip, ona verilmiş olan kalp akıl ve ruhu, Allah için, Allah rızası doğrultusunda kullanmış bir insan elbetteki daha dünyada iken birçok nimete kavuşmuş, bir çok zevke ulaşmıştır. Öyleyse kendini, İslâm dâvâsına adamış olan Bediüzzaman Hz.leri “dünyada iken birçok zevkleri tattım” derken doğru söylemektedir. İmanın verdiği zevke varmıştır o bu dünyada.. Biz mutluluğu makamda, mevkide, malda, güzellikte rahat bir hayatta aradığımız için Bediüzzaman’ın bu sözü bize farklı, hatta tuhaf gelir. Halbuki asıl mutluluk O’nu, Allah’ı bulmaktadır.

O’nu bulan neyi kaybeder. Ve O’nu kaybeden neyi bulur?

Son olarak vurgu yapmamız gereken konu Hastalar Risâlesinin 4,5 saatte yazıldığı konusudur. Bu risâle yine görünüşte 4,5 saatte yazılmış görünebilir. Fakat o 4,5 saatte Bediüzzaman’ın bütün hayatı gizlidir. Yaşadıkları saklıdır. Bu devalar Üstadın hayatının özünü teşkil eder. Bu devaları tam idrak ettiğimizde bizlerde dünyada iken lezzete kavuşuruz. Sabrın, tahammulün güzelliğini yaşarız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*