Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
***
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!
***
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Cenâb-ı Hakka malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nevi ünvandır. Amma Cenâb-ı Hakka mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.
***
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Esmâ-i Hüsnânın herbirisi ötekileri icmâlen tazammun eder: Ziyânın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi. Ve keza, herbirisi ötekilere delil olduğu gibi, onların herbirisine de netice olur. Demek, Esmâ-i Hüsna, mir’at ve ayna gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.
Mesnevî-i Nûriye, s. 111
LÛGATÇE:
lizatihî: Kendiliğinden.
mahbub: Sevgili, sevilen.
Mûcid: İcad eden.
Vâcibü’l-Vücud: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hak.
kurbiyet: Yakınlık.
bu’diyet: Uzaklık.
adem: Yokluk.
zulmet: Karanlık.
melce: İltica edilecek, sığınılacak yer.
mence: Kurtulacak, necat bulacak yer.
umur: İşler.
mesrur: Sürurlu, mutlu olma.
tavattun: Vatan edinme, yer edinme.
maahaza: Bununla beraber.
mâruf: Tanınan, bilinen.
menkûr: Tanınmayan, inkâr olunmuş.
ülfet: Alışkanlık.
sema’: İşitmek, kulakla dinlemek.
fehm: Anlayış, anlama.
sıfât-ı mutlaka: Mutlak sıfatlar.
ilka: Koymak, bırakmak.
şuâ: Işın.
tebarüz: Belli olma, belirtme. Görünme.
sıfât-ı mutlaka-i muhîta: Her yeri kuşatan mutlak sıfatlar.
icmâlen: Özetle, genel olarak.
tazammun: İçine alma.
mir’at: Ayna.
Benzer konuda makaleler:
- Allah′a tevekkül edene Allah kâfidir
- Ecel Hâlık-ı Zülcelâl’in elindedir
- Üç Aylar da yaklaştı
- Bu dünyadan da çıkacaksın!
- Bu menzilden ayrıldığın gibi, dünyadan da çıkacaksın!
- Dünyayı kesben değil, kalben terk etmeli
- Hakikî imânı elde eden, kâinata meydan okuyabilir
- Duâ her derde devadır!
- “Ölüm sekeratı uyandırmadan uyan!”
- Çoğu gitti azı kaldı!..
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun