Dünyanın en güzel seyahati

Image
HAC NOTLARI-1

Çocukluğumuzda hacca gidip gelenleri gördükçe veya hatıralarını dinledikçe, sanki başka bir âleme gidip geliyorlar zannederdim. Hele bir de, o tesbih imamelerindeki resimleri veya küçük dürbün şeklindeki âlette o mübarek yerlerin manzaralarını seyrettikçe bir hoş oluyorduk.

Rahmetli annemin; hacca gidenlerin arkasından bakarak ağladığını hiç unutmuyordum. Hacca gidemeden rahmetli olmuştu anacığım. İslâmın beş şartının birincilerinden olan Kelime-i şehadet, namaz ve oruç ibadetlerini bihakkın yerine getiren annem, ikincilerinden olan hac ibadetini maatteessüf yapamadan, bu dünyadan göçüp gitmişti. Buna ben çok üzülmüştüm.

Fıtratımızda dercedilen dinî hassasiyet, Nurlarla müşerref olduktan sonra, daha da pekişti elhamdülillah. Allah’ın her emri, bizim başımızın tâcıydı. 1974 yılıydı zannedersem. Rahmetli Osman Demirci hocanın tertiplediği bir hac seferi vardı. Çok istemiştim, ama maalesef nasip olmamıştı. Ondan sonra, her hac mevsiminde gözümüz yollarda kalmıştı. Artık, hac ile ilgili ne zaman bir yeşil ışık yansa, hemen harekete geçiyorduk. Aklıma koymuştum. ”Allah nasib ederse, emekli olur olmaz, takip eden ilk yıl hacca gideceğim!” dedim.

2005 yılında, Cenâb-ı Hak nasib etti, emekli oldum. O sene ağabeyimle birlikte hac müracaatında bulunmuştuk. Kur’alar çekildiğinde, sadece hanımla bana hac imkânı çıkmıştı. Hanım da, ben de çok sevinmiştik. Ama, ağabeyime çıkmadığına da üzülmüştüm. Hacda da beraber olsaydık çok iyi olacaktı, ama nasib olmadı.

Gideceğimiz gün yaklaştıkça heyecanlanıyorduk. İbadete müteallik yapacaklarımın planını da yapıyordum. Mutad olarak devam ettiğim Kur’ân hatmimi orada devam ettirmek için, o senenin Ramazan ayında gazetemiz Yeni Asya’nın vermiş olduğu Kur’ân cüz takımını yanıma almıştım. Ahdetmiştim, Medine-i Münevvere’de, Peygamberimizin (asm) kabr-i şeriflerinin başında Mu’cizat-ı Ahmediye Risâlesi olan 19. Mektub’u okuyup bitirmeyi. Onun için, Mektubat ve bir-iki risâle ile, (içinde Büyük Cevşen’in de bulunduğu Üstadımızın okuduğu evradları içine alan) Evrâd-ı Nuriye’yi de yanıma aldım.

Ve beklenen an geldi… Artık, dünyanın en güzel seyahati başlıyordu. 28 Zilka’de 1426 / 30 Aralık 2005 Cuma günü Yalova’dan otobüslerle hareket edip, Bursa Yenişehir Havaalanına geldik. Tabiî, her hacı uğurlamasında aynı şeyler yaşanıyordu. 22.15’de uçağımız havalandı. Ömründe ilk defa uçağa binen insanların garip halleri dikkat çekiyordu. Uçak havalandıktan sonra, kaptan pilot konuşmaya başladı, şaşırmıştık. Din görevlilerinin yapacağı konuşmayı o yapıyordu. Haccı ve yapılacakları anlatıyordu. ”Ben de hacı olduğum için sizlere bunları anlatıyorum” dedi. Kendi kendime ”İyi ki, uçakta irtica ve laiklik gammazları yok” dedim. Daha din görevlilerine söyleyecek söz kalmamıştı. Gece yarısını geçmiş, gün Cumartesiye dönmüştü. Saat 01.15’de Cidde Havaalanına indik.

Herkeste bir heyecan vardı. Önce Mekke-i Mükerreme’ye gideceğimizden, biz Türkiye’de ihrama girmiştik. (Tam sünnet-i seniyyeye uygun olan ‘mikat mahalli’ olmasa da). Üç saat kadar bekledikten sonra eski otobüslerle Mekke’ye doğru yola çıktık. Tabiî sabah namazının vakti de girmişti. Hani rahattık, münasip bir yerde durur ve sabah namazlarımızı kılarız diye. Allah, Allah! Baktım, şoför boyuna gaza basıyor, hiç durmaya niyeti yok. Tan yeri ağarmaya başladıkça beni hafakanlar bastı. Otobüsteki din görevlisini yanıma çağırıp durumu anlattım. Şoföre gidip söyledi, bir iki mescidin yanından geçtik, ama durmadı. Baktım vakit iyice daralıyor, artık kızdım ve bağırarak “Kardeşim, bu ne biçim iş yahu? Millet mübarek beldeye gelmiş; hacı olmak, ibadetlerini en güzel şekilde yapmak için, şimdiden namazımızı mı kaçıracağız, böyle şey olur mu?” dedim. Tabiî, benim bağırarak konuşmam üzerine, daha önce durma niyeti olmayan şoför hemen bir yere yanaştı, mescid gibi yerde durduk ve namazlarımızı kıldık. Yani böyle basiretsizlik ve programsızlık olacak şey değildi.

İki saat kadar yolculuktan sonra Mekke-i Mükerreme’ye gelebilmiştik. Gözlerimiz hep Kâbe-i Muazzama’yı arıyordu, ama göremedik. Geldiğimiz yer Mekke’nin varoşlarından Mesfele bölgesiydi. Hocalar otele yerleştikten sonra, istirahat edip, dinlenmemizi ve akşam müsait bir vakitte ziyaret tavafı için Kâbe’ye gideceğimizi söylediler. Birkaç saat uykudan ve istirahattan sonra hazırlandık. Kafile olarak Kâbe’ye gidecektik. Kendi kendime dedim ki: ”Ben sıradan bir yerde ibadete gitmiyorum. Allah’ın en mukaddes mabedine gidiyorum. Gusül abdesti alsam daha iyi olur” ve öyle yaptık.

-DEVAM EDECEK-

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*