Dünyanın kazancı dünyanın masrafına yetmez

Image
Para hep bir şeyleri satın alır diye düşünürüz. Hatta para ile her şeyin elde edilebileceğini kabul edenler bile vardır. Halbuki, para kendisi de satın alınan bir maldır. Bedeli de oldukça pahalıdır. Hani “Vakit nakittir” diyoruz ya.

Nakit satın almak için de vakit diye bir bedel ödüyoruz. Yani işçi olsun memur olsun, esnaf olsun tüccar olsun, günün belli bir kısmını işyerinde veya ofisinde çalışarak geçirir.

Para kazanmak için bir vakit ayırır. Vakit ise, ömür sermayemizin bir parçasıdır. Ömrümüzden belli bir süre vakit ayırıp çalıştığımız işyerine veriyoruz, karşılığında para dediğimiz bir met’a alıyoruz. Onunla da ihtiyaçlarımızın çok az bir kısmını karşılayabiliyoruz.
Zarûrî ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını büyük bir bedel ödemeden, kolaylıkla elde ediyoruz. Hayat için en büyük ihtiyaç, havadır. Hayatı veren, havayı da insana ihsan ettiği için, hiçbir bedel ödemeden nefes alıp veriyoruz. Yine en zarûrî ihtiyaçlarımızdan olan su, en çok bulunan ve kolay elde edilen bir nimettir. Bunlar için bir para ödemiyoruz. Belki su için küçük bir bedel ödüyoruz, ama bir damla su kadar fayda sağlamayan diğer pek çok mala çok daha fazlasını veriyoruz. Eğer hava ve su gibi hayatî ihtiyaçlarımızın gerçek bedelini ödemek zorunda kalsaydık, günde yirmi dört saat kesintisiz çalışsak bile bir nefeslik havanın ve bir damla suyun bedelini ödeyemezdik.
Bir mağazada alış veriş yaparken en az para ile en çok fayda sağlayacak malları almaya çalışırız. Hiçbir mala değerinden fazla para vermek istemeyiz. Ömür sermayemizden bir kısmını vermek sûretiyle parayı satın alırken ise, böyle bir kaygı ve hassasiyet taşımıyoruz. Neden acaba? Ömrümüz çok değersiz olduğu için mi onu harcarken hiç dikkat etmiyoruz? Yoksa bu sermayenin hiç tükenmeyeceğini mi zannediyoruz? Bugün bulunduğumuz noktadan durup geriye doğru şöyle bir baksak, bu yaşa ne çabuk geldiğimizi, yılların ne kadar hızla akıp gittiğini görecek, ömür sermayemizin de her an tükenebileceğini idrak edeceğiz. Sonra da Niyazi-i Mısrî gibi, “Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömrüm oldu heba, / Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber” diye feryat edeceğiz.
Halbuki ömür sermayesi sadece dünyadaki ihtiyaçlarımızı kazanmak için değil, asıl ahiret erzakını temin etmek için verilmiştir. Ömrünü dünyayı kazanmak için harcayanların gayreti, susuzluğunu gidermek için tuzlu su içenlerin hâline benzer. İçtikçe susuzluğu artar. Hırs ve tamahla dünyaya sarılanlar da, kazandıkça daha çok harcar, harcadıkça daha çok kazanmak ister, bir kısır döngü içinde kıvranır durur. Hırsın midesi hayalin hudutları kadar büyük olduğundan, onu doldurmak ve doyurmak mümkün olmaz. İnsan dünyayı da kazansa, tatmin olmaz. Yani dünyanın kazancı, dünyanın masrafına yetmez.
Bediüzzaman Hazretleri, “Ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyevîyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır“ diyor.
Ehl-i dünya parasını ucuza vermediğine göre, biz niye dünya için ömrümüzü ucuza verelim? Cenâb-ı Hak bize çok daha kârlı bir alış veriş teklif ediyor: “Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara cennet vermek sûretiyle satın almıştır.” (Tevbe Sûresi, 111)
Sadece dünyayı kazanmak için bir ömür harcamak, insana dünyayı kazandırmadığı gibi ahiretini de kaybetme tehlikesi ile onu karşı karşıya bırakacaktır. Bu ise, elindeki elmasları verip birkaç kırık cam parçası almak gibi ahmakça bir alış veriş olacaktır.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*