Dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir

Meşrûtiyet ve kanun-u esasî
işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir;
hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.

Ey paşalar, zabitler!
Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmâli:
Medar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim.

Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehid sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlûmiyetle ölmek, zâlimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır. Bunu da derim ki:

Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatini setr için başkasını irtica ile ve dinini siyasete âlet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafiyeler eskisinden beterdirler. Bunların sadakatine nasıl itimad olunur? Adalet onların sözlerine nasıl bina olunur?

Hem de cerbeze ile, insan adalet yaparken zulme düşüyor. Zirâ insan kusursuz olmaz. Fakat uzun zamanda ve efrad-ı kesîre içinde ve tahallül-ü mehasinle tâdil olunan müteferrik kusurları cerbeze ile cem edip bir zaman-ı vahidde bir şahs-ı vahidden sudurunu tevehhüm ederek şedid cezaya müstehak görür. Halbuki bu tarz, bir zulm-ü şedîddir.

Şimdi gelelim on bir buçuk cinayetlerimin tâdâdına:
Birinci Cinayet: Geçen sene bidayet-i Hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine Sadâret vasıtasıyla çektim. Meâli şu idi:

“Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.”

Her yerden bu telgrafların cevabı, müsbet ve güzel olarak geldi. Demek vilâyat-ı şarkiyeyi tenbih ettim, gafil bırakmadım. Tâ yeni bir istibdat onların gafletinden istifade etmesin. Neme lâzım demediğimden cinayet  işledim ki, bu mahkemeye girdim.

İkinci Cinayet: Ayasofya’da, Bayezit’te, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulemâ ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla Şeriatın ve müsemmâ-yı Meşrûtiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın Şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir” (Keşfü’l-Hafâ, 1:462, No: 1515) hadîsinin sırrıyla, Şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve zâlimâne tahakkümü mahvetsin.

Herhangi bir nutuk irad ettimse, herbir kelimesine kimsenin bir îtirazı varsa, bürhan-ı kat’î ile ispata hazırım. Ve dedim ki: Asıl, Şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i Meşrûtiyet-i meşrûadır.

Demek Meşrûtiyeti, delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı şeriat telâkki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulemâ ve Şeriatı, Avrupa’nın zunûn-u fâsidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan cinayet ettim ki; bu tarz muâmelenizi gördüm.
Divan-ı Harb-i Örfî, s. 20-23

LÜGATÇE
mehasin: İyilikler
mütehayyir: Hayrete düşen, şaşıran.
hafiye: Casus.
cerbeze: Aldatıcı sözlerle kurnazlık, demagoji.
efrad-ı kesîre: Çok kişiler.
tahallül-ü mehasin: Güzel hallerin bozulması.
tâdil: Doğrultma, düzeltme.
müteferrik: Ayrı ayrı.
cem: Birleştirme, toplama.
zaman-ı vahid: Tek bir zaman.
şahs-ı vahid: Tek bir şahıs.
sudur: Meydana çıkma.
tevehhüm: Vehimlenme, kuruntuya kapılma.
şedid: Şiddetli.
zulm-ü şedîd: Şiddetli zulüm.
tâdâd: Sayma.
bidayet-i Hürriyet: Hürriyetin başlangıcı; (1908) Hürriyet’in (II. Meşrûtiyet) ilân edildiği zaman.
Sadâret: Sadrâzamlık.
meşveret-i şer’iye: Dine, şeriata uygun olarak yapılan meşveret.
hüsn-ü telâkki: İyi anlayış, iyi kabul ediş, güzel telâkki etmek.
istibdat: Baskı.
zarardîde: Zarar görmüş.
vilâyat-ı şarkiye: Doğu illeri.
tenbih: Uyandırma.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*