Durun kalabalıklar

Durun kalabalılar,
bu cadde çıkmaz sokak,
Haykırsam kollarımı
makas gibi açarak.
Necip Fazıl

Sokaklarda insan seli akıyordu. Yollar tıkanmış, trafik durmuş, korna sesleri siren seslerine karışmıştı. Cankurtaranlar bile trafiğin açılmasını bekliyordu. Çoğunluğunu gençlerin meydana getirdiği insan seli, caddeleri doldurmuş, ara sokaklara taşmıştı. Kalabalık aynı istikamete doğru aktığı için, karşı istikamete doğru ilerlemek neredeyse imkânsız hale gelmişti.

O gün şehir takımının maçı vardı. Maç bitmiş seyirciler maçtan çıkmışlardı. Stadyumun çıkış kapılarından boşalan insan seli cadde ve sokakları işgal etmişti. Onun için trafik durmuş, ambulanslar içinde hasta ve yaralılarla bekliyorlardı. Takımlarının galibiyetini kutlayan bazı taraftarlar da trafiği kesmiş, cadde ortasında halay çekiyorlardı.

Aynı anda stadyum yakınında bulunan Reşadiye Camii’nden de ikindi namazını eda eden insanlar çıkıyorlardı. Biz de Eskişehir Yeni Asya temsilciliğinin düzenlemiş olduğu konferans için şehrimizde bulunan Sebahattin Yaşar kardeşimizle birlikte camiden çıkmış, kalabalığın geldiği istikametin tersine doğru yol almaya çalışıyorduk. Camiden çıkanların sayısı ile maçtan çıkanların hâlini ve sayısını görünce, içimiz burkuldu. Stadyumdan çıkan binlerce insana karşı, camiden yirmi otuz kişi kadar insan çıkıyordu. Sebahattin kardeş şöyle dedi: “Camiden çıkanların sayısı maçtan çıkanların sayısından fazla olmadıkça memlekette huzur ve asayiş sağlanamaz.”

Gerçekten de bir camiden çıkanlara bakın, bir de konser, miting ve maç gibi sebeplerle bir araya gelen kalabalıkların hâline bakın. Camiden çıkan gayet sakin, ağırbaşlı, hayatın en önemli vazifesini ifa etmenin huzuru içinde, sessiz bir şekilde dağılırken, stadyumdan çıkanlar sloganlar atarak, taşıt yollarını işgal edip trafiği aksatarak, şuursuz, sorumsuz, saygısız bir şekilde çevreyi rahatsız ederek dağılıyorlardı. Bereket versin takımları maçı kazanmıştı, daha fazla taşkınlık yapmadılar.

Büyük kalabalıklar her zaman için büyük bir güç meydana getirirler. Bu güç, kontrol altına alınmazsa, her an için potansiyel bir tehlike hazır demektir. Nitekim, geçen hafta Galatasaray-Fenerbahçe maçı öncesinde ve sonrasında yaşanan dehşet anları, kontrolsüz kalabalıkların ne kadar tehlike saçtığını göstermiştir.

Kalabalıkların gücü bir şekilde kontrol altına alınmaz ve müsbet bir istikamete kanalize edilmezse, azgın bir sel gibi önüne geleni yıkar, ortalığı harap eder. Gücü kontrol etmek güç olduğu gibi, “Kontrolsüz güç de güç değildir.” Veya kontrolsüz güç, tahrip gücü yüksek bir bomba gibidir. Her an patlayabilir ve çevresine büyük zararlar verebilir.

Peki, insanların bir araya gelmesi ve birlikte bir şeyleri paylaşması bir ihtiyaç olduğuna göre, kalabalıkların gücünü nasıl kontrol altına alacağız? Bu soru, bugün eğitimcileri, sosyal bilimcileri ve siyasetçileri çok meşgul eden bir sorudur. Böyle bir soruya karşılık verilen cevapların başında, “eğitim şart” gibi klâsik bir cümle gelmektedir. Ama etrafı yakıp yıkan, anarşi ve kargaşaya sebebiyet veren kalabalıklara baktığımız zaman, büyük çoğunluğunun eğitimli olduğunu görüyoruz. O zaman da karşımıza “Nasıl bir eğitim?” sorusu çıkıyor.

“Nasıl bir eğitim?” sorusunun en güzel cevabı, camilerde verilmektedir. Cuma günleri ve bayram namazlarında binlerce insan bir araya gelirler ve birlikte ibadet ederler. Sonra da herkesin yüzünde bir tebessüm, gönlünde bir ferahlık, kalbinde huzur olduğu halde, sessizce dağılırlar. En ufak bir taşkınlık, gürültü, çevreyi rahatsız edecek bir davranış görülmez. Çünkü bu insan topluluğu kuru bir kalabalıktan ibaret değildir. O topluluk, bir cemaattir. Hâlık’ı bir, Peygamberi bir, Kitabı bir, kıblesi bir, bine kadar birlerle birbirine bağlı binlerce insan bir araya gelir, ama hepsi bir insan gibi hareket ettiklerinden hiçbir gürültü ve kargaşa çıkmaz. Kalplerinde uhuvvet, gönüllerinde muhabbet, fiillerinde müsbet ve müşterek hareket vardır. İmanın verdiği dersle, ibadetin kazandırdığı terbiye ile ve camilerde aldıkları eğitim ve âdap ile hareket ettiklerinden, taşkınlık yapmazlar. Kimseyi rahatsız etmezler. Çevreyi kirletmezler. Gerçek medeniyetin gerektirdiği en güzel davranışları camilerde ve cemaatlerde görmek mümkündür.

Şuurlu bir cemaat ile kuru bir kalabalığın farkı işte burada ortaya çıkar. Cemaatin de bir gücü vardır, fakat bu güç, manevî bir gücün kontrolünde, imanın denetimi altındadır. Cuma ve bayram namazlarında camilerden çıkan cemaat dağılırken de sokaklar insan seline döner, fakat bu sel geçtiği yerleri yıkan bir âfet değil, sessizce akan bir rahmet gibidir.

İmanın insana kazandırdığı şuur, kalabalığı cemaate, âfeti rahmete çevirmektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*