Ebu Süfyan (565-652)

Kureyş’in reislerinden olan Ebu Süfyan, zengin bir aileye mensuptu. Zamanında okuma yazma bilen çok az sayıdaki insandan birisiydi. Kendi kabiliyet ve becerisiyle reisliğe kadar yükseldi. İslâmiyet’e ve Peygam-berimize (asm) açıkça cephe aldığı halde, Müslümanlara fiilî olarak eziyet edenler arasında yer almadı. Uhud ve Hendek savaşlarında müşriklerin kumandanlığını yaptı. Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olarak Sahabeler arasında yer aldı.

 

Ebu Süfyan, Risâle-i Nur’da, henüz Müslüman olmadan evvel şahit olduğu, iki mucize ile birlikte zikredilmektedir (Mektubat, s. 109, 153). Künyesi Ebu Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye şeklindedir.

Ebu Süfyan, 565 tarihinde Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in ileri gelenlerinden olan Harb bin Ümeyye, annesi de Safiyye bint Hazm’dı. Babası, ticaretle uğraşan zengin bir ailenin çocuğu olduğu için, refah içinde yaşadı. Çocukluk döneminin en samimi arkadaşı, Peygamber Efendimizin (asm) amcası Hazreti Abbas’tır. Bu arkadaşlıkları bir ara kesintiye uğrasa da sonradan tekrar devam etmiştir. Yaşadığı dönemde okuma-yazma bilenlerin oranı oldukça düşük olduğu halde okuma yazma biliyordu. Büyüdükten sonra kendisi de ticaretle uğraşmaya başladı. Bilgi, beceri ve kabiliyetiyle kısa sürede kendini göstererek, güvenilen ve fikrine başvurulan önemli kişiler arasında yer aldı.

Ebu Süfyan, İslâmiyet’in zuhuru ile birlikte müşriklerin arasında yer aldı. Müslümanların aleyhine yapılan çoğu faaliyetin içinde yer aldı veya destekledi. Peygamber Efendimizi dâvâsından vazgeçirmek maksadıyla Ebu Talib’e gönderilen heyet içinde bulundu. Peygamber Efendimizin öldürülmesine karar verilen toplantıda (Darünnedve) müşriklerin içinde yer aldı. Ebu Süfyan bu faaliyetlerin içinde bizzat yer aldığı sırada, müşrikler Müslümanlara her türlü fiili işkenceyi ve dinden dönmeyi sağlamak için eziyet yapmayı da sürdürüyorlardı. Ancak, Ebu Süfyan fiili olarak bu işkencecilerin dışında kaldı.

Bedir Savaşı öncesinde, Mekkeli müşriklerin çoğunun katıldığı büyük bir ticaret kervanı hazırlanıp Suriye’ye gönderildi. Bu kervanın başkanlığını Ebu Süfyan yapmakta idi. Peygamber Efendimizin emriyle kervanın ele geçirilmesine karar verildi. Plana göre kervan dönüş yolunda Bedir’de karşılanarak ele geçirilecekti. Hazırlığı haber alan Ebu Süfyan kervanın yolunu değiştirmek suretiyle takipten kurtulduğu gibi, Müslümanların eline geçmeyi de engellemiş oldu. Akabinde, Ebu Cehil’in kışkırtmaları sonucunda Bedir Savaşı yapıldı. Bu savaşta Ebu Cehil’in öldürülmesiyle başsız kalan Mekkelilerin reisliğine Ebu Süfyan geçti. Kendisinin katılmadığı ve kaybedilen savaşın intikamının alınması konusunda yemin içti. İntikam alınıncaya kadar yıkanmayacağını ifade etti.

Ebu Süfyan, Uhud Savaşına müşrik ordusunun komutanı olarak katıldı. Daha sonra yapılan Hendek Savaşı’nda da komutanlık yaptı. Bu savaşlarla sürdürdüğü mücadelesi ve müşriklerin reisliğini Mekke’nin fethine kadar devam ettirdi. Umre yapmak maksadıyla gelen Peygamber Efendimiz ve Müslümanların Mekke’ye girişine izin vermedi. Akabinde her iki taraf arasında Hudeybiye Barışı imzalandı. Bu anlaşmayı müteakiben Peygamber Efendimiz, komşu kavim ve devletlerin başkanlarına İslâm’a dâvet maksadıyla mektuplar ve elçiler yolladı.

Peygamber Efendimizin (asm) İslâm’a davet ettiği liderlerden bir tanesi de Bizans imparatoru Herakleios’tu. Davet mektubu eline geçince Peygamber Efendimizin kavmine mensup biriyle görüşmek istedi. O sırada Gazze’de bulunan Ebu Süfyan ve arkadaşları kralın huzuruna çıkarıldılar. Kral, aralarında neseben en yakın kişinin Ebu Süfyan olduğunu öğrendikten sonra, Peygamber efendimizin özellikleri ve daveti hakkında sorular sordu. Ebu Süfyan sorulara doğru cevaplar verdi.

Hazreti Muhammed’in (asm) asil bir nesebe mensup olduğunu, ecdadı arasında kral olmadığını, daha önce hiç yalan söylemediğini, kendisine daha çok zayıf insanların tabi olduğunu, tabi olanların sayısının giderek arttığını, Müslüman olduktan sonra pişman olup dönen hiç kimsenin görülmediğini, kendileriyle savaştıklarını, verdiği sözden caymadığını, Hudeybiye Barışını kast ederek, şimdilik aralarında sulh olduğunu ancak, bundan sonra ne olacağını bilmediğini, daha önce böyle bir iddiada bulunanın olmadığını söyledi. Ebu Süfyan’ın bu şekilde sorulara doğru cevap vermesi ve her şeyi açık açık ifade etmesi arkadaşlarının dikkatini çekti. Kendisi de yalan söylemekten korktuğunu, “Vallahi onun hakkında bana sorulanlar hususunda söyleyeceğim yalanımın arkadaşlarımın orada burada anlatmalarından korkmasaydım muhakkak yalan söylerdim” şeklindeki ifadelere yer verdi. Ebu Süfyan, başından geçen ve henüz Müslüman olmadan evvel yaşanan bu hadiseyi, İslâmiyet’i kabulünden sonra çocukluk arkadaşı olan Hazreti Abbas’a bizzat anlattı. Ebu Süfyan’ın korkusu sebepsiz değildi. Şahit olduğu hadiseler ve gözüyle gördükleri onu temkinli davranmaya zorlamaktaydı.

Risâle-i Nur’da onun şahit olduğu iki hadise ve mucizeden söz edilmektedir. Birincisi; Safvan ile birlikte oldukları bir sırada ceylanı takip eden bir kurdu gördüler. Ceylan Harem-i Şerife girince kurt takipten vazgeçip geri döndü. Dile gelip, Hazreti Muhammed’in Risâletini haber verdi. Ebu Süfyan, Safvan’a “Bu kıssayı kimseye söylemeyelim. Korkarım, Mekke boşalıp onlara iltihak edecekler” dedi (Mektubat, s. 153). İkincisi de, Mekke’nin fethinden sonra Bilal-i Habeş’in Kabe’nin damına çıkıp ezan okumasından sonra meydana geldi. Ebu Süfyan, Attab ibn Esid ve Haris ibn Hişam kendi aralarında konuşup Hazreti Bilal’i tezyif ettiler. Ebu Süfyan, “Ben korkarım, birşey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın taşları ona haber verecek, o bilecek” demek suretiyle ihtiyatlı davrandı. Bir süre sonra Peygamber Efendimizle karşılaşıp konuşmalarını aynen aktarınca yanında bulunan iki arkadaşı orada Müslüman oldu (Mektubat, s. 109-110).

Ebu Süfyan, Mekkelilerin barış anlaşmasına aykırı hareket etmeleri ve anlaşmanın bozulması üzerine durumu düzeltmek için harekete geçti. Medine’ye giderek anlaşmanın devamını sağlamaya çalıştı. Ancak, kendi kızı ve Peygamber Efendimizin (asm) hanımı olan Ümmü Habibe (ra) başta olmak üzere hiç kimseden ilgi görmedi. Mekke’ye eli boş döndü. Müslümanların fetih öncesi Mekke yakınlarına gelip Cuhfe’de karargâh kurmalarından sonra, çocukluk arkadaşı olan Hazreti Abbas’ın (ra) tavsiyesiyle Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı. Peygamber Efendimizin İslâm’a davetini kabul ederek Müslüman oldu.

Mekke’nin fethinden sonra Ebu Süfyan artık sıradan bir insandı. Ancak, Peygamber Efendimizin, onun evine sığınacak olanlara “eman” verileceğini bildirmesi ve bunu uygulaması kendisi için büyük bir şeref oldu. Böylece itibarı bir bakıma korunmuş oldu. Evine sığınacaklara eman verileceği haberini bizzat kendisi Mekkelilere duyurdu. Peygamber Efendimiz daha sonra da kendisine yakın ilgi göstererek iltifatlarda bulundu. Bunu ailesinden de esirgemedi. Kendisine ve ailesine karşı gösterilen ilgi ve alâka Ebu Süfyan’ı son derece memnun etti.

Ebu Süfyan, Müslüman olduktan sonra bazı savaş ve seferlere katıldı. Kendisine bazı görevler verildi. Peygamber Efendimiz ile birlikte Taif muhasarasına katıldı. Mugire bin Şu’be ile birlikte barış teklifi için Taiflilere gönderildi. Ancak, Taifliler barış teklifini kabul etmediler. Daha sonra meydana gelen çatışmada bir gözünü kaybetti. Necranlılar ile yapılan anlaşmada da hazır bulunarak şahitler arasında yer aldı.

Ebu Süfyan, Hazreti Ebubekir’in (ra) halifeliğine ilk başlarda karşı çıktıysa da daha sonra kendisine biat etti. Bir ara Necran vergi tahsil memurluğunda bulundu. İlerlemiş yaşına rağmen Suriye seferine katıldı. Yermük savaşında askerleri cesaretlendirmek için gayret sarf etti. Taberi’nin nakline göre bu savaşta gözünü kaybetti. 652 yılında Medine’de Hakkın rahmetine kavuştu. Vefat tarihi ile ilgili olarak farklı bilgiler nakledilmektedir.

Ebu Süfyan, İslâm’ı seçtikten sonraki dönemde Peygamberimizin sevgi ve rızasını kazanmıştır. Sünni kaynakları samîmî bir Müslüman olduğunu bildirmelerine rağmen, özellikle Şii yazarlar aksini iddia etmişlerdir. Ancak, bu iddialarını ıspatlayacak bir delilleri bulunmamaktadır. Aksine, yetmiş yaşın üzerinde olmasına rağmen savaşlara katılması, orduyu cesaretlendirici faaliyetlerde bulunması söz konusu iddiaları çürütmektedir. Belki de Hazreti Muaviye’nin babası olması ve bu aileye karşı takınılan menfi tavırdan o da nasibini almış ve bazı haksız ithamlara maruz kalmıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*