Ebu Talha (?-654/5)

Peygamber Efendimizin (sav) sevgi ve iltifatına mazhar olmuş sahabenin büyüklerindendir. 2286 hadis rivayet ederek en çok rivayette bulunan üçüncü sahabe olan Enes bin Malik’in üvey babasıdır. Enes’in annesi İslamiyet’i kabulüne vesile olmuştur. Asıl adı Zeyd bin Sehl’dir. Ebu Talha künyesi ile tanınıp meşhur olmuştur. Hazrec kabilesinin Neccaroğulları koluna mensubiyetinden dolayı Hazrecî ve Neccarî nisbeleriyle de anılmıştır. Müslüman olduktan sonra, Bedir dahil tüm savaşlara katılmış ve özellikle Uhud Savaşı’nda çok büyük kahramanlık örneği sergilemiştir.

Peygamber Efendimizi saldırılardan korumak için vücudunu siper yapmıştır. Risale-i Nur’da ismi zikredilmiş ve naklettiği bir hadis-i şerife yer verilmiştir. Tam künyesi Ebu Talha Zeyd bin Sehl bin el-Esved el-Ensarî şeklindedir.

Zeyd Medine’de doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Çocukluğu büyük bir zenginlik ve refah içinde geçti. Medine’nin zengin ailelerinden birine mensuptu. Her gün evlerinde şenlik ve eğlenceler düzenlenirdi. Diğer bir çok arkadaşı ve çevresindekiler gibi puta tapıyordu. Evlilik yaşına geldiğinde, çevresinde evlenebileceği bir çok genç kız vardı. Ancak, o bunlardan hiçbirine yönelmedi.

Zeyd, çevresindeki genç kızlardan biri yerine kocası yeni vefat etmiş bir kadınla evlenmek istedi. Ünlü sahabelerden biri olacak olan Enes bin Malik’in annesi, Hicretten evvel vefat eden Malik’in hanımı Ümmü Süleym ile evlendi. Ümmü Süleym’e aracılar vasıtasıyla evlenme teklifinde bulundu. Ancak, Ümmü Süleym yetim oğlunu büyütünceye kadar evlenme niyetinde olmadığını bildirdi. Oysa ki, kadın fakirdi. Buna rağmen oğlunu üvey baba eline bırakmak istemedi. Zeyd ise beklemeyi tercih etti.

Ebu Talha, uzun bir aradan ve Enes’in de büyümesinden sonra bizzat kendisi evlenme teklifini yineledi. Çocuğun büyüdüğünü ve artık karar vermesi gerektiğini söyledi. Ümmü Süleym yine evet diyemedi. Çünkü, kendisine evlenme teklifinde bulunan kişi hâlâ puta tapmaktaydı. Bir müşrikle evlenemeyeceğini söyleyince; Zeyd, putların kendisine ne zararı olduğunu sordu. Ümmü Süleym; putların kimseye, ne zarar ne de fayda verebildiğini, ateşe atılırsa yandığını, kayaya çarparsa dağıldığını, kendisi gibi asil bir efendinin bu oyuncaklara secde etmesinin yakışık almadığını söyledi. Bir süre düşünen Zeyd Müslüman oldu. Bunun üzerine Ümmü Süleym de evlenme teklifini kabul ederek kendisiyle evlendi.

Zeyd, 621 yılında gerçekleşen Birinci Akabe Biatı’nda bulunarak kabilesini temsil etti. Hicretten sonra Medine halkı, maddi manevi her şeyleri ile hicret edenlere yardıma koştu. Ümmü Süleym ise oğlu Enes’i alıp kocası ile birlikte Peygamber Efendimizin (asm) huzuruna çıktı. “Yâ Resûlallah! Biz de size, şu küçük oğlumuzu armağan ediyoruz. Lütfen kabul ve duâ buyurunuz. İnşaallah size hizmette kusur etmez, dediler.” Peygamber Efendimiz küçük Enes’i terbiyesine alıp yetiştirdi. Enes, Yüce Peygamberin terbiyesinde büyüdü ve sahabenin büyükleri arasında yer aldı.

Zeyd’in, kısa bir süre sonra bir oğlu dünyaya geldi. Bu doğum eve büyük bir sevinç ve mutluluk getirdi. Bu arada Peygamber Efendimiz de bu mutlu yuvayı ziyaret etmekte kendilerini şereflendirmekteydi. Ancak, küçük çocuk hastalandı ve kısa süre sonra da vefat etti. Anne Ümmü Süleym, evladını yıkadı ve kefenledi. Üstüne bir bez örttü. Ev halkına, babası geldiğinde bir şey söylememelerini tembihledi. Zeyd akşam eve dönünce oğlunu sordu. Anne; o şimdi, daha sakin ve daha huzurlu bir halde bulunuyor, dedi. Kocası ile birlikte gelen misafirlere ikramda bulundu.

Ümmü Süleym, misafirlerin ayrılmasından sonra kocasına, emanet olarak bırakılan bir şey sahibi tarafından istenildiği zaman, emaneti yanında bulunduran kişinin itiraz etmemesi gerektiğini ifade edince, Zeyd de kendisini tasdik etti. Kendilerinin de böyle davranmaları gerektiğini belirtince Zeyd meraklandı; “bir şey mi oldu?” diye sordu. Bunun üzerine, evlatlarının vefat ettiğini, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine emaneten verdiğini geri aldığını belirtti. Evladının vefatından dolayı sarsılan Zeyd, yine de bunu sabırla karşıladı ve Cenab-ı Hakk’ın emrine rıza gösterdi. Bir süre sonra bir erkek çocukları daha dünyaya geldi.

Ebu Talha, Peygamber Efendimizin yanında azami ölçüde bulunmaya gayret gösterdi. Yapılan bütün savaş ve seferlere katıldı. Bedir Savaşı’nda ok atmada büyük bir maharet sahibi olduğunu sergiledi. Uhud Savaşı’nda ise kahramanlık ve cesaretiyle adından söz ettirdi. Vücudunu Peygamber Efendimize siper etti. “Canım canın için feda, yüzüm yüzün için kalkandır Ya Resulallah!” diyerek, bir taraftan savaşmaya diğer taraftan da gelebilecek hücumlara karşı Peygamber Efendimizi korumaya çalıştı. Daha sonra yapılan savaşlara da katıldı.

Hizmetin her çeşidinden geri kalmayan Ebu Talha, Peygamber Efendimizin kabrini kazdı. Rasûlüllah (sav.) Efendimiz; “Cenâbı Hak, peygamberlerin ruhunu, onların defnedilmesini istediği yerde kabzeder,” buyurmuştu. Bundan dolayı son nefesini verdiği Hz. Aişe’nin (ra) odasında, mezarı Ebu Talha tarafından kazıldı. Bu büyük ayrılığa dayanamadığından diğer bazı sahabeler gibi Şam tarafına gitti ve uzun bir müddet orada kaldı. Hz. Ömer’in (ra) halifeliğinin sonuna doğru Medine’ye geri döndü ve köşesine çekildi. Hz. Ömer kendisine çok güvendiği için halifeyi seçmekle görevli Şura Meclisinin kapısında bekçilik yapma görevini ona tevdi etti. O da bu vazifeyi seve seve yaptı.

İlerlemiş yaşına rağmen Hz. Osman zamanında gerçekleşen Kıbrıs Seferine katıldı. Oğulları gitmemesi için ısrar ettilerse de ikna edemediler. Henüz Kıbrıs’a ulaşmadan gemide vefat etti (654/5). Uzun süre kara görünmediğinden naaşı defnedilemedi. Üzerinden yedi gün geçmesine rağmen cesedinde herhangi bir bozulma meydana gelmedi.

Ebu Talha sahabe arasında cesareti, yiğitliği ve özellikle de gür sesi ile tanınırdı. Bu özelliğinden dolayı Peygamber Efendimiz (asm), “Ebu Talha’nın asker içinde sesi bir grup insandan daha iyidir” buyurmuştur. Bunun yanında ‘yüz kişiden’, ‘bin kişiden’ daha iyidir şeklinde rivayetler de yapılmıştır. Peygamber Efendimiz tarafından çok sevilir ve değer görürdü. Yüce Peygamber annesinin de Medineli olması hasebiyle ona dayı dediği de olurdu. Zaman zaman evine gider ve Ümmü Süleym tarafından hazırlanan yemekten yerdi.

Ebu Talha, Medine’de en güzel hurma bahçelerine sahipti. Mescid-i Nebevi karşısında bulunan, içindeki tatlı suyu ile ünlü ve Beyruha adlı bahçesini çok severdi. Peygamber Efendimiz de ara sıra buraya gelerek suyundan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en üstün sevabı kazanamazsınız” (Al-i İmran, 92) ayeti nazil olunca, Peygamber Efendimize giderek, bahçeyi Allah rızası için vermek istedi. Bu davranışından büyük mutluluk duyan Peygamber Efendimiz, bahçeyi, akrabalarına vermesinin daha uygun olacağını söyleyince, O da gidip akrabalarına bağışladı.

Zeyd (ra) tarafından rivayet edilen hadislerden bir tanesine Risale-i Nur’da yer verilmiştir. Bu rivayete göre; “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, yetmiş seksen adamı, Enes’in koltuğu altında getirdiği az arpa ekmeğinden tok oluncaya kadar yedirdi. ‘O az ekmekleri parça parça ediniz’ emretti ve bereketle dua etti. Menzil dar olduğundan, onar onar gelip yediler, tok olarak gittiler.” (Mektubat, 1994, s. 115).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*