Efendimizin (asm) huzurunda

Mukaddes yolculuktan duyduğum hazzı, heyecanı, mutluluğu ve sevinç gözyaşlarımı ifade etmek çok zor. Yaşadıklarım, hissettiklerim zaman içersinde günler geçtikçe ruhumun derinliklerinde yerini itina ile koruyor.. O güzel mekânlara iki sene önce umre için gittiğimizde yaptığımız bütün ibadetlerde, namazlarda, tesbihat, cevşen ve dualarda manen birlikte olduğumuz nur kardeşlerimize bir vesile-i duâ ve selâm olması temennisi ile.

Mukaddes beldelerden biri olan Medine-i Münevvere’ye vardığımızda sabah namazının vakti girmişti. Uçağın merdivenlerinden salâvat-ı şerife getirerek indim. İlk ayak bastığım yeri öpmeye eğildiğimde umreci arkadaşlarımın bakışlarından, uçaktan inince bir baş dönmesi hali olarak böyle yaptığımı düşünmüş olduklarını tahmin ediyorum. Yıllardır hasretini, özlemini çektiğim, hayallerimi süsleyen Kutlu Beldeye, İki Cihan Serverinin, Gönüller Sevgilisinin Memleketine, Mekânına ilk defa ulaşmıştım. Orada Kâinatın varoluşunun sebebi, Hülasası ve Allah’ın en sevgili Kulu ve Resulü Peygamberimiz, Efendimiz (asm) bulunuyordu. O’nun Al ve Ashabı’nın aziz hatıralarının yaşadığı yerlere ulaşmıştım.

Yüce Rabbime şükürler ediyor, Salâvat-ı Şerifeler getiriyorum ve Habibullah’ın Huzur-u Saadetlerine bir an önce varıp gönlümdeki aşk ateşini teskin etmek, hasretimi gidermek için acele ediyordum. O Gönüller Sultanını ziyaret etmek, O’na layık, aciz ümmet olma temennisi, saygısı, sevgisi ve nezaketi içersinde; huzuruna mahcup, günahkâr ve eli boş olarak varabilmek çok ağır ve zor olsa da şefkat ve merhametine iltica ederek Mescid-i Nebevî’ye vasıl oldum.

“Ey insanlar, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir. (1)

Nurlu Beldelerde bulunmanın, sevgili Peygamberimize (asm) misafir olmanın huzuru, huşusu ve mutluluğu içersinde bulunuyordum. O’na yakışır bir hürmet ve nezaketle kalbimizden geldiği şekilde, sevgimizi, selâmlarımızı, salâvatlarımızı içten, samimiyetle arz ediyordum. Bütün Müslümanların ve nur talebelerinin selamlarını, muhabbetlerini de takdim ederek mübarek huzurundan gözyaşlarımızla geçerken duyduğum huzur, sükûn ve heyecanı anlatmak, tarif ve ifade etmek mümkün değil. Huzur-u saadetlerinden geçip kapıdan dışarı çıkınca da içimdeki hasreti, özlemi ve yalnızlığı hemen fark ediyordum.

Mescid-i Nebevîde geçen on gün hayatımda unutamayacağım şekilde, dünya meşgalelerinden ve düşüncelerinden uzak, sükûnet içersinde ibadetin verdiği kalp huzuru ile rüzgâr gibi geçti. Bütün vakit namazlarını orada cemaatle kılarak, namaz tesbihatlarını yaparak, Kur’ân-ı Kerim ve cevşen okuyarak, geceleri ihya ederek, bütün Müslümanlara ve nur talebelerine dualar ederek zamanımız göz açıp kapamak kadar çabuk geçti. Hatıralarımı ve hayallerimi oranın güzellikleri, insanların yüzündeki nur ve tebessümler süsledi. Cennet Bahçesinde, Mübarek mihrabın önünde, Ashab-ı suffede hislenerek kıldığımız namazlar, Osmanlı Saatinin önünde dinlediğimiz Risâle-i Nur dersleri, Medine Dershanesi, ziyaret yerleri, hassaten Uhut ziyareti ve oradaki hissettiğim Uhut kokusu, sevgisi kalbime, ruhuma, dimağıma ve manevî latifelerime yerleşmiş vaziyette veda günü gelip çatmıştı.

Ravza-î Mudahhara’nın önünde, eskiden Hazret-i Eyüp el Ensari’nin evinin bulunduğu mübarek mekânda kafile arkadaşlarımızla toplanıp İbrahim Güncü Hocanın Kur’ân tilaveti, ihlâslı duası ve veda konuşması ile ayrılık vaktinin geldiğini idrak ettik. İçimden hep sessizce “Senden nasıl ayrılırım Ya Rasülullah!” Diye ağlamak, sızlamak, söylemek istiyordum. Ve Salâvatı Şerifelerle Ravza’ya mümkün olduğu kadar sırtımı dönmeden uzaklaştım.

“Hak-i payine yetem der, ömrlerdir muttasıl, başını taştan taşa urup gezer avere su” (Peygamberimiz (asm) ayağının bastığı yere ulaşabilmek için sular ömürler boyu başını taşlardan taşlara vurup gezerler.) Diyen Fuzuli gibi bütün ağaçların, kuşların, çiçeklerin, mahlûkatın ve mevcudatın hasretini duyduğu peygamberimizin (asm) huzurundan ayrılıyordum. Efendimizin (asm) “Kim benim vefatımdan sonra kabrimi ziyaret ederse şefaatime nail olur” Mübarek sözlerindeki müjdeyle ferahlayarak Mekke’ye, Kâbe yollarına düştük. Rabbimin ikram ettiği var olmanın, insan olmanın, Müslüman olmanın şuuru içersinde tefekkürlerle ve duâlarla yolumuza devam ettik.

 

Dipnot:

1.Tevbe Suresi, 128

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*