Eğitim, ilke ve inkılâplar kalıbından kurtulmalı

alt
BEDİÜZZAMAN, ortaya koyduğu fikirleriyle Türkiye ve dünya için büyük bir değer. Bediüzzaman, fikirleriyle bugünün insanlarına büyük hizmetlerde bulundu ve bugün bu giderek daha iyi anlaşılıyor.
Eğitim, ilke ve inkılâplar kalıbından kurtulmalı
BEDİÜZZAMAN, ortaya koyduğu fikirleriyle Türkiye ve dünya için büyük bir değer. Bediüzzaman, fikirleriyle bugünün insanlarına büyük hizmetlerde bulundu ve bugün bu giderek daha iyi anlaşılıyor. Said Nursî yepyeni bir Kur’ân medeniyeti inşası planlıyordu. Bunun için de hem zihinlerde, hem kalplerde bir devrim yapmak niyetindeydi. Bunun da yolunun eğitim ile olacağının farkındaydı. Bu sebeple İslâm dünyasını intibaha getirmek yani 300 yıldır uyuduğu gaflet uykusundan uyandırmak için bir eğitim çığırı açmayı planladı. Bunun da temelini din ilimleri ile fen ilimlerinin bir arada okutulacağı Medresetüzzehra adını verdiği eğitim merkezlerinde atmayı istiyordu. Medresetüzzehra sıradan bir üniversite değildi. Çok dilli, çok disiplinli ve çok kültürlü uluslar arası bir üniversite hayaliydi. Bugün İslâm dünyasının hem aydınlanmasına, hem de ittihadına vesile olacak bir projeydi yani. Burada bütün İslâm âleminden ve hatta dünyadan Müslümanlar ve belki gayr-i müslimler gelip eğitim görebilecekti. Hem dinî ilimleri okuyacak hem de zamanın hazır fenlerini ve modern pozitif bilimlerini talim edecekti. İşte Medresetüzzehra böyle kapsamlı ve modernist bir projedir.
Bediüzzaman Said Nursî, hayatı boyunca iki büyük hedefi takip etmiştir.
İman ve Kur’ân hakikatlerinin izah ve ispat edildiği Risâle-i Nur Külliyatı’nın telif ve neşri.
MedresetüzZehra ismini verdiği, “din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulacağı” doğuda tesis edilecek bir üniversite.
Risâle-i Nur Külliyatı’nın telifini, Bediüzzaman, sağlığındayken tamamlamış ve bugün bu eserler pek çok dile çevrilerek, dünyanın çeşitli ülkelerinde ilgiyle okunur hale gelmiştir. Medresetüzzehra ismini verdiği üniversite projesi ise, hâlâ gerçekleşmeyi beklemektedir.
Peki genel olarak Türkiye’deki eğitim sorunlarına Medresetüzzehra tipi bir eğitim modelinin katkıları neler olabilir? Eğitim sisteminin tartışıldığı şu günlerde konuyu, Gazeteci-Yazar Mustafa Akyol’la konuştuk.

4+4+4 eğitim sistemi değişikliği ile başlayan tartışmalar sürerken neden eğitimdeki devlet tekeli konuşulmuyor? Şeklî değişiklik enine boyuna tartışılıyor, ama süregelen tekelci bir eğitim sistemi gündeme getirilmiyor…

Eğitimde devlet tekeli fazla tartışılmıyor Türkiye’de. Çünkü Türkiye’de birtakım siyasî gelenekleri toplumun çok büyük bir kesimi içselleştirmiş ve normal olarak algılıyor. Türkiye’de meselâ özel dinî bir okul kimsenin aklına gelmiyor. Oysa Batı’da dinî eğitim özel okullardadır. Bunlar devletten maddî destek de alır, ama yönetim özerktir. Laikliğini aldığımızı zannettiğimiz Fransa’da bile Katolik okulları var ve bu okullarda rahipler ders veriyor.

Türkiye’deki özel okullarda bile müfredatı devlet belirliyor…
Tabiî, Türkiye’deki özel okullar özerk değil. Sadece öğrenci ve öğretmen kalitesi farkı var. Yoksa bütün tarih, coğrafya, v.s. müfredatı aynı. Devlet bunu merkezî olarak hazırlıyor. Yani meselâ ABD’de de her eyalet kendi müfredatını kendi hazırlar. Tabiî biz federal bir sistem değiliz. Ama yine yerel bir takım düzenlemeler yapılabilir. Bölgelere göre farklı eğitimler olabilir. Türkiye’de şu var. Birlik ve beraberlik içinde olmamız gerektiği inancı. İşte nedir, eğitimde birlik, işte birlik, bakış açısında birlik, şurada birlik, burada birlik… Dolayısıyla birleştirici sistemin, aslında tektipleştirici sistemin içine ne koyacağımızı tartışıyoruz sürekli. Merkezî bir musluk var, havuzlara dolduruyoruz, ama farklı musluklar olsun mu bunu düşünmüyoruz, tartışmıyoruz. Niye? Zaten Cumhuriyet’in başından beri bu kötü bir şey, ayrıştırıcı, bölüştürücü, toplumu kutuplaştırıcı bir durum diye düşünülmüş. Oysa demokrasilerde insanlar ayrışır. Bazıları daha dinî eğitim alır, bazıları daha seküler eğitim alır. Ve zaten aldığı eğitim insanın bütün hayata bakışını da belirlemez, bu kadar temel bir şey değil. İnsanlar başka şeylerle de hayat görüşlerini oluştururlar. Aile, çevre, sivil toplum, dernekler vs. Kısaca devlet tekelini konuşmamız gerekiyor. Devlet, cemaatlere bırakırsa, cemaatler devreye girerse çocukların hurafelerle beyinlerinin yıkanacağı gibi yersiz endişeler sözkonusu. Peki devletin hurafeleri ne olacak? Devlet bize 80 yıldır Kürt yok dedi, Osmanlı karanlıktır dedi, bundan büyük hurafe mi var? Herkes kendine göre bir takım görüşleri olabilir. Bir cemaatin görüşünü bir başkası yanlış bulabilir, o da bir başkasınınkini yanlış bulabilir. Sonuçta en ideal olan şudur; özgürleştirmek ve sivil eğitim imkânlarıyla bu durumları aşabilmek. Yoksa merkezî eğitim üzerinden bir tartışma yürümez.

Yürürlüğe giren yeni kanunla Kur′ân-ı Kerim ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) hayatı seçmeli ders oldu. Din eğitimi ne zaman gündeme gelse kalıplaşmış endişeler dillendiriliyor. Mahalle baskısı veya devletin din eğitimine soyunmasının laikliğe aykırı olduğu gibi… Ne dersiniz?


Türkiye laikliğine aykırı değil. Çünkü Türkiye’de devlet zaten dini kontrol ediyor. Zaten dinî hizmetleri devlet regüle ediyor. Yani Diyanet varsa, devlet bütün eğitimi kontrol ediyorsa, bunun içinde din eğitimi olması da o laikliğe aykırı değil. Evrensel laikliğe aykırı mı? Evet. Ama Türkiye’de böyle bir durum yok. Türkiye’nin laiklik pratiği içinde kabul edilebilir bir şey. Türkiye’nin laiklik pratiği bir taraftan dini kontrol etmeyi, bir taraftan da dinî hayatı baskılamayı içeriyor. O baskılama unsuru giderek azalıyor. Bu da iyi bir gelişme. Din eğitimi haktır. İnsanlar dinî eğitim veren kurumlara sahip olabilmelidir. Ve buna sivil alanda izin vermiyorsanız, bunu devletin vermesi normal bir şey tabi. Bir de bu dersler seçmeli olacak. Zorunlu olsaydı bu durum çok sorunlu olurdu tabi.

Eğitim sisteminde özgürlükçü ve eleştirel bir zihin temeline nasıl ulaşabiliriz?

Türkiye’de eğitim bir takım bilgileri zihne depolamakla ilgili bir pratik. Düşünme becerisini kazanma, eleştirel bakma, konuşma bunlar çok sözkonusu değil. Ne ezberlediniz, bilgi aktarır ve bilgi sorar. Halbuki eğitimin insana sosyal beceriler kazandırması lâzım. Hayatın içinde ne yapacağına dair beceriler kazandırması lâzım. Bu anlamda Türkiye gerekli toplumsal becerileri kazandırmaktan ziyade, devletin faydalı gördüğü bilgileri beyne depolamaya çalışır. Bunun içinde ideolojik bir tarih anlayışı vardır. İdeal vatandaştan beklenen ideal format vardır. Türkiye’nin çok önemli bir açığı, dil öğretmemesi. Yani devlet okullarında öğretilen yabancı diller çok zayıf. Bir kere İngilizce çok önemli. Dünyanın birçok ülkesinde, Arap ülkeleri dahil bugün İngilizceyi öğreten çok iyi eğitim sistemleri var ki, İngilizce evrensel bir dil yani. İkinci olarak Batı dilleri dışında Arapça, Osmanlıca, Farsça neden yok? Yani bölge dilleri, Çince neden yok? Bence Türkiye’de bilgi depolamaktan ziyade dillere ağırlık verilmesi de çok önemli. Dünyayı okumak için bu gerekli. Türkiye’de zaten dünyayı dolaşma şansı değil de ideal vatandaştan istenen ideal formata kavuşması bekleniyor. Türkiye kapalı bir ülke, yani dünyaya zihinsel olarak ulaşma açısından çok kapalı bir ülke.

Yapılması düşünülen yeni anayasada eğitim sistemi nasıl şekillenmeli?

Devlet kontrolü azaltılmalı. Bir kere eğitimin Atatürk ilke ve inkılâpları gereğince olduğu düşüncesinden tamamen kurtulunmalı. Atatürk ilke ve inkılâpları kavramı anayasadan çıkarılmalı. Bu bir siyasî parti görüşüdür. Nasıl ki AKP’nin görüşünü anayasa yapmak ne kadar anormalse CHP’nin görüşünü anayasa yapmak o kadar anormaldir. Eğitimde devlet tekelinin ortadan kalkması, yani tevhid-i tedrisatın kalkması gerek. Devlet eğitime devam edecekse bunun niteliğini değiştirmesi lâzım. Örneğin sivil toplumun okul açabilme ve müfredatını belirleyebilme haklarını genişletmesi lâzım. Devletin müfredat hakkında belli bir kontrolü olacaktır, ama bunun minimal olması gerekiyor.

Yeni şekillenecek eğitim sisteminde din eğitiminin yeri nasıl olmalıdır?

İlkokuldan başlayarak insanların özel, İslâmî liseler, kolejler açabilmelerine, aynı zamanda okullara destek olacak Kur’ân kursu, İslâmî kurslar gibi yan eğitim kurumlarını da özgürce açabilmelerine izin verilmeli. Meselâ Risale-i Nur koleji ya da Medresetüzzehra… Diyebilmesiniz ki bu okulda fen var tarih var, doğa bilimleri var, haftada bir kere de risâle dersi var. İsteyen veliler de bu okullara çocuklarını gönderebilirler. Bir başkası da tamamen farklı bir felsefede okul açar. Bunlar mümkün olmalı artık.

Genel olarak Türkiye’deki eğitim sorunlarına Medresetüzzehra tipi bir eğitim modelinin katkıları neler olabilir?


Öncelikle şunu söylemek lâzım. Bediüzzaman’ın, İslâm dünyasının üç büyük düşmanı olarak dış güçler, çeşitli siyasî merkezler değil de, cehalet, zaruret ve ihtilâftan bahsetmesi, yani kendi değiştirebileceğimiz, dönüştürebileceğimiz sorunlardan bahsetmesi çok önemli. İslâm dünyası tabi ki dış tehditlere maruz kalıyor, ama sadece buna odaklanan bakış açıcı “ki bu Türkiye’de de yaygın”, yani Müslüman dünyanın kurtuluşunu ve yükselişini sadece örneğin bir antiemperyalizmle olacağını varsayan bir bakış açısı İslâm dünyasındaki sorunları çözemez. Bu sadece çoğunlukla realist olmayan, öfkeli sloganlar üretir. Bu anlamda genel olarak Bediüzzaman’ın bu söylemlerin dışına çıkarak Müslümanların inkişafına odaklanması, içeride sorunlar olduğunu görmesi hakikaten ihtilâf zayıflığı olduğunu, hakikaten eğitim eksiliğini, cehaleti ve ekonomik olarak ciddî bir geri kalmışlık olduğunu tesbit etmesi çok önemli. Bunun bir parçası olarak da Medresetüzzehra projesini, o dönem için bir okul, ama bu dönem de bir konsept olarak ele almak lâzım. Bediüzzaman’ın gördüğü şu; Batı’da çok büyük bir gelişme var modernite ile beraber, bunun merkezinde ilim yer alıyor, pozitif ilimler, buna karşılık İslâm dünyasında ise, ilk asırlarında bilim alanında çok büyük başarılara imza atmakla beraber, 13.-14. asırlardan itibaren giderek durağanlaşması, içe kapanması, Batı’da gelişen moderniteden büyük ölçüde izole kalmasıyla beraber oluşmuş bir medrese yapısı var. Medrese yapısında sadece klâsik ilimler var, yeni ortaya çıkmış olan modern biyolojik, kimya, fizik, matematik gibi ilimler yok. Bunları Osmanlı 13. yy.da benimsemeye çalışıyor, modern okullar açıyor. Ve böylece ikili bir yapı oluşuyor ilmî bilgileri veren medreselerle. Bu durum Osmanlının son dönmelerinde aydınlar arasında bir kamplaşma, toplum arasında bir ayrışma meydana getiriyor. Modern okullarda okuyanların da bir kısmı herhangi bir dinî terbiye veya altyapı almadıkları için, pozitif dolduruşlarla din düşmanlığına kadar gitmişlerdir ki, bunun da etkilerini Cumhuriyet döneminde gördük. Diğer tarafta ise tamamen modern bilimlere kapalı, daha tutucu ve daha izole bir yapı var. İşte Bediüzzaman bu ikisinin dışında üçüncü bir yol olarak hem insanlara dinî bilgi ve terbiye verecek hem de onları modern ilimlerle teçhiz edecek bir medrese hayal ediyor. Bu bir kurum, tabi bu hayata geçemiyor, Türkiye’deki baskılar ve yasaklar yüzünden. Ama ben zaten Risâle-i Nur’un da bir anlamda bu okulu kurduğunu düşünüyorum. Çünkü Risâle-i Nur’da modern ilime bakışta bir dinî perspektif vardır. Bu bilimi benimseyen, içselleştiren, bunu kâinatın incelenmesi, Allah’ın sanatlarının anlaşılması olarak gören bir bakış açısı var. Bediüzzaman Medresetüzehrayı bir kurum olarak oluşturamamış olsa da risâlelerle oradaki temel konsepti geliştirmiştir. Ve o anlamda da bir taraftan manevî bir havayla birlikte modern bilimleri öğreten birçok kurum gelişti Türkiye’de. Bunlar o dönemde atılmış olan o perspektifin devamıdır.

Din ve bilimin bir arada okutulması anlamına gelen Medresetüzzehra eğitim modelinin, günümüz Türkiye’sinin eğitim anlayışından temel farklılıkları nelerdir?


Dinî ilimlerle modern bilimlerin sentezi söz konusu Medresetüzzehra projesinde. Türkiye Cumhuriyeti’nde ise böyle bir vizyon yok. Ama şöyle bir nokta var; Cumhuriyet okullarının böyle vizyona sahip olmaması anlaşılır. Laik bir sistem çünkü. Merkezi eğitimin laik karakterlere sahip olması anlaşılır bir şey. Ama zaten Bediüzzaman’da her ülkede Medresetüzzehralar olsun demiyor. Kendi kurmak istediği bir okul bu. Başka bir ideolojidekilerde farklı bir proje sunar. Buradaki sorun Medresetüzzehraları gerçekleştirecek sivil demokratik alana izin verilmiyor olması. Bu anlamda yeni anayasa da bu alanın özgürleştirilmesi gerekir.

Bugün yaşanan Arap Baharı’nın fikirsel dinamikleri Medresetüzzehra tipi eğitim anlayışıyla filizlenseydi daha erken, daha hızlı, daha gerçekçi, daha barışçı bir baharın gelişi mümkün olur muydu?


İslâm dünyasını şekillendiren tek dinamik eğitim değil. Kemalistlerin eğitim şart dediği gibi biz de sadece eğitim şartına bakmamalıyız. Eğitim tek dinamik değil, ama önemli. Bediüzzaman’ın Arap baharına bakacak olan fikirlerini daha ziyade hürriyet vurgusunda, istibdada karşı çıkmasında, meşrûtiyet fikrinde görüyorum. Bu fikirler İslâm dünyasında geçerli olsaydı bugün Arap baharında gelmeye çalıştığımız noktaya çok daha erken delecektik. Neden? Çünkü baskıcı siyasî rejimler değil, demokratik siyasî rejimlere ta yüzyıl önceden geçilmiş olacaktı. Bağımsız olan Müslüman ülkeler tek parti diktatörlüklerine dönüşmek yerine, çok partili siyasî hayata, demokrasinin hakim olduğu sistemlere dönüşecekti. Şu an Bediüzzaman’ın Hutbeyi Şamiye’de sözünü ettiği, öngördüğü ve istediği daha hürriyetçi siyasî modellere yeni ulaşılmaya çalışılıyor. Türkiye de 1950’de kısmen geçti. Ama hep darbelerle bunun önü kesildi. Şu anda daha yeni yavaş yavaş netleşiyor Türkiye’de durum. Araplarsa daha yeni yeni devrimler yapıp bu noktaya gelmeye çalışıyor. O anlamda tabiî Medresetüzzehra gibi okullar da olsaydı bu yöne doğru gidecek bir sosyal zemin daha kolay oluşabilirdi denebilir.
(Genç Yorum dergisi Mayıs sayısından alınmıştır.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*