Ehvenü´ş-şer bir adâlet-i izâfiyedir

Muhâkemat’ta “Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeîdir. Hayır küllî, şer cüz’îdir” 1 şeklinde çok mühim bir cümle vardır. Münâzarât’ta ise “Ehven-i şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhât! Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz” 2 denilmektedir.

“Her şey zıddı ile bilinir” tesbiti mühim bir kâidedir.

“Evet, herşey ya hakîkaten güzeldir, ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibârıyla güzeldir” 3 denilerek her şeyin bizzat güzel olamayacağı ve âlemin her halinde hayr-ı mahz olamayacağı söylenmektedir.

Ehvenü’ş-şer de, neticeleri ile güzel olan bir adâlet-i izâfiyedir. Çünkü ehvenü’ş-şer, büyük zulmü ve zararı önlemeye çalışmaktır. Bu cihetle ehvenü’ş-şer adalet-i nisbîyedir. Adalet-i nisbîye ise, küllün selâmeti için, cüz’î zararları kabul eden; büyük zarar olmamak için az zarara razı olmayı gerektiren bir izâfî adalettir. Ancak bir şartla ki adâlet-i mahza tatbiki mümkün değilse adalet-i izâfiyeye gidilir. Yoksa gidilmez, zulüm irtikâb edilmiş olur.

Ehvenü’ş-şer; şerrin en az zararlısı, iki kötüden daha az zararlısı demektir. Ehvenü’ş-şer, İslâm Hukûku kitabı Mecelle’de işlenmiş bir konudur. Buna göre;

“Zarar-ı umûmu def için zarar-ı has ihtiyar olunur.” Geneli, herkesi, her şeyi kuşatmış bir zararı kaldırmak için, özel, sınırlı bir zarar seçilir demektir.

“Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaff ile izale edilir.“ Şiddetli, kat kat bir zarar, hafif olanı ile yok edilir.

“İki fesad teâruz ettikde, ehaffi irtikâb ile a’zamının çaresine bakılır; iki bozulma karşı karşıya gelip taarurruz ettiklerinde, hafif olanı işlenir ve böylece büyüğünün çaresine bakılır. İki şer, kötülük, çirkinlikten daha hafif olanı seçilir.

“Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.” Yanlış zararlı olan şeyi def etmek, faydalıyı elde etmekten üstündür.4

Hz. Ali (ra) Efendimiz: “Akıllı olan kimse, hayır ile şerri değil ehvenü’ş-şerri ayırandır” diyerek çok önemli bir noktaya temas etmiş ve ders vermiştir.

Dünyada mutlak hayır olmadığı için ehvenü’ş-şer her zaman gereklidir. Onun için de Bedîüzzamân Hazretleri “Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesiri işlemek demektir. Ehvenü’ş-şerri ihtiyar elzemdir” 5 demiştir. Ehvenü’ş-şer az kötü demektir. Yani iki şerden dahâ az zararlı olanın tercih edilmesidir. İlk bakışta “Bu da zarardır” denilebilir. Ancak o “az kötü olan ehvenü’ş-şer” netice itibarıyla hayırdır ve hayra hizmet eder. Çünkü Üstad Bedîüzzamân; “Hem meselâ, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Hâlbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur” 6 demektedir. “Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir” prensibi de bunu destekleyen önemli prensiplerindendir.

Peygamber Efendimiz (asm): “Bir şeyi tamamen elde edemiyorsan, tamamını terk edemezsin” 7 buyurmuşlardır. Bu hadîse dayanarak Bedîüzzamân Hazretleri de “Tamamı elde edilemeyecek şeyin tamamı terk edilmez” demiştir.

Bütün bu ölçüler içerisinde dinimizin içtimâî ve siyâsî sahalara bakan ölçülerini, özellikle Kur’ân’ın bu asra bakan tefsiri olan Risâle-i Nûr’un prensiplerini iyi tahlil edip ona göre hareket etmek durumundayız.

Kâinatta hiçbir şey önemsiz değildir. Çünkü her şeyde Yüce Allah’ın tecellileri vardır. Küçük bir makinada çok küçük bir parçayı yerine takmazsak o âlet çalışmaz. Bir gemide pusula çok küçüktür ve az bir yer kaplar. Ancak geminin sahil-i selâmete çıkması için en önemli bir âlettir.

Kâinatın misâl-i musağğarı olan insan her şeyle ilgili ve alâkalıdır. Hiçbir şeye bigâne kalamaz. Dikkat etmemiz gereken ise; az ilgilenmemiz gerekenle çok, çok ilgilenmemiz gerekenle az ilgilenerek istikametimizi kaybetmememiz gerekir. Meyve Risâlesi, ‘Dördüncü Mesele’deki gibi bütün dairelerde görevimiz vardır. Önemli olan bu vazîfeleri dâimî ve en önemli olan kalb dairesinden başlatmaktır. Üstad Bedîüzzamân geniş dairelerde de muvakkat—ara sıra—vazîfeler bulunduğunu söylemiş ve bu vazîfelere hiç bakmayın dememiştir. Ancak fıtrî ve sünnete uygun olan sıralama Meyve Risâlesinin Dördüncü Meselesinde yapılmıştır.

Bir gemideki kaptan dümeni terk ederse sonuç mâlûmdur. Kaptan “Ben az bir kusur işledim, benim kusurumdan ne çıkar, şöyle az uyumuştum” derse bu hatası onun gemiyi batırmasına sebep olduğu için affedilemez. Hatta gemide gark olan masumların hakkına ve hukûkuna da bu kusuru ile zulmetmiş olur.

Ehvenü’ş-şer zarûret durumunda tatbik edilen bir adalet-i izâfiyedir. Bu tamamıyla şartların zuhurundan sonra ortaya çıkacak bir tercihtir. Ehvenü’ş-şer hayır ile şer arasında yapılacak bir tercih değildir. İki şer karşısında zorunluluktan yapılacak olan bir tercihtir.

Dipnotlar:
1- Muhâkemat, 2006, s. 63;
2- Münâzarât, 1998, s. 123;
3- Mektubat, 2005, s. 643;
4- Mecelle, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, s. 11;
5- Muhâkemat, 2006, s. 47;
6- Mektubat, 2005, s. 71;
7- Keşfü’l-Hafa, 2:196; Hadis No: 2258.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*