Ekonomi ve İnanç

Risale-i Nurdan mühim bir sosyolojik tespit:
“Nasıl ki, çarşıda mevsimlere göre birer metâ mergub oluyor, vakit bevakit birer mal revaç buluyor. Öyle de, âlem meşherinde, içtimâiyât-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında her asırda, birer metâ, mergub olup revaç buluyor, sûk’unda, yani çarşısında teşhir ediliyor; rağbetler ona celp oluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Meselâ, şu zamanda siyâset metâı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi.(27. Söz)”

İfadeye göre bu asrın insanlarını meşgul eden üç mühim olay var:

Birincisi:Siyaset meseleleri.

İkincisi:Dünya hayatının temini, yani geçim problemleri.

Üçüncüsü:Fen ve felsefenin cazibedar keşif ve fikirleri.

Günümüz insanı içtimai hayat içine dahil olduksan sonra ister istemez bu konular ile yüzleşmek durumunda kalıyor. Siyaset, meclis, partiler, seçim, ekonomi, döviz, borsa, fen ve teknolojik gelişmeler, felsefenin ortaya attığı iddialar günlük hayatımızda mühim bir yere sahip oluyorlar. Bilhassa “hayat-ı dünyeviyenin temini” diye tabir edilen ekonomik problemler en ön sırlarda yer alıyor.

Gerçekten de günümüzde insanların en büyük dertlerinden birisi dünyevi geçim meselesidir. Zihinler ve nazarlar ekonomi, maliye, hazine, döviz, borsa vs gibi kavramlar üzerine aşırı yoğunlaşıyor. Her bir fert ister istemez hayatın bu ciheti ile yüzleşmek durumunda kalıyor. Üstelik bu zamanlarda krizlerle, ekonomik çöküşlerle problem daha da derinleşiyor.

Bu yazımızda ekonomi ve inanç konusu üzerinde durmak istiyoruz. Zira krizlerin çıkış sebeplerinden birisi ve belki de en önemlisi meselenin inanç yönünün ihmal edilmesinden kaynaklanıyor.

Öncelikle “ekonomi nedir” sualinin cevabını bir bakalım:

Evet, ekonominin ne olduğuna dair iktisat ve maliye kitaplarında bir çok tanım bulabilirsiniz. Günümüz ekonomistleri konu üzerinde bir çok çalışmalar yapmışlar, bir çok tanımlar önermişlerdir.

Peki nedir ekonomi?

Ekonomi, ”Cenab-ı Hakkın biz insanlara ikram ettiği yer altı ve yer üstü nimetlerini ya doğrudan veya bazı işlemlerden geçirerek insanların ve çevrenin hizmetine sunma ameliyesi ve işlemidir.”

Demek istediğimiz nedir? Bir misalle konuyu açalım isterseniz:

Cenab-ı Hak buğday tohumunu yaratıp çiftçinin eline veriyor. Çiftçi tarlasını sürüyor, temizliyor,ekime hazır hale getiriyor. “Bismillah” deyip buğday tohumunu tarlaya ekiyor. Sonra elini açıp, “Ya Rabbi!.. Ben tohumu tarlaya ektim, gerisi sana ait” diyerek Allah’a tevekkül ediyor. Ardından Cenab-ı Hak semadan suyunu, yağmurunu indirip kudreti ile o tohumu çimlendiriyor. Her bir tohum yer altından filiz olarak başını çıkarıp dünya yüzünde boy gösteriyor. Çiftçi o filizlere gözü gibi bakıyor. Zararlı otlardan ve böceklerden koruyor. Yaz mevsimi gelip çattığında sarı, sarı başaklara bakıp bunu veren Rabbine teşekkür ediyor.

Hasat mevsimi geldiğinde ise kamyonlara yüklenen buğdaylar un fabrikaları önünde sıraya giriyor. Ürününü değer bir fiyata satan çiftçi o yılın ücretini almaktan memnun olarak evine dönerken, buğdaylar un olmak üzere öğütme makineleri önünde sıra sıra diziliyor. Un fabrikalarındaki işçiler ise “Bismillah” diyerek tonlarca buğdayı öğütme yoluna dökerler. Ardından torbalardaki binlerce ton unlar fırınlara gider. Hamur olur, kızgın ateşin önünde ter döken binlerce fırıncının eli ile sıcacık pideler ve somunlar halinde sofralarımıza kadar gelir. Bizler de “Bismillah” diyerek afiyetle yeriz.

İşte tüm bu sürece “ekonomi” diyoruz. Zira bir buğday tohumunun buğday, un, ekmek ve sofra seyrinde yüzlerce el çalıştı, yüzlerce alın teri döküldü, böylece yüzlerce insan da çalışarak geçimini temin etti.

Şayet Cenab-ı Hak tohumları çimlendirmese, semadan yağmurunu göndermese o zaman tarlardan buğday elde edilmeyecek, tüm bu üretim sürecinde vazife gören çiftçisi, işçisi, esnafı, tüccarı zarar görecek. Veya günlük bir tabirle ekonomik kriz baş gösterecek.

İşte bu buğday misalinde olduğu gibi diğer tüm ürünler de aynı şekildedir. Sebze ve meyveleriyle,pamuk, mısır ve zeytini ile, her yıl Allah’ın ikram ettiği koyun, keçi, sığır gibi evcil hayvanlarla birlikte tarım sektörü ekonominin önemli bir ayağını teşkil etmektedir.

Aynı şekilde Allah’ın biz insanlar için yer altında depoladığı kömür, bakır, demir, petrol v.s. gibi yüzlerce madenlerin işlenip insanlığın hizmetine sunma ameliyesi de sanayi sanayi sektörü gibi bir çok iş kolunun gelişmesine vesile olmaktadır. Zengin deniz kaynaklarından istifade etmek de bir çok ekonomik değerin ortaya çıkmasına vesile olmaktadır.

İşte tüm bu nimetler ve nimetlerin işlem görme süreçleri dikkat alındığında yukarıdaki ekonomi tanımının ne kadar makul olduğu net olarak anlaşılır.

Demek ki ekonominin hakiki manası, “Allah’ın verdiği nimetleri insanlığın hizmetine sunma işlemdir.” Madem böyledir, Allah’ın verdiği bu nimetleri insanların istifadesine sunarken yine Allah hesabına, Allah adına, Allah’ın razı olacağı şekilde sunmak gerekir. Aksi bir durum elbette ki dengeyi bozacak ve günümüz tabiri ile “ekonomik krizleri” netice verecektir.

Bakın bu noktada Üstad Bediüzzaman Birinci Söz’de ne diyor:

“Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zâhirî mün’imleri medih ve muhabbet edip Mün’im-i Hakikiyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir. Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle, vesselâm.”

Şayet insanlar kendilerine verilen nimeti Allah adına kullanmazlar, Allah adına işleyip üretmezlerse, Bismillah deyip almazlar, Elhamdülillah diye şükretmezlerse ardından ekonomik musibetlerle karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır.

Veya Allah’ın verdiği nimetleri insanların faydası için, çoluk çocuğun geçimi ve temini için, ihtiyar hasta ve musibetzede insanların rahat ve huzuru için kullanmazlarsa; aksine çoluk çocuğu öldürmek, masum ve suçsuz insanları yok etmek, suçlu- suçsuz ayırmadan insanlara zulüm etmek için kullanırlarsa sonunda varacakları yer ekonomik kriz diye tabir edilen maddi musibettir. Bu gün ABD ve Batı ülkelerinin yaşadığı bu son ekonomik krizde Irak’da Afganistan’da, Filistin’de ölen binlerce masum insanın ahı olduğu açıktır. Biz ise millet olarak, bu ülkelere verdiğimiz açık ve gizli destek neticesinde bu ekonomik musibetten payımıza düşeni alıyoruz.

Öyleyse toplum olarak toplu bir istiğfar etmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Öncelikle tüm işlerimizde, “Allah nâmına verelim, Allah nâmına alalım, Allah nâmına başlayalım, Allah nâmına işleyelim,” ardından kusur ve hatalarımızdan samimi olarak istiğfar edelim ve her işimizde Allah’a tevekkül edelim ve O’nun rızası dahilinde hareket edelim. Umulur ki, Cenab-ı Hak şu maddi musibeti üzerimizden kaldırır ve bizleri iki cihanın saadetine eriştirir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*