Ekonomimiz kadınlara (mı) emanet…

Hayatın birçok vadisinde olduğu gibi ekonomide de kadını öne çıkarmak veya sahnelemek istikametindeki hummalı çalışmayı on seneyi aşkındır iyice hissediyorduk.

Hatta bir ara dindarlarımız bile bu havanın menfi tesirinden kurtulmak için sahip oldukları sivil toplum kuruluşlarının yönetim kadrolarına göstermelik de olsa kadınları atamaya kalkıştılar. Diyanet İşlerimiz de bu global cereyanın rüzgârından etkilenerek başı açık kadın görevliler tayin etti. Batıdan esen bu zehirli rüzgârın mahiyetini anlayamadan, bazen mahalle baskısı, bazen aşağılık kompleksinin oluşturduğu psikoz ile kadını adeta kollarından tutup sahnenin en önüne getirerek toplumun bakışlarını şaşkın kadının üzerine kilitlediler. İnsaniyete ve İslâmiyete karşı dinsiz ve saldırgan felsefe tarafından ikiyüz seneyi aşkındır sürdürülen bu hareketin mahiyetini araştırmak isteyenler çabuk öğrenirler…

Biz bu yazımızda Alman Spiegel dergisinin iş kadınlarımızı göğe çıkardığını ve Türkiye’nin bu vadide kadına verdiği değerle nasıl birinci lige çıktığını anlatan yazısından bahsetmek istiyoruz. Dergi, holding ve şirketlerin yönetim kurulları kadın sayısıyla (% 12) Finlandiya´dan sonra ikinci olan Türkiye’de kadının kariyer yapması ve yükselmesinin Almanya’dan daha kolay olduğunu ifade ediyor. Alman şirketlerinin yönetim kurullarındaki kadın sayısı ancak % 3.4 oranında imiş. Bu arada tarihî endüstrileşme temelinden gelen şirketlerin; otomobil, makina ve elektrik gibi dallarda herhalükârda erkeklerin üzerine bina edildiğini de dergi itiraf ediyor. Dünyaya teknolojiyi satan bu Avrupa firmalarının “kadın” diye bir dertleri olmamış.

Derginin bize dair verdiği rakamlar ilginç. Banka menejerlerin % 15, ilâç sanayiinin % 35 temsilcisi yine kadınlardan oluşuyormuş. Ayrıca Sermaye Piyasası Kurulu da üye şirketlerine, yönetim kurullarına en az bir kadını getirmelerini adeta emretmiş. İşin ilginci, şirketler müsbet cevap vermişler. Anlayacağınız, sermayesi bize ait olmayan, dolayısıyla yavaş yavaş mülkiyetlerini de kaybetmeye başladığımız birçok şirketlerin idare pozisyonlarına kadınlar geliyor veya getiriliyor.

Her türlü tesire, doğrusu itaate açık kadınların bu noktalara kimin inisiyatifiyle geldikleri önemli bir araştırma konusu… Araştırılacak bir husus da kariyer düşüncesiyle okulu bitirdikten sonra yavaş yavaş “aile” düşüncesinden uzaklaşan ve “çalışmanın kölesi” durumuna düşmüş kadının sosyolojik ve psikolojik değişimleri olmalı. Para kazanma, kariyer yapma, şöhret olma ve hayatı daha lüks yaşama meyillerinin kadınımızı mahkûm ettiği anaforu tahlil edecek hamiyetper ve insaniyetperver araştırmacılara duyulan ihtiyacın şiddeti ortada.

DOĞRU İSLÂMİYETTEKİ DURUM…

Doğru İslâmiyeti bilmeyen veya İslâm medeniyet tarihindeki kadını tanımayan üstünkörü Avrupa bakışlılar yaklaşımımızı mutlaka tenkit edeceklerdir. Alman tarihçilerinin Hz. Hatice için “Kauffrau,” yani tüccar kadın sıfatını da unutacaklar. Avrupa’da ve Asya’da kadının hayvan gibi alıp satıldığı bir dönemde Kur’ân’ın medenî ayetleriyle bu cins-i lâtifin ulaştığı zirveyi bilemezler. Mal edinmede, mirasta ve evlendiği eşinden aldığı mehirde kadının mülkiyet istiklâliyetini de göremezler. Kur’ân’ın ve İslâmiyetin hayatı kadına kapattığı iftirasını tekzip edecek milyonlarca örnek, senet ve icraat ile İslâm medeniyet tarihini yeniden araştırmacılara göstermemiz gerekiyor.

Kadın da erkek gibi şirket kurabilir. Kurulu şirketlerde vazife alabilir… Yönetimini de üstlenebilir. Fakat insanlığından birşeyler kaybetmemek şartıyla… Belki de kadınlığını muhafaza kaydıyla demek daha doğru olur. Mutlu olabilmesi için fıtratının gereği gibi yaşadıktan sonra niye olmasın ki… Sosyal ve iş hayatını, kadını hürriyet içinde, değerlerine bağlı olarak ve cinsinin gereklerini rahatça yerine getirebileceği tarzda düzenledikten sonra kim istemez ki… Kadını annelikten, zevcelikten, kız evlâtlığından ve kardeşlikten koparmadan ve onu mutsuz etmeden… Onu erkeklerin masasına “cinsel bir obje” olarak oturtan sefih Batı medeniyetinin iğrenç zevkleri ve para hırsı uğruna kadını yuvarladığı uçurum veya çukurları görmek isteyenler Avrupa’ya gelsinler… Her gün binlerce kadının intihar ile, cinayetle veya uyuşturucu ile hayata nasıl veda ettiğinin resimlerine birlikte bakalım.

Durup dururken kadının organizeli global bir cereyanın rüzgârıyla sahnenin en önüne çekilmesi elbette onun hayrına olmuyor. Oltanın ucuna takılmış yem olduğunda, avcı balıkları sepete doldurduğunda konuşanların kadına hiç faydası dokunmadı. Süreç başlamadan önce toplumu ve bilhassa kadını bu kirli ve çirkef tuzaklardan haberdar etmek gerekiyor. Gazete arşivlerinden veya TV’lerin haber bültenlerinden yola çıkılarak yapılacak küçük bir araştırma, zamanımızın kadınlarının bilhassa mason, feminist ve agresif ateistlerce hangi felâketlere sürüklendirdiklerini gözlere gösterir. Zira tesir ettikleri medya, hükümetlerin sosyal politikaları ve tüketim canavarınca cemiyeti arzularına göre dizayn edenler, toplum mühendisliğiyle bir anda binlerce kadını vurabiliyorlar.

KADININ RUH SAĞLIĞI, EKONOMİNİN SIHHATİ…

Birbirine çok benziyorlar. İffetimize düşman global banka ve fonların mengenesindeki ekonomimizin hakperest ve bilgili iktisatçılarca doğru şekilde tahlil edilmesi lâzım. Batılı bankaların faiz cennetine dönmüş Türkiye’nin senede yalnızca bu bankalara otuz yedi küsur milyar dolar kâr verdiğini ahali bilemez. Bir sene içinde sekiz yüze yakın yerli şirketimizin yine bu global sermayedarlarca satın alındığını da halkımız bilmiyor. Yunanistan ile alay eden Başbakanın Yunan ekonomisinin altyapısını incelemesinde fayda var. Kaldı ki ekonomik olarak AB’ye lâf atmak insanı dünyada gülünç duruma düşürür. Türkiye’yi yeni bir sınıf çatışmasına hazırlayan ekonomisi politikalarıyla, zamanımızın insaniyet ve İslâmiyet düşmanlarınca kuşatılmış kadınımızın içinde bulunduğu hal birbirine benzemiyor mu?

Benzer konuda makaleler:

Şükrü Bulut | Arşiv

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*