Elektronik medyadan sosyal medyaya…

alt

Netameli bir konuya teşebbüs ettiğimin farkındayım. Elektronik v.b. sahalara yabancı, elektronik medyayı az kullanan ve moderniteden çok geleneğe yakın birisinin bu konuda yazması elbette netameli olur.

Birkaç senedir dikkatlice takip ettiğim halde-bana göre-bazı yanlışlardan dolayı sosyal medyayı kullananları ikaz edecek yazılar bekledim, rastlayamadım. Gittikçe bayağı şirazeden çıkan elektronik yazışmaların menfî akisleriyle karşılaştıkça üzüldük. Cemiyeti tahribe ve yer yer çürümeye sevk edecek tehlikelerle karşılaşınca tedirginliğimiz arttı. Susmak ve takip etmek bir çözüm değildi. Boyutlarını kavrayamadığımız sahada yazmak da içimize sinmiyordu. Bu sahaya vakıf, hamiyetperver ve müteyakkız ehl-i ilmi vazifelerinin başına dâvet veya teşvik maksadıyla yazmaya başlıyoruz.

Teknolojiye, medeniyetin harikalarını ve güzelliklerine ciddî taraftar olan Müslümanların, Asya münafıkları ve Avrupa saldırgan kâfirlerince “medeniyet karşıtı” suçlamaları yeni değildir. Selânikli Hanedana mensup münafıkların 1908’den tâ 1925’lere kadar Bediüzzaman ve diğer Osmanlı münevverlerine sataşmalarını okudukça, bu damarın zamanımızda da aynen sürmekte olduğunu görüyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin Divan-ı Harb-i Örfî, Münâzarât, Hutbe-i Şamiye ve Sünûhat isimli ilk eserlerinde; suçlama, sataşma ve dinsizlerin “medeniyete” yükledikleri yanlış mânâlara cevaplarla karşılaşıyoruz.

Birinci Avrupa ile Kur’ân’ın ortak malı olan teknoloji ve doğru medeniyeti dinsizlik, sefahet ve çatışmalarında kullanırken, kendi malları imiş gibi dünyaya lanse eden İkinci Avrupa veya o global dinsizlere karşı, şu sosyal medya meselesinde de uyanık olmak gerekiyor. Teknoloji ve medeniyetin Kur’ân’a ait olduğunu ilk dönemlerinden başlayarak anlatan Bediüzzaman Hazretleri, bu tezini 20. Söz, 25. Söz ve Hüve Nüktesiyle zirveye ulaştırır. Vefatına yakın talebelerine yazdığı ve teknolojiyi yanlış kullananları ikaz ettiği mektubunda: “Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa’yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor.

Meselâ, Risale-i Nur’daki Nur Anahtarının dediği gibi, radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmekle bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz, mâlâyâni şeylere sarf edildiğinden, tembelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip sa’yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.

Hattâ çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa’y ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zarurî ihtiyâcâta sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesat, tenezzüh, tembelliğe mecbur ediyor.” EL. 335

Bediüzzaman’ın yukarıdaki satırlarını günümüz ışığında tahlil ettiğimizde; elektronik medya ile sefihlerin medeniyet adına insanlığa boca ettiği kötülüğü rahatlıkla görebiliyoruz. İnsanımızca yüzde seksen beşi sefahete ve güzel zaman geçirmeye, israfa ve harama, zulme ve tembelliğe kullanılan elektronik medyanın üzerinde, milletin birliğini, ruh ve beden sağlığını, refah ve geçimini düşünmekle mükellef hükümetimizin hiçbir program icra etmemesi, bu konudaki boşluğu daha da nazara veriyor.

SOSYAL MEDYA İSMİ NE KADAR DOĞRU…

Kelimelere takılmıyoruz. Medya, gazete, basın, cerideler, matbuat, vesaire, vesaire… Bu zamanda, bazı kelimelerin emperyalist zorlamalarla mânâ değişikliğine uğratıldığını siz de biliyorsunuz. Bazen içleri boşaltılıyor, bazen lügatteki güzel mânâsı, çirkin bir mânâ ile zorla değiştiriliyor: Gelenek, hilâfet, fıtrat ve şeriat gibi… Bazen de çirkin lügatlere-güya-müsbet mânâlar yükletiliyor: Benlik, karizma, pozitivist, modernite, özgüven vesaire, vesaire… Bu çerçevede, elektronik araçlarla sağlanan muhabere ile ortaya çıkan bu yeni haberleşme tarzına “sosyal medya” ismini takmanın ne kadar doğru olduğunu mutlaka tartışılacaktır.
Sosyal kelimesi, insanların fıtratındaki tanışma, dayanışma ve kaynaşmasını bize tedaî ederken, topluma mal edilmek istenilen “sosyal medya” ile insanların bireyselleşmesi, ayrışması ve psikolojik olarak birbirinden uzaklaşması kastediliyorsa, sosyallik kelimesi elbette havada kalıyor. Daha çok psikolog ve sosyologları ilgilendirecek detaya inmeden şunu arz edelim: Nasıl kullanılacağı bir çerçeve altına alınmış bu elektronik medyanın, toplumda asosyallik hastalığını tetiklemekte olduğunu hepimiz görüyoruz. Aynı çatıyı paylaşan aile bireylerinin birbirine ne kadar uzak düştüklerine ve ayrı dünyalarda yaşadıklarına çoğunuz şahit oluyorsunuz.

İNSANA ACZİNİ UNUTTURAN MEDYA…

Komünikasyon dedikleri haberleşmedeki yeni harikaların, “HÜVE” nüktesinin maddî tefsirinden başka bir şey olmadığını, söz konusu nükteyi dikkatlice incelediğimizde anlıyoruz. Bu harikalara, İslâm’ın penceresinden değil de, İkinci Avrupa medeniyetinin açısından baktığımızda, karşımıza sınırsız ve geniş bir dünya çıkıyor gibi… Pasifik sahillerindeki arkadaşıyla ekranda konuşan, özlediği anneciğiyle telefonunda sohbet eden veya arzu ettiği bir şeyin adresine-dünyanın en uzak ve çetrefilli coğrafyasında da olsa-hemencecik kavuşan gafil insanlar, hakikaten kendilerini bütün dünyanın üzerinde hissedebilirler. Bu his, zamanla onlarda bir istiğna haline yol açabilir. Dünyayı avucunun içine almış fert psikolojisi, kişiyi, bütün otoritelerle çatışma noktasına taşıyabilir. Gel gör ki, o hayallerinden, görüntülerden ve hislerden ayrıldığı an midesinin acıktığını hisseder. Cebine elini attığında, istekleriyle ters orantılı bir hal ile karşılaşır… Biraz daha toparlandığında, elindeki pahalı telefonun taksitlerini hatırlayarak nahoş bir halete bürünür… Yavaş yavaş hayalî veya sanal şahsiyetten hakikat dünyasına dönmeye çalışır. Şayet elinde maddî imkânları varsa, pek pahalı ve geçici arzuları peşinde bir müddet daha havalarda uçacaktır. Gaflet ve sarhoşluk içindeki bu güzerânı çok acı ve bazen de kahredici bir hakikat bekleyebilir.

Yani, mahiyeti acz, zaaf, fakr, naks, kusur ve ihtiyaçtan yoğrulmuş insanın; sanal dünyalarda, rüyalarda ve sefih âlemlerde gezmesine yol açan sosyal medyanın; hem yetkili idarecilerimiz, hem bu saha ile ilgili ulemamız, hem aileyi ve insanı kollamakla vazifeli ilgililerimizce yeniden mercek altına alınmasının şart olduğu kanaatini taşıdığımızdan, bilmecburiye bu konuya girdik.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*