Elemsiz zevk ve lezzet nerededir?

Bal, ama zehirli

Saadet denen şey, insanların yükledikleri maddî anlamların çok ötelerinde bir şeydir. Dünyevî yorumlar içerisindeki bütün lezzetler ve zevkler, nitelik veya niceliği ne kadar olursa olsun, yine de insanı tatmin etmiyor, edemiyor.

Çünkü bu nevi lezzetler muvakkat, geçici, fani.

Günahlardaki lezzet bunun bir örneğidir. Bir üzüm çekirdeği yediriyor, yüz tokat vuruyor. Az sonra çok ciddî rahatsızlık verecek bir lezzetin, lezzet olma özelliği ne kadar olacaktır. Vicdan böylesi bir lezzeti kabul etmiyor.

İnsanın hayat programında ‘vicdan’ vardır. Fıtrat-ı zişuur olan vicdan, insanı doğruya götüren esbaptan bir tanesidir. İlginç olan da insandaki bozulan en son nokta vicdandır. O da bozulmuşsa artık daha geriye bir şey kalmıyor.

İnsanın hayat programında bulunan vicdan sönmemişse, o başlı başına insanı hakikate, doğruya taşıyabilir. Şartları ne olursa olsun, insandaki vicdan makamı, başlı başına bir kontrol mekanizmasıdır.

Akbabanın yemek için ölmesini beklediği çocuğun fotoğrafını çeken fotoğraf san’atçısı, çektiği o kare ile dünyanın ibretle tanıdığı bir sima haline geldi. Ama vicdan, ‘Neden bir şeyler yapmadın?’ tazibiyle, onun yaşamasına müsaade etmedi. Ve ülkesine döndüğünde hayat sayfasını kendi eliyle kapattı.

Dünyevî zevk ve lezzet kavramları anlamlarını bir kenara bıraktı.

Ne yapıp edip, insandaki vicdana çalışmak ve onu tamire çaba harcamak gerekiyor. Bir insandaki vicdanın bozulması, sadece o insanla alâkalı kalmıyor.

İnsandaki vicdan bozulunca, insanlık bozuluyor. Vicdanı bombalananlar, vicdanları bombalıyorlar.

Dünya lezzetinin zehirli bala benzetilmesi manidardır.

Tabir ibretlik; zehirli bal. Bir tarafı tatlı, bir tarafı ise zehir. Dünyevî lezzetler de böyledir.

Dalâlet ve sefahatte lezzet yoktur

İnsanın hayat programını din tanzim etmiştir. Onun için lezzet ve zevk kaynakları dinin sınırları içerisindedir. Buna ‘meşrû daire’ denilmektedir.

Meşrû daire, insanın keyfine kâfi gelecek zenginliktedir.

“Ehl-i dalâlet ve sefahat, yüz bin lezzeti ve zevki alsa da, yine o manevî bir Cehennem, kalbinde yaşar ve yakar. Fakat, pek kalın gaflet sersemliği, muvakkaten hissettirmez.” (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 68)

İnsan için, hakikî ve elemsiz lezzet ancak imandadır ve iman iledir. Bunun dışındakiler, gayr-i meşrûdur; bir yemiş yedirir, on tokat vurur. Ama acı ki, insan hazır azıcık lezzeti, gelecekteki çok lezzetlere tercih etmektedir. Bu da his, heves ve şeytanın; akıl, kalp ve vicdanı susturup, ona galebe etmesinin sonucudur. Bunun da adı ‘kör hissiyat’tır.

Kör olmasının sebebi ise, gelecekteki çok büyük lezzetleri görmemesidir.

Kendilerine, ‘Şimdi bir tek çikolata mı, yoksa haftaya bir kutu çikolata mı istersiniz?’ denilen çocuklardan büyük çoğunluğu, hazır, bir tek çikolatayı hemen alarak, insanın bu zayıf yönüne dikkat çekmiş olmaktadırlar. Oysa haftaya bir kutu çikolataları olacaktı.

İşte insanın dünyanın hazır lezzetlerine ilgili ve meyli de bunun gibidir. Ebedî bir cennet vaadini bildiği halde, dünyanın kırılacak şişe parçaları hükmündeki nimetleri, ahiretin elmas değerindeki nimetlerine tercih etmektedir.

Kaybını, kazancını bilememek, yani körlük bu olsa gerektir.

Oysa bırakın ahireti, iman ehli, daha henüz dünyada iken bile, meşrû dairenin saadet ve lezzeti ile yaşamaktadır. Küfür ehli ise, daha henüz dünyada iken, gidiyor olduğu cehennemin manevî tazibini dünyada da yaşamaktadır.

Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşrû dairedeki keyfe iktifa ediniz; o keyfinize kâfidir.

(İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 69)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*