Emevî Camii’nde…

Aradan yüz yıllık bir zaman geçti.
Bediüzzaman o yıllarda 33 yaşlarında idi.
Nâmı tâ Şam iline kadar ulaşmıştı.

Rehberimiz olan Suriye vatandaşı, genç öğretim görevlisine sorduk:
“Bediüzzaman Hazretlerini tanıyor musunuz?”

 

Cevabı enteresandı:
“Nasıl tanımam, o İslâm âleminin bir yıldızıdır.”
Ve Bediüzzaman hutbe irad ediyor Şam Emeviye Camii’nde…
İçinde yüz ilim adamı bulunan on bini aşkın bir cemaate…
Daha doğrusu, kıyamete kadar gelecek insanlığa.
Altı tane hastalıktan bahsediyor.
Adeta bir devletin, bir insan hayatının projesini anlatıyor.
İslâm âleminin geri kalmışlığını,
Bizi orta çağda durduran hallerimizi,
Ümitsizliğin dünyamızda olmaması gerektiğini,
Doğruluğu sosyal ve siyasî hayatta yeniden diriltmeyi,
Ehl-i imanın birbiri ile olan münasebetlerini bilmesi gerektiğini anlatıyor.
Bulaşıcı hastalık gibi yayılan istibdadın, şahsî menfaatine ağırlık vermenin temel hastalıklarımızdan olduğunu dile getiriyor.
Ümitsizliğin öldürülmesini, ümidin hayatımızda hâkim olmasını seslendiriyor.
“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm, itap ve nefret, hevâ ve hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin.” diyor.
Sanki bu ateşîn ifadeler yeniden canlandı Emeviye Camii’nde.
Ülkemizin dört bir yanından ve Almanya’dan 400’ü aşkın misafir ile bu hutbe tekrar kulaklarımızda yankılandı.
Rahib Bahira’nın manastır harabesinde İki Cihan Serveri’nin (asm) ayak izlerini kokladık.
Ve irad edilen minberin üstünde adeta Üstadımız bizi selâmlıyordu.
Halep’te Zekeriya Camii’ni ve muhteşem kalesini, Sultan Süleyman Külliyesi’nin garip ve bakımsız kalan mekânlarında ecdadın izlerini aradık.
Şam, tarihte “şerif” adına lâyık oldu.
Buram buram tarih kokan bir coğrafya…
Beş bini aşkın sahabinin kabrinin bulunduğu şerefli bir il…
Ne zamanın rüzgârı, ne de âfâka savrulan his ve hevesler… Kimse bu asil duyguları sinemizden silemedi.
Ağladık, ağlatamadık,
Hissettik, söyleyemedik.
Sahabileri ve binlerce evliyanın ruh dünyalarını kokladık.
Sanki zaman durmuştu. Sahabe mesleğini kendilerine hayat tarzı kabul eden asrın misafirleri, meslektaşlarını ziyaret ediyorlardı.
Ne kuru bir gezi, ne de kof bir hayaldi yaşadıklarımız.
Bütün anlamı ile mukaddes bir ziyaret idi.
Emeği geçenleri tebrik ediyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*