Erzurum’da Ramazan hâlleri (1)

Küçük kızım Zeynep, (biraz sıcağa tahammül edemediğinden), “Baba bu sene Ramazan’da Erzurum’a gidelim mi?” dedi. Tabiî, hanımın da memleketi olduğundan, o da canla-başla dünden hazırdı. Bursa’daki işlerimizi yoluna koyduktan sonra gitmeye karar verdik.

Erzurum’da bulunduğumuz 1982-85 arasında en son Ramazanımızı 1984’de yapmıştık. O tarihten beri ilk defa geliyorduk Ramazan ayında Erzurum’a. Tabiî, Erzurum’un Ramazanları meşhurdur. Burada genellikle oruca karşı bir hürmet olduğundan, batıdaki oruca karşı yapılan hürmetsizlikleri, müstekreh halleri pek göremezsiniz. Gerçi burada da, az da olsa, bu hassasiyetleri zorlayanlar yok değil, ama genelde vaziyet iyidir.

Teravih namazının kılınacağı ilk akşam çocuklara dedim ki “İlk teravih namazına, Allah nasip ederse Ulu Cami’de kılarak başlayalım.” Ve öyle yaptık. İlk akşam caddeden—Erzurum’un meşhur Cumhuriyet Caddesi ki, nâm-ı diğer “mecburiyet caddesidir.”—yürüyerek camiye doğru giderken arabaların çokluğu ve trafikteki tıkanmayı görünce, “Maşaallah, herkes bizim gibi düşünmüş, demek ki Ulu Cami’ye gidiyorlar” dedim. Ama biraz yürüdükten sonra baktım, çoğunluk camiye değil, buraya kadar sirayet eden “Ramazan Şenlikleri” adı altındaki, Ramazanın ruhuna uygun olmayan, ibadetlere mani olan, müptezelliklerin hüküm sürdüğü yere gidiyorlardı. Üzüldüm, lüzumsuz hallere nasıl tevessül ediliyordu böyle? Özellikle de ibadet ayı olan Ramazanda bunlar hoş şeyler değildi. Ama anlamadığım bir şey de vardı. Son senelerde meşhur olan bu “Ramazan Şenlikleri” adı altındaki icraatları AKP’li belediyeler daha çok yapıyordu.

Ulu Cami’ye girdiğimizde, vaiz efendi vaaz ediyordu. Sonuna doğru “Erzurum’da Ramazan başkadır. Mekke’den, Medine’den sonra Ramazan Erzurum’da yaşanır” dedi ya, şaşırdım kaldım. Yahu böyle şey olur mu? Vaiz efendi mübalâğa yapıyordu. Hamâset duygusuyla hareket ediyordu. Namazdan sonra yanına gittim, ”Hocam Allah kabul etsin” dedim. “Ama vaazda biraz mübalâğa yapmadınız mı?” deyince şaşırdı, ”Nasıl?” dedi. ”Yani, dinî ıstılâhatta hiç böyle şey duymadım. Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere’den sonra, Kudüs-ü Şerif var, Şam-ı şerif var, Bağdat var, İstanbul var. Ama Erzurum’u hiç duymadım. Tamam, Erzurum serhattır, kahramandır, Ramazan’ı başkadır, ama bu söylediğiniz mübalâğa değil mi?” deyince, beklediğim soruyu sordu: “Siz nerelisiniz?” Ben de “Ankaralıyım” demek yerine, Nasreddin hoca misâli hanım köyü olduğundan, özellikle “Erzurumlu’yum” dedim, o zaman bir şey demedi. Kendisine “Bediüzzaman Hazretleri Muhakemat’ta ‘Mübalâğa ihtilâlcidir’ diyor hocam. Acizane size tavsiyem Muhakemat’ı okumanızdır, orada bu bahis var” diyerek ayrıldım. Bu vesileyle demek isterim ki, bu vaaz meselesinde, vaizlerin bazıları mübalâğa sanatını çok ve de yanlış yere kullanıyorlar.

İmamımız, Terâvih namazını iki rekâtta bir selâm vererek kıldırdı—ki faziletli olanı da bu. Hem burada Şafiî mezhebinden Müslümanlar da çok olduğundan elbette bu şekilde kıldırılması daha doğru. Burada terâvih bitip de vitir namazına başlamadan arada yapılan duâ kısmında Erzurum’a has bir duâ okunur. O da şudur: “İşfa’ lenâ yevme’l-arâsâti ve’l-mîzân. İrham bi fazlike yâ Rabbe’l-âlemin, limen kale min abîdike âmin” (Arasat ve Mizan Günü bize şefaat nasib eyle. Ey âlemlerin Rabbi, “Âmîn” diyen kullarına lütfunla merhamet et).

Bu ilk intibalarımızla sizlere Erzurum’dan bir kısım Ramazan hâllerini aktarmaya çalıştık. İnşâallah, devam edeceğiz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*