Erzurum’da Ramazan halleri 6

“Gülü kavak, bülbülü karga”

Bundan otuz küsur sene önce evlenerek Erzurum’a geldiğimizde, ahaliden bu sözü çok duyardık. “Niye?” diye sorduğumuzda cevaben, “Bizim burada soğikten çok ağaç ve bitki yetişmez, gavak ağaci çok olir. Yine, her guş da bulunmaz. Burada en çok garga yaşadiğından öyle söylemiş eskilerimiz.”

Hâlbuki durum öyle miydi? O yıllarda Erzurum’a bizi ziyarete gelen babam, ziraattan anlardı. Yazın bir mesire yerine gittiğimizde, niye fazla bir ağaçlandırmanın yapılmadığını, arazinin neden bozkır olduğunu merak ederek şöyle toprağı bir incelemiş ve “Oğlum burada birçok şey yetişir, ama halk herhalde biraz tembel olduğundan bakmıyorlar, yoksa her şey yetişir burada” demişti.

Gerçekten de bu seneki seyahatimizde bunu müşahede ettik. Birçok yer ağaçlandırılmış, yeşillendirilmiş, park ve bahçe düzenlemeleri yapılmış. Her ne kadar bülbül sesine rastlayamamış ve kargaların saltanatının sürdüğünü gördüysek de, yeşillik ve ağaçlandırma bakımından bayağı bir gelişme kaydedilmiş.

Erzurum Türkiye’nin en soğuk illerinden bir tanesidir. Evliya Çelebi’nin, “Ben burada on bir ay yirmi dokuz gün kaldım, yaz gelmemişti, ben gittikten sonra geldiyse bilmem…” ve “Kışın kedi bir damdan diğerine atlarken donar kalırdı.” tarzındaki mübâlağalı ifadelerindeki kadar olmasa da, Erzurum gerçekten soğuk iklimin hüküm sürdüğü bir memlekettir.

Erzurumlu arkadaşlar bize, ”Dünyada Erzurum’la beraber rakımı yüksek üç vilayet daha var” demişlerdi. Biz buradayken -50 dereceye yaklaşan soğukları görmüştük. Lojman ve iş yerimiz arasındaki 200 metrelik mesafeyi gidip gelirken aldığımız nefesin etkisiyle bıyıklarımız donardı. Bunu önlemek için kaşkolü ağzımıza sarınca, bu sefer de, kirpiklerimiz donardı.

Saçaklardan sarkan tehlikeli “buzdan mızraklar” ise cabasıydı. Saçaktan sarkan o buzlar, altından geçenler için çok tehlikeliydi. Düşen buzlar yüzden ciddi şekilde yaralananları, hatta ölenleri dahi duymuştuk. Bir çok işyerinde bununla alâkalı ikaz levhaları vardı.

Ramazanı serin yerde geçirelim diye Erzurum’a geldik. Şimdilerde de burada, gündüzleri 30 küsur derece sıcaklık var. Fakat geceleri sıcaklık düşüyor ve insan bayağı üşüyor. Batı’da geceleri pike ile yatmak bile ağır gelirken, burada yün yorganla yatıyoruz. Bursa’da bu serinliği yaşayabileceğimiz bir Uludağ’ımız var. Erzurum’un rakımı 2000 metre civarında. Uludağ’ınki de ona yakın bir değerde. Onun için Erzurum’u Uludağ’a benzetiyorum. Orada da güneşte yanar, gölge de üşürsünüz.

Bir gün caddede gezerken, kızım, batıdaki vilayetlere ait plâkalar taşıyan arabalara işaret ederek, “Baba bak, bunlar da bizim gibi Ramazan için Erzurum’a gelmişler!” deyince, “Evet, belki bazıları öyledir kızım…  Ama sanırım bu arabaların birçoğu buradaki Erzurumlulara ait. Çünkü Erzurumlular, “06-16-34-35” plâkalarını kullanmayı seviyorlar” dedim.

“Erzurum’da Ramazan başkadır” dedik.  Gerçekten de burada Ramazan farklıdır. Havaların serinliği, çarşı-pazarda açıktan bir şey yiyilip içilmemesi, bütün lokantaların kapalı olması gibi hâller, Ramazanı rahat geçirmenize sebeb olur.

Bir de, iftar ve sahurda yenilip içilenler vardır ki, görmeniz lâzım! Ramazan başlayınca sokaklardaki satıcılarda (buranın tabiriyle “tablacılar”da) ıspanak satıldığı gözümüze çarptı. Bir anda “Allah, Allah! Bu mevsimde ıspanağın ne işi var?” derken aklımıza geldi ki, ıspanak iftarların vaz geçilmezlerindendir. Ispanağın; yumurta, kıyma ve pastırma ile bir arada pişirildiği bir iftar yemeği vardır. Ona kısaca “gıyma (kıyma)” diyorlar. Ayran çorbası (içine küçük köfteler hâlinde kıyma ve “aşotu” denilen bir ot konulmuş, yoğurttan yapılan bir çeşit çorba), su böreği, yaprak dolması, et ve kadayıf dolması (bir çeşit kadayıf tatlısı) iftarda yenilen başlıca yiyeceklerdir. Gece sahurda ise, çorba, börek, hoşaf ve yemek yenilir. Bu ağır “menü”yü değiştirmelerini tavsiye edip, kahvaltı tarzında hafif bir sahur yemelerini söylediğimde bazılarının hoşuna gidiyor, bazıları ise bildiğini okuyor… “Korkmayın, gündüz acıkmazsınız. Oruç Cenab-ı Hakk’ın taahhüdündedir. Tecrübeyle sabittir ki, ben ne zaman çok yesem çok acıkır, az yesem az acıkırım” demem bile fayda etmiyor.

Erzurum’un insanı nüktedan olduğundan, Ramazanda birbirlerine çok şaka yaparlar. Bir gün çarşıda gezerken bir şakalaşmaya şahit olduk. Esnafın biri diğer bir esnafa takılıyor:

“Gardaş nediyrsen? (kardeş ne yapıyorsun?)” karşıki, “Eyiyem (iyiyim) sağolasin, sen nediyrsen?”  “Eyiyem”  “ne öyle sallanirsen, yoksa oriç mi tutirsen? (oruç mu tutuyorsun)” “He ya, sen tutmir misen?” “Yav vallah tutirem de işte sicakta zor oliir!” “Gardaş dayanamirsen tutma!” Ondan sonra bir başka esnaf lâfa karışıyor, “Gardaş akşam bizim uşaklar da gıyma, su böregi, ayran çorbasi, yumurtali gavurma, gadayif dolması yapiiller!”  “Yav hele sus, zaten acikmişez! (acıkmışız)”
Şaka deyince, fıkraları unutmamak lâzım. Kayınvalidenin sık sık anlattığı bir fıkrayla bitireyim yazımı:

“Adamın biri oruç tutmazmış, ama her gece sahura kalkmayı da ihmal etmezmiş. Bir gün hanımı demiş ki ‘Ya herif, hem oruç tutmirsan, hem de zöhire (sahura) kalkirsan (kalkıyorsun)” deyince adam, “Yahu gari (karı, hanım), zöhire galkmayip da sünnet sevabından mahrum mu galak!..” demiş.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*