Hakk’ın insana verdiği en büyük nimetlerden biri, muhabbettir.
Sevmek, sevilmek, paylaşımda bulunmak, fani olmak, sen-ben değil biz olmak. Bunlar insanın fıtratına yerleştirilen duygular.
Her insan, insaniyet itibariyle bütün kâinatla alâkadar olduğu için bazen bütün kâinatın yükünü kendi omuzuna yüklenir. Başka varlıkların üzüntüsüyle hüzünlenir, sevinçleriyle mutlu olur. Fakat insan hem nazik ve nazenin hem de âciz, fakir, iktidarı ve ihtiyarı kısa bir mahiyette yaratılmış. Kendi ihtiyaçlarını dahi gideremiyorken neyine güvenip de kâinatın yükünü sırtına almaya çalışır ki acaba?
Gözümün önünde perişaniyetinden müteessir olduğum, fakat ıslah edemediğim kâinat var. Başıma ve sırtıma yüklediğim yükler belimi bükmüş, acziyetimi arttırmış, bana kendi mahiyetimi unutturmuş. Haddini aşan beşer ne kadar da kolay Ubudiyetten çıkıp Rububiyete soyunurmuş.
Hâlbuki çıkmazlardan çıkabilmek, doğruya ulaşıp hakkı hakikati idrak edebilmek için sığınacak, elinden tutacak birine ihtiyacı olduğunu anladığı zaman aslında acizlikten kurtulur insan. Çünkü onun acizliğinde büyük bir kuvvet, fakirliğinde ise büyük bir kudret vardır. Çürüdüğü zaman büyüyüp meyve verebilir ancak. Hem ben acizim, hem de etrafımdaki bütün mahlûkat. Buna rağmen çoğu zaman sebeplere takılır kalır insan. Perdeyi gözünün önünden çekip hakikate erişemeyebilir belki de. Kullardan bekler, şifayı onlarda arar. Belki de acz ve fakr yaralarına merhem olacaklarını zanneder. Evet, insan aldanır.
Fıtraten mükemmeli ister, mükemmel olanı arar. Ama yanlış yerlere yönelir, ayineye yapışır asıl güneşi göremez. ‘’Ben batıp gidenleri sevmem.’’ (En’am-76) dediği zaman kavuşabilecek aslında hakikî muhabbete. Yaralamayacak o zaman, geçip giderken dünyadan eline batan dikenler. Parçalamayacak kalbini. Yanlış yöne sarf edince muhabbetini, işte o zaman boğulur insan. O zaman çırpınmaya başlar. Çıkmaza girdiği için debelenir, çıkmaya çalışır. Kâinata dilenci hükmüne geçer, ama yine çıkamaz çukurdan. Çünkü yanlış yerde dağıtır muhabbetini. Hâlbuki Kemal sadece Cenâb-ı Hakk’ın Zatında.
Sonsuz ihtiyaçları karşılayabilecek olan O. Her an senin yanında olan, her şeyini bilen, duyan. Senin için en iyisini isteyen, düştüğünde bırakmayıp elinden tutup kaldıran. Yaptıklarına rağmen seni terk etmeyen, senden yüz çevirmeyen. Her gün yeni ikramlar ihsan eden kalbin hatıratını dahi bilendir, O (cc).
Bırakalım o zaman artık kâinata dilenciliği, insanlardan beklentiyi. Mahiyeti acz ve fakr ile yoğrulmuş insanlar değil, sıkıntılara tabib olan, her şeyi elinde tutan, bütün hazinelerin anahtarı yanında olan bir i Kadir-i Ezeli lâzım bize.
Âciz ve fâni olan insanlar karşılayabilir mi ki ihtiyaçlarını? Anlayabilir mi halini, hissedebilir mi ki senin hissettiklerini? Anlasa bile söndürebilir mi ki çevreyi saran yangını? Dindirebilir mi hiç etrafında kopan fırtınayı? Tesellici olabilir mi, insanlığa kurtuluş reçetesini sunabilir mi?
Daha niye çağırıyorsun ki, o zaman fânileri? Neden hâlâ kâinatın dilenciliğini yapıyorsun? Niçin bu vaveylalar, canhıraş bağırmalar? Derdine çare olacak mı var? Çok sevdiğin nefsin mi yardım edecek sana? Yoksa Allah’a verilmesi için ihsan olunan muhabbetleri dağıttığın fâniler mi? Esbab mı koşacak yardımına?
Çağırsana onların üstündeki gücü, yalvarsana müsebbibü’l esbaba. “Tut elimden Rabbim, ben nefsine zulmedenlerden oldum” desene. Niye, hâlâ oyalanıp duruyorsun? “Kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur” bilmiyor musun?
Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmayken aslında insan bir nevi rüya âlemindeyken rüyayı gerçek zannettiğinden sıkıca bağlanır fâni hayata. Unutur rüyada olduğunu ve kendisini rüyaya alan Zatın bir gün onu haşir sabahıyla uyandıracağını. Gaflete düşer. Susturur aklını, kalbini, vicdanını. Geçici olan heveslere kaptırır gider kendini. Beceremez bir türlü “ben batıp gidenleri sevmem” demeyi. Anlayamaz ki ebed olmazsa her şeyin karanlığa düşeceğini. Fark etmez belki ebedî bir Zat’a müştak olduğunu, O’nu istediğini, ondan meded beklediğini.
‘’Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı?’’ (DUHA-6) âyeti sadece Efendimiz’e (asm) değil, bütün insanlığa yapılan bir hitaptır aslında. Çünkü dünyaya gelen her insan yetimdir. Anne-baba değildir çocukların sahibi. Onlar sadece bir sebep. Bizi yetim bulup barındıran her an her ihtiyacımızı karşılayan Cenâb-ı Hak. ‘’Evet, onu kaybeden neyi bulur ve onu bulan neyi kaybeder.’’(6. Mektub)
Rabbim gaflet perdesini yırtıp her şeyde Cenâb-ı Hakk’ın elini, izini, özünü görebilmeyi nasip etsin.
Hasret Aslan
Benzer konuda makaleler:
- Kâinata nâzır bir yer!
- Hacet kapısı
- Esmaü’l-Hüsnâ ile yakarışlar…
- İnsan, nasıl sahipsiz olur?
- Yeni Dünya’da iman eğitimi: Fıtrat ne söylüyor?
- Cenâb-ı Hakk’ın bizim ibadetimize ihtiyacı var mı?
- “Cenâb-ı Hakk’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?”
- MU’CİZÂT-I NEBEVÎ
- Aklî ve kalbî hastalıklar
- Herşey onun (asm) nuruyla mânâ kazandı
“Asrın müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur’ların medyadaki katıksız dili olmaya özen gösteren Yeni Asya, sağduyulu çizgisinden ödün vermeden ‘doğrunun yanında haklının sesi’ olarak milletimizin gönlünde taht kurmuş bir misyon gazetesidir.”
İlk yorum yapan olun