Eski Ramazanlar mı?

Ramazan geldi mi, başlar bolluk;

O ne ikram, o nasıl ihsanlar!

O ne hâlis, o ne candan kulluk!

Melek olmuş sanılır insanlar…

 

Çok kere yaşlılardan duymuşuzdur: “Ah! Nerde o eski ramazanlar!” Bu ifâdeyi sâlim kafa ile düşünecek olursak, çocukluk hâtıralarının insanların hâfızalarında bıraktığı bir izden ileri geldiğini; aslında eski ramazanlarla şimdikiler arasında pek fark bulunmadığını; hattâ, günümüzün imkânları nazara alınırsa, geçmişten daha iyi seviyede bir ramazan yaşadığımızı idrâk ederiz. Bu seviye sözü, hem maddî hem de mânevî ciheti muhtevîdir.

Osmanlı Devletinin son zamanlarında Avrupâî bir hayâta özenen bir avuç seçkin kişinin, ramazanın mânevî tarafını izâle edecek şekilde, akşamları vur patlasın – çal oynasın bir eğlence âlemine dalışları, geçenlerde yazarımız Osman Zengin’in de belirttiği gibi, Cumhûriyet Türkiyesinde, bilhassa avam tabakasına da sirâyet ettirilerek, âdetâ ramazanların ayrılmaz parçası imiş gibi kabûl ettirildi. Basın ve yayın organları bu havayı bütün halka zerk ederek umûmîleştirdi.

O eski ramazanlara hasret çekenlerin büyük bir kısmı, bilmeden, o günün İstanbul’unda veyâ birkaç büyük şehrinde yaşanan lehviyâtı hayâl ederek konuşmaktadırlar. İşin ibâdet, tâat, yardımlaşma, saygı, sevgi gibi mânevî taraflarını mülâhaza edenler için bu sözde bir nebze hakîkat payı vardır. O zamanlarda insanların sayısı daha az, imkânları daha mahdûd; ama, gönülleri daha tok, akrabâlık, komşuluk ve dostluk duyguları daha canlı idi.

Teknik imkânların gelişmesi ile en fakir evde bile buzdolabı, vantilatör, klima, fırın ve sâir soğutucu – ısıtıcı ni’metler bulunmaktadır. Eskiden yaz mevsimine rastlayan ramazanlarda, bu günki gibi bir soğuk su yalnız zenginin sofrasını süslerdi. Ekser insanlar kuyu veya testi suyunun soğukluğu ile iktifâ etmek mecbûriyetinde idi. Kezâ, yiyecek çeşitliliği ve bolluğu da öyle…

Asıl önemli kısma gelirsek: bugünün insanı daha şuûrlu bir şekilde İslâmiyeti öğrenmekte ve yaşamaktadır. Dün, yapılan harf inkılâbı sebebiyle, pek çok kişi Kur’ân-ı Kerîm’i yüzünden okuyamazken; bugün her evde üç – beş kişinin bu mübârek ayda birer hatim yapmakta olduğu kesindir. Yine 1950’lerden önce câmilerde bid’at karışmış şekilde yapılmaya zorlanan ibâdetler yerine Resûlullâh’ın (asm) sünnet-i seniyyesine uygun şekilde, aslî hüviyeti ile kulluk görevi îfâ edilmektedir.

Kalabalıklaşan insanlara kifâyet edecek sayıda ibâdethâneler çoğalmış; gerek yapı, gerek döşeme îtibâriyle daha sağlıklı ve ferâh mekânlara kavuşulmuştur. Din görevlilerinin bilgisi ve kalitesi eskiye nazaran daha artmıştır. O zamanlarda bir şehirde ender bulunabilen medreseden yetişme âlimlere bedel, modern usullerle de olsa, ilâhiyât eğitimi almış pek çok şahıs vazîfe başına geçmiş bulunmaktadır.

Devlet kademelerinde görevli olup, çıktığı kabuğu beğenmeyen kişiler milletini hor ve hakîr görmekte iken, şimdilerde bu insanlar arasından dînî sorumluluklarının farkında olarak halkı gibi yaşamaya çalışanlar fazlalaşmıştır. Ramazanlarda pek çok resmî veyâ husûsî kuruluş tarafından oruçluya yardımlar yapılmakta, büyük şehirlerin zahmetli koşturmacaları arasında iftara yetişemeyenlere veyâ maddî sıkıntısı olanlara hizmet eden iftar çadırları; yemek yardımları taammüm etmiştir.

Sâir zamanlarda halkın dînî hissiyâtı ile alay edenler de dâhil olmak üzere, ramazanlarda hemen hemen bütün basın ve yayın vâsıtalarında bir tavır değişikliği görülmektedir. Bunların bir kısmı hakîkî mânâda faydalı olmakla birlikte, maalesef, hepsi için aynı şeyleri söylemek mümkin değildir. Ulemâu’s-sû’ târifine giren bir kısım şahıslar, kendi misyonlarını îfâ ederek, halkı dîn perdesi altında idlâle bu yolla devâm etmektedir.

Halkın en azından dînî bilgileri zahmetsizce edinebileceği sahîh kaynaklar çoğalmış ve ulaşılması kolaylaşmıştır. Herkesin anlayabileceği ilmihâl kitapları yayımlanmış, hemen her evde birer tâne bulunabilir hâle gelmiştir. Bunun ötesinde, en ücrâ köyde bile bir câmi ve din görevlisi halkın hizmetine hâzır bulunmaktadır.

Maddî imkânların bu derece fazlalaştığı bir dönemde, insanların daha az dîğergam, daha az saygılı, daha az ilgili olmaları ise âhir zamânın hastalıklarındandır. Buna mukàbil, bu gibi mânevî dertlere devâ bulmaya çalışan, sırf Allâhu Teâlâ’nın rızâsını kazanmak maksadıyla hareket eden hizmet erbâbı da, kemiyet ve keyfiyet bakımından artmıştır. O eski ramazanlarda ancak hapishânelerde veyâ gizli birer köşede bulunabilen bu gibi himmet sâhiplerine, şükürler olsun, şimdi her beldede, her şehirde bollukla ve kolaylıkla rastlanmaktadır.

Yine de her insanın, çocukluğunda geçirdiği ramazanların nerede olduğunu sorması iyi bir şeydir. Mâzîyi reddedenler istikbâli elde edemezler!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*