Ey ehl-i İslâm! Kur’ân’ın sabahında uyanınız!

Dünya hem maddî, hem mânevî bir buhran geçiriyor. Dışarıdan bakan bir göz, dünya için ‘Cadı kazanı gibi kaynıyor’ diyecektir. O denli bir değişim söz konusu ve dengeler tamamen değişmek üzere. İç ve dış savaşlar, tabiî felâketler, iklim değişikliği, bilimsel gelişmeler ve teknolojinin getirdiği artılar ve eksiler bu değişimlerden bazıları. Dünya değişirken Türkiye de değişiyor.

Hatta bana göre bu değişimde tetikleyici rol oynuyor. Çünkü nasıl ki dünya kâinatın göz bebeği, öyle de Türkiye de dünyanın göz bebeği. Maddî ve manevî konumundan dolayı bütün dünya ülkeleriyle alâkalı. Bu açıdan bakılınca Türkiye’deki değişim hem kendini, hem dış devletleri ve bilhassa alem-i İslâmı derinden etkiliyor. Biz de bu süreci hem endişeyle, hem ümitle seyrediyoruz.
Endişeliyim, çünkü 2012 yılına dair gerek bilimsel, gerekse bir takım istihraçlarla (cifrî hesaplamalarla) yapılan çıkarımlarla büyük felâketlerin yaşanılacağı varsayımı var. Bunlar tahmin tabiî, ama delillere bakılırsa kuvvetle muhtemel tahminler. Büyük yıkımlar, depremler, tufanlar, buzulların erimesiyle haritadan silinen kıt’alar, kıtlık, susuzluk, salgın hastalıklar, savaşlar vs..
Ümitliyim demiştim. Zirâ “Ümitvâr olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür seda İslâmın sadası olacaktır” sözü ümid vaat ediyor. Her geceden sonra sabah, her kıştan sonra bahar ve her fırtınadan sonra elbet bir ferah yaşanır. Bu, yaşayarak öğrendiğimiz kaidelerden biridir. 2012’de tahmin edilen helâketler yaşansa da, arkasından cennetâsâ baharlar yaşanacaktır İnşaallah. Buna yakînim ziyadedir. Risâle-i Nur’da bahsedildiği gibi, insanların işlediği günahlar, küfürler ve şirk öyle bir noktaya geliyor ki, kâinat adeta yakasını silker gibi insanları üzerinden silkeliyor. Bu silkelemeden sonra umumî bir temizlik ve kalanlarla yola devam ediyor. Yaşanan büyük yıkımlar ve değişimler, 2012 için yapılan tahminleri destekliyor. Son örnekler: Haiti, Şili, Çin, Srilanka, Belçika, Afrika ülkelerinin büyük bir kısmı ve Filistin; buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Bütün bu değişimlerin tesadüf olması imkânsız şeyler. Bunu hiçbir akıl sahibi, hatta akılsızlar dahi kabul etmez!
Peki bu yıkımlar ve helâketler hep böyle mi devam edecek? Tabiî ki hayır. ‘Beşer erken bir kıyameti başına koparmazsa’ eğer, elbette güzel günler de yaşanacaktır. ’Ne yapayım acele ettim kışta geldim, sizler İnşâallah cennetâsâ bir baharda geleceksiniz’ diyen Üstadımın sözünü doğrulayacaktır. İşte bu yüzden İnşâallah emarelerini gördüğümüz güzel günler bizleri bekliyor.
Peki Türkiye’nin durumu bu tabloda nasıl? Ona da biraz değinelim: Başta dediğimiz gibi dünyadaki değişimi tetikleyen Türkiye. Çünkü Türkiye, dostu ve düşmanıyla birlikte dünyanın göz bebeği. İçerideki en ufak bir tepki dışarıyı etkiliyor. Meselâ rejimsel ve kültürel değişimler… Türkiye Osmanlı’dan ayrılıp T.C. olunca eski Osmanlılar da ayrılıp başka bir şey oldular. Bknz: Asya ülkeleri, Avrupa’nın bir kısmı Balkanlar ve Afrika ülkeleri… Ve yıllardır ıztırap çekiyorlar, çekiyoruz. Bunun son örneği; Tunus. Alâka kuramadıysanız kolaylaştıralım:
“Hârice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenâlıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün (ehemmiyetli görmeme), zaaf-ı milliyeti (millî duygunun zayıflığını) gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif (durdurma) etmez, teşcî (cesaretlendirme) eder.” (M. Nûriye, s. 163)
Evet biz ne zaman özümüzden kopup başkalaştık, işte o zaman battık. Hariçtekiler de bizi örnek aldı ve onlar da battılar. Biz kılık kıyafetle medenîleştik (!); onlar da sokaklarda bile başörtüsüne yasak koydu. Biz Ayasofya’yı kapattık, hariçtekiler İslâmî kimliğini kaybetti. Çünkü Türkiye artık bir İslâm devleti değildi. Ve Avrupa üflüyor, biz oynuyorduk. Hariçtekiler sömürge devleti oldular. Biz ise hâlâ hürriyet mücadelesi içerisindeyiz.
Hilâfetin âlem-i İslâm için birleştirici bir yönü var ve tabiî ki hilâfetin kaldığı yer Türkiye olması hasebiyle diğer İslâm ülkeleri Türkiye’yi model alıyor. Ve Türkiye’nin, tabularını yıkmasa bile, sorgular olması demokrasiye geçiş süreci için önemli bir adım. Ve tabiî bu durum diğer ülkelere de sirayet ediyor.
Bugün izlediğimiz dünya sahnesinde acı görüntüler var. Fakat bu görüntüler yerini güzelliklere bırakacak. Hutbe-i Şâmiye’nin 100. yılı ve içinde barındırdığı müjdelerin işaret ettiği dönemi yaşıyoruz İnşâallah. Fecr-i sâdık doğdu ve vakit neredeyse öğle oldu. Son söz Üstadın:
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter; artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîm’in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir. Kur’ân’ın mecrasından ayrılarak, birleşmeyen su damlaları gibi, toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi, sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in saadet ve selâmet mecrâında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan hakîkat-i İslâmiye sularını akıtınız. O hakîkat-i İslâmiye suları ile bu topraklarda îman ziyası altında hakîkî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, İnşâallah.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*