Ezanlar okundukça…

Şeâirin küçüğü büyüğü olmaz. Bazen küçük gördüğümüz şeâir büyük sonuçlar verebilir. Şeâir bir cihette İslâmın zırhıdır, kalesidir.

Günümüzde en çok tartışılan şeâirin başında ezan gelmektedir. Bilindiği gibi ülkemizde yıllarca ezanın Türkçe tercümesi zorla okutulmuştur. Türkçesini okumayanlar cezalandırılmıştır.

 

“Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir” diyenlere Bediüzzaman şu sözleriyle karşılık vermektedir: “Hâlbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına yahut o şehir ahâlisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?”1

Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldikten sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, on sekiz yıldan beri inananları rahatsız eden ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur.

Menderes, seçimden 20 gün sonra yayınladığı demecinde; herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini yerine getirebilmesini, vicdan hürriyetinin gereği ve laikliğin esası olarak ifade etmiştir. Bu yüzden ezanın asliyetiyle okunması yasağının devamı laikliğin gereği değil aksine, bunun ihlâli olduğunu beyan etmiştir. Ezanın serbestîsine imkân veren kanun teklifinde; Anayasanın, vicdan hürriyetinin dokunulmazlığı ilkesine rağmen, din ve vicdan hürriyetinden vatandaşı herhangi bir sebeple kısmen veya tamamen mahrum etmenin, müeyyide koymanın yanlışlığı ifade edilmiş ve laiklik esasına uygun düşmediği izah edilmiştir. Manevî huzursuzluğa sebebiyet veren yasağın kaldırılması vatandaşlara huzur ve vicdan rahatlığı getireceğine vurgu yapılmıştır.

Menderes Hükümeti, bir ayı dahi dolmadan meclise kanun teklifi vererek yasağın kalkmasını sağlamış ve Ramazan ayının başına tevafuk eden serbestiyetin sağlanması, halk nezdinde büyük bir memnuniyete vesile olmuştur. Nitekim Bediüzzaman, Ezan-ı Muhammedi’nin (asm) neşriyle Demokratların on kat güçlendiğini beyan etmiştir.2

1950 yılının 16 Haziran’ı, yakın tarihimizin kırılma anlarından biridir. Türkiye, 1932 yılından beri “Tanrı uludur, Tanrı uludur” şeklinde okunan Türkçe ezanı o gün resmen bırakıp Arapça ezana dönecektir. Demokrat Parti’nin yaptığı değişiklik, halkın gönlünde saklı tuttuğu o asıl ezanı, minarelerin şerefelerine taşımak olmuştu. Kanunun bir an önce çıkması için milletvekilleri üzerinde ağır bir halk baskısı vardı. Hatta milletvekilleri Meclis’in bahçesinde toplanan halk tarafından adeta kuşatılmışlardı. Toplanan halka, belki de Meclis tarihinde ilk defa, dışarıya hoparlör uzatılarak görüşmeler dinletilmiş, konuşmalardan canı sıkılan halk, bir an önce oylamaya geçilmesi yönünde tezahürâta başlamıştı.

TBMM’de de heyecan had safhadaydı. Kanun hakkında konuşmak isteyenler ister Cumhuriyet Halk Partili, ister Demokrat Partili olsunlar, kendi partilileri tarafından protesto(!) ediliyorlar, uzun konuşma zamanı olmadığı hatırlatılarak bir an önce oylamaya geçilmesi için sıra kapaklarına vuruluyordu. Sanırım böyle ilginç bir susturma ve “protesto” yöntemi de ilk ve son kez görülüyordu.

Nihayet ezanla ilgili madde ittifakla kabul edildi ve ardından Cumhurbaşkanı’nın onayıyla yürürlüğe girdi. Şimdi iş kanunun duyurulmasına gelmiştir. Aynı gün müftülüklere bildirilen Arapça ezan yasağının kalktığına dair bilginin ardından “ilk ezan” beklentisi toplumda giderek yükselmeye başladı. Vakit öğleyi geçmiştir. İkindi ezanı hahişkâr bir şekilde beklenmektedir. Hazırlıklar yapılır. O saatlerde esnaf kendine göre kutlama hazırlıkları bile yapmıştır. Bayrak, süs gibi şeyler asılmıştır çarşıya. Belki de ilk kez vakit girse de bir an önce ezana kavuşsak diye sancılanmaktadır insanlar. Bu çok önemli bir duygudur.

Urfa’da o zamanlar müezzinler âmâlardan seçilirmiş. Hasan Padişah Camii’nin müezzinini -ezan şimdiki gibi aşağıdan hoparlörle okunmamaktadır henüz- minareye çıkartırlar. İlk “Allahu Ekber” sesine kulak kabartılmıştır. Pür dikkat beklenmektedir…

Bir, üç, beş, derken dakikalar geçer, ama ezan sesi gelmez bir türlü. Müezzini görürler şerefede, ama nedense ezan okumamaktadır. Seslenirler kendisine; cevap alamazlar bir türlü. Bunun üzerine “Git bak bakalım” diye bir genci gönderirler şerefeye. Genç birazdan soluk soluğa iner aşağıya. Hep birlikte merakla sorarlar: “Neden okumuyor müezzin?” Genç cevap verir: “Ağlıyor da ondan!” Âmâ müezzin ağlamaktan okuyamamaktadır.

Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde böyle pek çok duygulu sahne yaşanmıştır o 16 Haziran günü. Bursa’da bir camide o gün ikindi ezanının tam 7 defa okunduğu söylenir. Halk bir türlü doyamamıştır Ezan-ı Muhammedî’ye. Genel istek üzerine müezzinler defalarca okumuşlardır ezanı.

O gün Sultanahmet Camii imamı Sadettin Kaynak 16 şerefeye, 16 güzel sesli müezzin bulup çıkartmış ve kendisi aşağıda beklemektedir. İşaret verilmesi üzerine müezzinler sırayla (birinin bırakıp öbürünün okumaya başlaması şeklinde) ezanı tam yarım saatte okumuşlar. Camiye toplanmış olan cemaat dışarıya çıkıp ezanı ağlaya ağlaya dinlemişler. Diğer camilerden yükselen ezan sesleriyle o saat, İstanbul’un ufuklarında dalga dalga ezan-ı Muhammedi ile çalkalanmıştır.

Sultanahmet Camii’ndeki müezzinler “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diye haykırınca, Beyazıt, Süleymaniye, Fatih derken İstanbul bir anda ezan sesleriyle dalgalanmıştır. Aynı makamda biri bırakmış, öbürü başlamıştır. Herkes heyecandan tir tir titremiş, pür dikkat gözü şerefelerde okunan ezanı dinlemişlerdir. Beyazıt, Sultanahmet ve Yeni Cami üçgeninden yükselen “Allahu Ekber” sedaları ve bu arada etraftaki küçük cami ve mescitlerden yükselen ezan sesleri ile millet hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kimse camiye girmek istemiyordu. Yarım saat süren ezanı iliklerine kadar gözyaşları içinde duymak, yudumlamak istiyorlardı. Ezanlar bitene kadar millet avluda oturdu kaldı, adeta bir şaşkınlık içindeydiler.

1954’te Erzurumlu bir şoförle konuşan Hürriyet Gazetesi Ankara Şefi Emin Karakuş, şu anlamlı cevabı aldığını yazmaktadır:

“Değil mi ki bu parti bize ‘Allahu Ekber’ dedirtmiş, minarelerimizde bunu bize duyurmuştur, bu bize yeter. Bunun dışında DP ne yaparsa yapsın, hiçbir değeri yoktur. Bizi dinimize kavuşturan bu parti olmuştur. Şimdi kimseden çekinmeden ‘çok şükür Müslümanım’ diyebiliyorum.”

60 yıl sonra, Ezan-ı Muhammediyeyi aslına çevirerek önemli bir şeair-i İslâmiyeyi ihya edenleri takdir ve rahmetle anıyorum. Ezan okundukça hasenât defterlerine hayırlar yazılmaya devam edecektir diye ümit ediyorum.

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 386.

2- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 396.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*