Fecirde mi, akşama doğru mu?…

Türkiye’miz musîbetlerle sarsıldıkça, akılları henüz başında olanlar tarihe koşuyorlar… Benî Âdem’in tarihçesindeki büyük afatları inceliyor; Kur’ân’dan ve Peygamberler tarihinden o günkü arzî ve semavî azapların detaylarını öğrenmeye çalışıyorlar. Hipnoz edilmemiş ruhların endişeli bakışlarını, ürperti ve endişelerini gördükçe, bizim de kaygılarımız artıyor bugün…

Gazetemizde Araştırma Merkezi tarafından itina ile hazırlanmış “Musîbetler bize ne söyler” tefrikasını dikkatlice takip ettim. Kur’ân’ın büyük hâdiseler sadedinde zikrettiği musîbetlerden zamanımızın ne denli nasiplendiği hususu dikkatimizi çekiyor: 40 binden fazla insanı yeraltına çeken meşhur “Marmara depremi” ile Hind Kıt’asından Tayvan’a ve oradan 8 bin kilometre uzaklıktaki Doğu Afrika sahillerine dünya coğrafyamızın beşte birini kapsayan dehşetli tsunami felâketlerini Peygamberler tarihindeki büyük tufanlarla karşılaştırıyorum… Görünüşte,  onlardan geri kalmayacak kadar ürkütücü ve insanlığın mahvına sebep olmuş. Aradaki önemli farkın ise; ders alıp almama hususu olduğunu söyleyebiliriz.

Teknoloji ile globalleşen dünyamızdaki insanların etkileşimleri maalesef menfî oluyor. İnkâr-ı Ulûhiyette ısrarlı tahribatçı hâkim güçlere karşı inananların “dik duramamaları”, insanlığın bu tür musîbetlerden ders çıkarmalarını engelliyor. Burada aklın, vicdanın ve dolayısıyla kalbin önüne gerilen “sebepler perdesi” öne çıkıyor maalesef… Sebepleri devreye sokarak insanlığın musîbetine musîbet katanlara karşı, ancak sebepler perdesini tar u mar edecek kuvvetli bir imanı bize Kur’ân’dan ders veren Risale-i Nur’un öneminin gün geçtikçe güneş gibi ortaya çıktığı da bir vakıa…

Türkiye Ziraat Odaları Başkanı, ziraatçılarımızın bu sene yaşamadıkları bir felâketin kalmadığını söylüyor. Yani kuraklık, dolu, don, sel felâketleri, dolu fırtınaları ve daha başka afetler… Şehirdeki betonlara hapsolmuş ve labirentlerin içinde perişanca koşuşturan insanların elbette arzî ve semavî tufanlarla alâkası çok çok az olacaktır. Mahpus, mahzenlere sığınmış veya şehir labirentlerinde yolunu kaybetmişlerin sema, toprak, su, rüzgâr ve ateşle ne kadar irtibatı olacak  ki… Onları siyahlaşan gökyüzünden ziyâde yerin sallanması korkutur…

Akşama doğrular korkutuyor bizi…

“İkindi güneşinden” sonraki gökyüzü kararmaları sizi de korkutur mu? Guruba  bir veya bir buçuk saat kala kapanan semanın yavaş yavaş siyahlaşması ve henüz güneşin tepemizde olduğu saatlerde zifirî karanlığa gömülmenin ruhlarımızda uyandırdığı ürpertinin bir sebebi de Peygamberimizin (asm) kıyametle ilgili haberidir. O ikindi sonrası güneşi, kıyametin akşama doğru kopacağını haber veriyor. Akşamların ürpertisidir ki, ümmetine bu vakit namazında çok çok dakik olmasını tavsiye eder.

Halbuki Hz. Hud, Hz. Lut ve diğer kavimlere gelen azap, genellikle “fecri” beklemiş. Sarsarlar, semavî ateşler, yok edici çığlıklar ve yerden çıkan alevler… Allah’a itirazlarını Peygamberlere zulüm derecesine çıkaranların çoğu gazaba fecirden sonra yakalanmışlar. Bizim Peygamberimiz (asm) ise kıyametten haber veriyor. İkindi sonrası güneşiyim ben, diyor… Ve  yaklaşan akşamları işaret ediyor. Almanya’nın Kuzey Ren ve Ruhr bölgelerinde iki hafta önce ortaya çıkan fırtına zifirî karanlıklar içinde ve güneşin batışından bir buçuk saat önce başlamıştı. Koca çınarın kudret elinde küçücük süpürgelere dönüştüğü bir fırtına, Celâl veya Kahhar ile gelecek musîbetin boyutlarını o kadar net gösteriyordu ki… Katoliklerin dinî günlerinde şehir merkezlerinde eğlenmeye koşan yüz binlerce sefih veya semavî din karşıtını, semanın karanlık ve korkunç yüzü öyle korkutmuştu ki… Yarım saat içinde arkalarına bakmadan labirentlerine sığındılar…

Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan “akşama doğru”da İstanbulluları da hafakanlar bastı… Denizde oluşan hortumlar da ilâve olunca siyah akşamlara, bilenlerin zihninde ister istemez “kıyameti” tedaî ettirdi… Fakat bu büyük hakikati medyada yine sebepler gizleyince, insanlık o sahneyi okumaktan mahrum kaldı.

“İÇİMİZDEKİ BEYİNSİZLERİN YÜZÜNDEN BİZİ HELÂK EDER MİSİN, ALLAH’IM…”

Geçmiş kavimlerden, beyinsizler ekseriyeti teşkil edip hakikat zulüm görünce sema, arz, su ve ateş konuşmaya başlamışlar. Günümüzde dünyamız küçülüp köy olduğundan diğer mahallelerde olup biteni de az çok duyuyoruz. Kötülüğün iyiliğe, nefretin sevgiye, düşmanlığın barışa ve hasedin fazilete galip gelmekte olduğu duygusu bizi korkutuyor. Hürriyetlerin ve insanî değerlerin yok edilmesinde yüksek teknoloji ile çalışılınca, insanî ve İslâmî değerleri müdafaa edenler, Ashab-ı Kehf duygusu yaşamaya başlıyorlar. Değerlerin yer değiştirmeye başladığı bir dünyada tanımlar da kendiliğinden değişiyor. Adalet ile zulüm becayiş yapıyor. Yalansız sözün konuşulmadığı bir cemiyete doğru sürükleniyor insanlık.

ELHASIL: Ümit güzeldir. Fakat ümit, şu dehşetli zamanda yapacaklarımızı başkalarından beklemeye bizi sakın sevk etmesin, diyoruz. Kur’ân’ın zamanımızdaki tesirini devamlı ve dikkatlice okuyanlar, derdi de, dermanı da iyi biliyorlar. Musîbetlerin ayak seslerini duyup insanlığı haberdar etmek isteyenleri felâket tellâllığıyla suçlayanlar, dönüp tarihin bağrında helâk olmuş kavimlere bir baksınlar. Fecir de Allah’ın, akşamlar da… Fakat ikindi sonrası güneşi bile akşamları gösteriyor… Yani gurubu, batımı, bitimi ve imtihan meydanının nihâyetini gösteriyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*