Felâket ve helâket asrının adamı

Bediüzzaman Hazretleri vefat edeli tam elli yıl oldu. Her türlü imkânsızlığa rağmen, hizmetleri ve eserleri o günden bugüne, memleketin en ücra köşelerine ulaştığı gibi, dünyanın da en uzak merkezlerine ulaştı.

Geçen hafta yoğun bir şekilde birçok yazar ve fikir adamı, Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyetini ve hizmetlerini değerlendirdiler ve birbirinden ilginç görüşler beyan ettiler.

Şüphesiz Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetlerini hakikî mânâda takdir edecek Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Haktır. Çünkü biz ancak mevcut hâli değerlendirebildiğimiz için, bu hizmetler yapılmasaydı, Türkiye’nin, İslâm dünyasının ve dünyanın bu günkü şekli ne olurdu, bilemediğimiz için değerlendirmeler hep eksik kalacaktır.

“Rüyada bir hitabe” bahsinde geçtiği gibi, Bediüzzaman Hazretleri “Bir felâket ve helâket asrının adamıdır”. O döneme bakıldığında; İslâm’ın bayraktarı ve cihan hâkimi olan koca Osmanlı devleti, bütün müesseseleriyle birlikte içten ve dıştan yıkılmıştır. Diğer yandan tarihte benzeri görülmemiş bir şekilde her türlü mukaddesâta ve manevî değerlere savaş açmış bir komünizm, güçlü çarlık yönetimini yerle bir ederek ideolojik bir devlet kurmuş, gözünü bütün dünyaya dikmiştir. Onlara göre dinler devrini tamamlamış devir komünizm devriydi. Batı dünyası ise tarihte hiç olmadığı seviyede, her sahada dünya hâkimiyetini ele geçirmiş, modernleşme ve çağdaşlaşma adıyla içten bulduğu temsilcileriyle İslâm dünyasının can damarlarını kesiyordu.

Batı, Endülüs’te İslâm’ın izlerinin dahi silinmesinden bu yana, en büyük zaferi kazandıklarını ve bazı camilerin kapatılmaya başlaması ve şeâirde yapılan tahrifatın, Anadolu’nun önce dinsizleşeceğinin sonra da Hıristiyanlaşacağının ilk işaretleri olarak görüyordu. Bu sebeple diktatörlere alabildiğine destek veriyordu.

Batı ve Sovyetler, Osmanlı’yı yıktıktan sonra Türkiye’nin kontrolünü ele alarak, İslâm dünyasını tıpkı imamesi kopmuş bir tesbih gibi tek-tek toplayacaklarını düşünüyorlardı.

Geçen bir asra baktığımızda; uğruna oluk oluk kanlar akmasına ve hesaba gelmez bütçeler ayrılmasına ve modernleşme adına sayısız ihanetlere ve Batının ve Sovyetlerin ezici gücüne rağmen, ne Batının ne de Kuzeyin hedefleri gerçekleşmedi. Aksine İslâm daha da kök saldı, Risâle-i Nur’da da ifade edildiği gibi, İslâm “bir öldüyse yirmi dirildi”. Bütün bunlara bakıldığında felâket ve helâket asrının adamının hedeflerinin gerçekleştiğini anlamak mümkün.

Aslında Bediüzzaman Hazretlerinin başarısında, “felâket ve helâket asrı”nı daha başlamadan sezmesi ve hedeflerini ortaya koyması en mühim faktördür. Şüphesiz biz ehl-i iman olarak kadere ve Peygamberimizin (asm) tasarrufunun devam ettiğine inanıyoruz. Bu sebeple bu insanüstü sezgide ve hedefleri ortaya koymada, ilhama mazhariyet ve vazifelendirme esastır.

Evet, bunu söyleyebilmek bugün kolaydır. Ancak bir asır önce bu tehlikeleri görüp anlayabilmek, Risâle-i Nur’da bir vâkıa-ı sadıka olarak anlatılan, “Ağrı Dağının infilak edip dağlar gibi parçalarını dünyanın dört bir yanına dağıtması” kadar anlaşılması zordur. Onun için Bediüzzaman Hazretleri başta büyük sıkıntılar çekmiş, yalnız kalmış veya yalnız bırakılmıştır. Fakat o hiçbir zaman, ümidi kesmemiş, bin sene cihanın her tarafında İslâm’ın bayrağını dalgalandıran bu milletin çocuklarının da ecdadına lâyık bir şekilde gerekli feragat ve fedakârlığı göstereceğini bilmiştir.

Kur’ân’ın etrafındaki surların yıkılacağını fark eden Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Dünya Savaşı gibi bir savaşta, cephede; İşârâtü’l-İ’câz adlı eserini kaleme alarak, en az bu savaş kadar önemli, yaklaşmakta olan başka bir cihada hazırlık yapıyordu. Evet, tarih gösteriyor ki, maddî savaş eninde sonunda kazanılıyor. Bugün kaybedenler yarın kazanabiliyor. Asırlarca esarette kalanlar bile en nihayetinde bir devlet kurabiliyor. Ancak mânen mağlûp olanlar, gâlip de gelseler mağlûbiyetten ebediyen kurtulamıyorlar.

Bediüzzaman Hazretleri, Batının ve komünizmin fen ve felsefeyi de peşine takarak İslâm âlemine saldırısına, iman hakikatlarına tahşidat yaparak ve Kur’ân’ın bu asra bakan âyetlerini tefsir ederek Risâle-i Nur Külliyatıyla cevap vermiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin en önemli hususiyetlerinden ve hizmetinin ve fikriyatının en dikkat çekici özelliklerinden birisi de, siyasetten uzak durmakla birlikte, meşrûtiyet ve demokrasiye İslâm adına sahip çıkmasıdır. Demokrasi ortak paydası ile, geniş kitleleri ihtilâftan kurtarmış, İslâm ile onların arasında güçlü bir köprü kurarak kucaklayıcı bir rol üstlenmiştir.

Demokrasiyi ve hürriyeti İslâm dünyası anlamakta zorlanmış ve İslâm’a en çok zararı istibdat ve baskı rejimlerinin verdiğini tecrübelerle bir asırda ancak kabullenebilmiştir.

Diğer önemli bir husus ise cihatla ilgilidir. “Maddî cihad, haricî düşmana karşıdır” demiştir. Hâlbuki emperyalizm, İslâm dünyasına bunun aksini propaganda ederek, önceliği içeriye verdirerek İslâm dünyasını kargaşa ve anarşiye itmiş ve kendisini kurtarmak istemiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, bu iki prensibi sebebiyle din karşıtı olan yerli diktatörlerin ve kökü dışarıda olan gizli komitelerin hedefi olmuş, hayatı sürgünlerde ve hapishanelerde geçmiştir. Ancak geriye dönüp baktığımızda, demokrasiye destek sayesinde İslâm halktan ve kitlelerden kopmamış, marjinal hâle gelmemiştir. Yine bu sayede geniş kitlelerin desteğiyle diktatörlükler tek tek yıkılmış ve yıkılmaktadır. Yine cihad anlayışı sayesindedir ki, İslâm dünyası pek çok sıkıntıya rağmen, huzur ve güven içerisindedir. Dışarıya karşı uhuvvetini ve kardeşliğini muhafaza etmektedir. Yani bunca sıkıntı, meyvelerini vermiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin muvaffakiyetindeki diğer önemli bir husus da, tebliğ ve irşadda, sahabeler gibi geniş ufuklu olmasıdır. Sahabe savaştığı, hatta kendine eza ve cefa veren düşmanına karşı bile İslâm’ı tebliğ etme arzusunu hiç kaybetmemiştir. Fakat asırlarca devam eden haçlı savaşları gibi işgaller, katliâmlar ve Batının sömürgecilik anlayışı Müslümanların bu vazife ve arzusunu küllendirmişti. Adeta İslâmiyet dinamikliğini kaybetmiş, millî bir kimliğe bürünmüştü. Bediüzzaman Hazretlerinin, “insanların fevc fevc İslâm’a dâhil olacaklarını” söylemesi; “Avrupa da bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde doğuracaktır”, “Ruslar da, ya musalaha edecekler ya da Müslüman olacaklar” müjde ve hedefleri asırlardır küllenen ateşi harekete geçirmiştir. Bu aslında o kadar önemli bir hadisedir ki, İslâm’ın bugünkü dinamizminin en önemli temel taşlarından birisidir. Kur’ân ve iman hakikatleriyle çok sayıda Batılının Müslüman olması ve içerde de dinini neredeyse terk etmiş Müslümanların tecdid-i iman etmeleriyle Müslümanların başı diktir ve güçlüdür.

Bediüzzaman Hazretlerinin diğer önemli bir hususiyeti de talebelerini hatta toplumu şahıslara değil; prensiplere, özellikle kitaba yönlendirmesidir. Vefat ederken kendisinin de harfiyen uyduğu Risâle-i Nur Külliyatını bırakmıştır. Bu sebeple vefatının ellinci yılında hizmetleri katlanarak büyümekte ve bu dünyanın kışı olan “felâket ve helâket asrı” Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye bütün dünya coğrafyasını da içine alacak bir bahar yaşayacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*