Ferd ve devlet

Sosyal-psikolojiye göre, insanın, “güvenliğini” temin edecek bir mercîye ihtiyacı vardır. Bu da, anne kucağı, baba ocağı ve siyasî otorite, yâni devlettir. Bu sayede insan kendisini daha çok güvende hisseder.1

Bediüzzaman, fıtraten medenî (sosyal) ve âciz olan insanın hemcinsleriyle yardımlaşmak, haklarını gözetmek ve korumakla mükellef olduğuna ve ferd hayatının, ancak sosyal hayat ile devam edebileceğine işâret eder.2

Bu anlamda teşkilâtlanma, yâni devlet fikri, yaradılışta insana verilen bir duygu. İslâm, devamlı birlik ve beraberliğe vurgu yaparken, cemaatleşme, teşkilâtlanma ve Allah’ın ipine birlikte sarılmayı ibâdetlerle de fiilen pekiştirir.
Devlet, modern mânâsıyla insan birliğinin teşkilâtlı yaşayışını temin eden bir unsur 3 olduğuna göre, İslâm düşüncesine göre devleti Allah’ın irâde ettiğini; mevcudiyet ve meşrûluk kaynağını da Allah’ın irâdesinden aldığını 4 söyleyebiliriz.
Ancak, modern siyaset bilimi ve anayasa hukukunda tanımlanan anlamda “devlet” kavramını karşılayacak bir sözcük Kur’ân’da yer almaz. “D-v-l” kökünden türeyen iki sözcük yer alır: Dûlet ve dâvele. “Dûlet” 5 savaş hükümlerinden ve sonuçlarından; “dâvele” 6 “dünyevî-uhrevî güzel sonuçlardan, saadet ve mutluluktan” bahseder.7 Kur’ân’da en çok geçen mefhumlardan olan “mülk” kelimesi ise, “sahip olma ve yönetme, güç ve iktidar” 8 mânâsındadır ve bir çok âyette, Allah’a ait mülk, “sema ve arz”ın idâresi, “din gününün Mâliki”, “Allah’ın mülkünde şeriksiz oluşu”, “Allah’ın mülkü ve hikmeti dilediğine vermesi” veya “insanlara verilen mülkten” bahsedilir. Bir âyette, “Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin” 9 buyurulmaktadır.
İslâm tarihinde de, siyâsî düşünürlerin kitaplarında, bugün anladığımız anlamda bir “İslâm devleti” tarifini bulamayız. Bugün Vahhabilerin üstad olarak kabul ettikleri İbn Teymiyye’den, adı rasyonaliste (akılcıya) çıkmış bulunan İbn Rüşd’e kadar incelendiğinde görülecektir ki, “İhvan-ı Müslimîn” (Müslüman Kardeşler) etiketli İslâm devleti formülasyonu çok nevzuhur bir hadisedir.10 “Saadet, mutluluk, kutluluk” mânâsında olan devlet kelimesi, İslâm tarihinde, ilk defa Abbasiler için kullanılmıştır.
Devlet bir şahs-ı mânevîdir. Elle tutulur, gözle görülür bir nesne değil. Kuruluşu, büyümesi çocuk gibi tedricidir. Ona, efkâr-ı âmme hâkimdir. Yâni, devlet, milletin inanç, kültür, gelenek, örf, ahlâk yapısına göre şekillenir. İslâm devletinin ana esasları, yâni altyapısı “imân-hayat-şeriat”; bir başka tasnife göre, “tevhîd, nübüvvet, haşir, adâlet ve ibâdet”tir.11 Bunlar, Kur’ân’ın getirdiği nizamın temelini, özünü teşkil eden; ferd ve sosyal hayatı tanzim etmeye, korumaya yönelik cihanşumûl esaslardır.
Konuya yarın devam edelim inşâallah.

Dipnotlar:

1- Yeni Asya, Enstitü, 15 Aralık 2000. 2- Hutbe-i Şâmiye, s. 51-52. 3- Prof. Dr. A. Fuat Başgil, Ana Hukuk, s. 14. 4- S. Ş. Ansay, Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku, s. 307. 5- Haşir Sûresi: 7. 6- Âl-i İmrân Sûresi: 139-142. 7- Vecdi Akyüz, Kur’ân’da Siyâsî Kavramlar, Kitapevi, İst. 1998, s. 19-20. 8- Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, s. 718. 9- Âl-i İmrân: 26. 10- Mustafa Armağan, Zaman, 11 Şubat 2000. 11- İşâratü’l-İ’câz, Yeni Asya Neşriyat, s. 17.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*