Fırtınadan gelen mektup

Kâinatta cereyan eden her şey güzeldir. Hadiseler bazen ya bizzat güzel olur ya da sonuçları itibarıyla güzel olur. Önemli olan bakış açısıdır. Mânâ-yı harfi ile, yani gerçek bakış açısı ile bakıldığı vakit güzellikleri görebilmek mümkündür.

Gerçek bakış açısı demek, yani “Ne güzel” demek değil, “Ne güzel yaratılmış” demektir. İşte bu bakış açısına mânâ-yı harfi deniliyor.

Denizcilik mesleğinin üzerinde durulmamış bazı özellikleri vardır. Örneğin Cenab-ı Allah’ın kudret ve azametini, celâlli tecellilerini bizzat müşahede etmek imkânı vardır. Eğer siz de benim gibi bir fırtınanın içine düşmüş iseniz, bazı gerçekleri daha açık bir şekilde görebilir; dünyanın ve kâinatın gerçek sahibinin kim olduğunu çok kolay bir şekilde fark edebilirsiniz.

İmtihan sırrı sebebiyle meydana gelen olaylara bazı perdeler çekilmiştir. Sebepler öne sürülerek gerçek yaratıcı ve idame edici olan Rabbimizi bize unutturmaya çalışırlar. Hâlbuki her şeyin dizgini Cenab-ı Hakkın elindedir. Bize düşen, akıl ve duygularımızı kullanarak Onun varlığını hissetmemiz, tefekkür etmemizdir.

Fırtına içine düştüğünüzde ise sebeplerin sadece birer perde olduğunu kendiniz bizzat görebilirsiniz. En inançsız görünen denizcinin bile “Allah” dediğine şahit olursunuz. Zira denizlere ve rüzgâra kumanda eden birisinin varlığı apaçık ortadadır.

Basınç sistemleri ve atmosferik şartlar ne kadar fırtınanın etkilerini anlamaya çalışmamıza yardımcı olsa da, Allah’ın kudret ve azametini hissedebilmemize mâni olamaz. Bunları sebep olarak da kabul edemeyiz, zira ne zaman başlayacağı ve bizi nerede yakalayacağı belli değildir. Fırtına şiddetlendiğinde ise ağızdan “Allah” kelâmından başka bir söz çıkmaz.

Dualarımız, denizin şiddetini hiç olmazsa bir müddetliğine bırakıp bir an önce sahil-i selâmete çıkmamız üzerinedir. Birçok insanın yağmur yağsın diye dört gözle beklediği hava hareketleri biz denizcilerin endişe ile yaşadığı bir dönemdir. Zira biz bir an önce fırtına bitsin de kurtulalım derken kar ve yağmura hasret milyonlarca kişi sevinecektir. İşte bu yazımız da böyle bir zamanda fırtınadan sonra kaleme alınmıştır.

Yağmurun yağması için gökyüzünün bulutlar ile dolması ve alçak basınç denilen hava olayının meydana gelmesi gerekir. Lâkin bu olay denizlerin altının üstüne gelmesine yol açar. Meteoroloji tahminleri ile fırtınanın nerelerde cereyan edeceğini tahmin edebilme imkânımız vardır. Bazen olur ki bilerek fırtınanın içine gitmek zorunda kalabiliriz. Zira gemiyi kiralayan kişi bir an önce yükümüzü ulaşacağı adrese göndermeyi istemektedir. Kaptana bu yüzden çok baskı yaparlar. Kaptanın vereceği karar bu noktada çok önemli olmaktadır. Bazen emniyetli bir yere gidip demirlerse geçen süre için para ödeyen kiracı zor durumda kalmaktadır. Yok, eğer yola devam ederse bu sefer gemi ve personel fırtınayı yaşamakta ve oldukça yıpranmaktadır. Kaptanın sefere devam etme konusunda geniş yetkileri olmakla birlikte her fırtınada kaçıp demire yatması hoş karşılanmaz. Gemi sahibi tarafından görevinden alınma ve mal sahibini zarara uğratma riski vardır. Bu nedenle—belirli bir şiddetin üzerindeki fırtınalar hariç—yola devam etmek durumundadırlar.

Ben de denizlerde yaklaşık on iki yıldır kaptanlık yapıyorum. Kendi adıma konuşmam gerekirse, birçok defa fırtınaya girmeden demire gittiğimi, bir başka ifadeyle “kaçtığımı” söyleyebilirim. Bazen kiracıların ağır baskılarını gördü isem de aldırış etmeden bulabildiğim yerlere demirledim.

Deniz ortasında her zaman demirlenecek uygun bir yer bulmak mümkün değildir. Keşke bütün denizler Ege Denizi gibi olsa, muhakkak bir ada bulup saçak altına, yani rüzgârın etkilemediği bir yere demirlemek mümkündür. Fakat Akdeniz ve Karadeniz’de böylesine uygun adalar bulmak çoğu zaman imkânsızdır.

Eğer fırtına içine düşmüş iseniz Allah’tan başka sığınacak yeriniz yoktur. Zira hiçbir güç sizi fırtınanın içinden çekip kurtaramaz. Iyi bir kaptanın yapacağı yegâne şey geminin yapısına uygun bir rota çizip fırtınanın etkisinden en az şekilde etkilenmesini sağlamaktır.

Bazen günlerce fırtınanın etkisinde kaldığımız dönemler, hatta karaya çıktığımızda yürümekte zorlandığımız zamanlar dahi olmuştur. Bununla birlikte denizcilerin çoğu gibi değil de fırtınanın güzel yönünü düşünmenin gerektiğine inanıyorum. Zira bu sayede insan tefekkür edebildiği takdirde nafile ibadetlerden kat kat fazla sevap kazanabilmektedir. Tek şart var, o da farz namazlarını kılabilmiş olsun.

İşte, fırtınadan böyle bir mektup çıktı. Peki, dünya işlerimizde de birçok fırtına çıkmıyor mu? Elbette, denizcilerin yaşadıkları fırtınalardan kat kat fazlasına tutulduğumuz zamanlar oluyor. Bazen bir kaza, bazen kötü niyetli bir insanla karşılaştığımız durumlarda başımıza gelmedik iş kalmıyor. Öyle değil mi?

İşte böyle zamanlarda denizcilerin yaptığı gibi Allah’a sığınmak en akıllıca yoldur. Zira sebeplerin yaratıcısı da Allah’tır. Sabır göstererek ona sığındığımız takdirde imtihan edilmek üzere gönderildiğimiz dünya sınavından “pekiyi” derecesiyle geçme imkânına sahip oluruz.

Ben de ilerlemiş yaşıma rağmen bir öğrenciyim. Bir okulda doktora yapmaya çalışıyorum. Dergimizin okuyucularının büyük bir bölümü de öğrenci. Bu vesile ile biz öğrencilerin, diğer insanların fark edemediği bir özelliğimizi belirtmek istiyorum.

Evet, bizler hemen hemen her ay bir dersten sınava giriyoruz. Sınavdan geçer not alabilmek için çok çaba sarf ediyoruz. Hayatımız neredeyse sınavla iç içe geçmiş durumda.

Eğer derslerimize zamanında çalışmış isek, bir sorun yok. Zira günü gününe derslerine çalışan bir öğrenci istisnaî durumlar haricinde daima geçerli notu alır ve sınavdan başarı ile çıkar.

Birçok arkadaşımızın şikâyet ettiği ve eğlenceli işler başta olmak üzere zaman ayıramadığını iddia ettikleri bu sınavlar, aslında bize çok önemli bir gerçeği hatırlatıyor: hayat sınavını…

Bu sınavda geçerli not alabilmek için 99 puanlık tek bir soruyu doğru olarak cevaplandırmamız gerekiyor. Diğer soruların toplam puan derecesi sadece 1. İşte o tek soruluk puan “Allah’a inanıp inanmamakta yatıyor. “a” şıkkını, yani Allah’ın var ve bir olduğunu, Hazreti Muhammed’in onun kulu ve resulü (asm) olduğunu işaretleyenler sonsuz bir Cennet hayatını kazanıyor. Yok, eğer “b” şıkkını, yani Allah’a inanmamayı tercih edenler ise “Allah korusun” ebedî Cehennem hayatını hak ediyor. Dünyanın bize çok az şey kazandıran fuzulî işlerini bir tarafa bırakıp bu imtihan yönü ile ilgilenmek çok önemlidir. İşte öğrenci olmak bütün olaylara imtihan olunduğumuz şuuru ile bakmak için bir fırsattır. Matematik, fen, sosyal sınavları gibi, ama çok önemli bir sınav okul bittikten sonra da devam ediyor. Bunu, kendisini hayatın karmaşasına kaptırmış olanlar görmeyebilir. Lâkin bizim görme şansımız daha yüksek.

Bediüzzaman “iman kurtarma hizmetinde” en yüksek mertebeyi “Nur Talebeleri” unvanına sahip kişilere veriyor. Yani Cenab-ı Allah’ın güzel isimlerini anlayabilmek için öğrencilik yapanları en üstün vasıflı kişiler olarak görüyor.

Sözün özü, birçok arkadaşımızın sevmediği “öğrencilik” aslında hayatın önemli bir gerçeği ve güzelliğidir. Yukarıda bir parça değinmiş olduğum deniz fırtınaları gibi olaylar da aslında bu büyük sınavın tâ kendisidir.

Ne mutlu o insana ki, hayat sınavının o en önemli sorusuna doğru cevap vererek sonsuz bir mutluluğa erişmiştir. Ne yazık o insana ki, hayatın içindeki fırtınaların gerçek yüzünü görmeden inançsız bir yaşam sürerek gözlerini kapamıştır.

Cenab-ı Allah’tan bütün okuyucularımın okullardaki sınavlarından ve gerçek sınav olan o büyük sınavda başarılı olmasını niyaz ediyorum.

(Bizim Aile, Ekim 2010 sayısından)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*