Fıskın mâhiyeti ve menşei

Fısk, Bakara Sûresi’nde: ”O fâsıklar ki, Allah’a verdikleri sözü bozar, Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında riâyet edilmesini emrettiği bağları keser ve yeryüzünde fesâd çıkarırlar”1 şekliyle geçmektedir.

İnsanlar, “kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecâvüzüyle tecâvüz ederek ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir. Zulüm ve fıskta hasîs ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür (nefret) etmez. Kur’ân-ı Kerîm, o zulmün âkıbeti olan gadab-ı İlâhîyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir (nefret) ettirsin.”2

“Dalâlete gidenler, fâsıklardır. Dalâletlerinin menşei de fısktır. Fıskın sebebi ise kisbleridir. Suç onlarda olup, Kur’ân’da değildir. Dalâleti halk etmek, yaptıklarının cezası içindir.”3
Fısk; hak yoldan veya hak yolundan çıkmak, Allah’a karşı isyân etmektir. Âlem-i ervâhta Rabbimizin; ”Ben sizin Rabbiniz değil miyim?4” hitâbına karşı rûhların; ”Evet, Rabbimizsin.”5 ahdini ve sözleşmesini bozmaktır.
Fısk, kâinattaki delillere ve Rabbimizin bürhanlarına muhâlefet etmektir. Fıtraten verilen söze ihânet ve tekzîbdir. Çünkü Allah, Kur’ân’da bu sözü verdiğimizi bize bildiriyor. İnsan fısk ile Allah’ın delilini yalanlıyor. Allah’a verdiği ahdini hatırlamıyor, fısk ile fıtratını inkâr ediyor ve Kur’ân’daki ihbârın muhâlefetine çalışıyor.
Fısk, Allah’a karşı verilen sözden caymak ve Allah’ın emirlerini tanımamaktır. İnsanın nefsinin ve rûhunun maraz ve hastalığa sapmasıdır. İnsanın rûhuna yerleştirilen ve o rûhun yaşayabilmesi için derûhte edilen kuvvelerin aşırılıkları ve emir dairesi dışına çıkılmasıdır.
Fısk, Rabbimizin rızâsı hârîcinde yaşamak, istikâmet üzeri olmaktan ayrılmak, cadde-i Kübrâ-i Kur’ân’iyeden çıkmak hâlidir. Aile ve sosyal hayatın râbıtalarını bozan, beşeriyeti ifsâd eden, maddî ve mânevî bağları koparan fesâd halleri ve davranışlarıdır.
Fısk ile insan önce Allah’a olan sözünden cayar, sonra akraba ve mü’minler arasında Allah’ın emrettiği bağları bozup en sonunda yeryüzünde fesâd çıkararak habîs bir duruş sergiler. Fıska düşen insan ahiretini dünyaya fedâ eder ve ebedî helâkete yuvarlanır. Hidâyeti dalâlete tebdîl eder. Hüsrâna uğrayanlardan olur. Fısk ve sefâhet ne büyük bir hasâret ve helâkettir ki, insanı efse-i sâfilîne yuvarlandırır. İbâdet ne büyük bir ticâret ve saâdettir ki, insanı a’lâ-yı illiyyin-i kemalâta çıkarır. Böylece insan cennete lâyık bir mevkî kazanır.
Bedîüzzamân Hazretleri “Fısk ve sefahet yolu ise—hattâ fâsıkın itirâfıyla dahi—menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimâlle şekâvet-i ebediye helâketi bulunduğu, icmâ’ ve tevâtür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisâsın ve müşâhedenin şehâdetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbâratıyla muhakkaktır.”6 tespitlerini yapmaktadır.
Fısk ve sefâhete insanı teşvîk eden şeytan ve şeytana arkadaşlık eden nefis, his, heves ve onlara aldanan adamlardır. Onlara şöyle demek gerekir: “Eğer ölümü öldürüp zevâli dünyâdan izâle etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa, sus!”7
Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamurla telvîs ediyor. Böylece beşeriyetin bir kısmını o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta götürmek istiyor ve götürüyor. Bu fısk bataklığına düşen insanlar o pis çamuru misk-ü anber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur.
Bunun içindir ki “Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihâyet derecede sukût ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihâyetsiz ağır bir yükü, zayıf ve âciz beline yükletir.”8 Böylece insan o yük altında ezilir ve kalır. “Halbûki, küfre rızâ küfür olduğu gibi; dalâlete, fıska, zulme rızâ da fısktır, zulümdür, dalâlettir.”9 Bunun içindir ki insan maddî ve mânevî hayatını zulme ve dalâlete atmış olur.
Bizler fıska giren insanların öncelikle fıska girişlerinin menşeinin Allah ile yapılan ahdin ve sözleşmenin bozulması olduğunu bilmeliyiz.
Öyleyse fısk, Allah’ın rûhumuza derc etmiş olduğu kuvvelerin ifrât ve tefritinden neş’et etmektedir. “Fısk, hakdan udûl, ayrılmak, hadden tecâvüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terk etmektir. Fıskın menşei, kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrât ve tefrîtinden neş’et eder.”10 O halde fısk aynı zamanda vasat olan “kuvve-i sebuiye-i gadabiye, kuvve-i şeheviye-i behimiye ve kuvve-i akliye-i melekiye” duygularından kayma ve istikametten çıkmadır.
Tagayyür, inkılâp ve felâketlere ma’rûz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen rûhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdâs edilmiştir. Bu kuvvetlerin;
* Birincisi, menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye,
* İkincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye,
* Üçüncüsü, nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.
Lâkin, insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihâyet ta’yîn edilmişse de, fıtraten ta’yîn edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin herbirisi, tefrît, vasat, ifrât nâmıyla üç mertebeye ayrılırlar.
Hülâsa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür (humûd, fücûr, cebânet, tehevvür, gabâvet, cerbeze), üçü adl ve adalettir( iffet, şecaat, hikmet). Sırat-ı müstakîmden murad, şu üç mertebedir. (iffet, şecaat, hikmet)11
Humûd, fücur, cebanet, tehevvür, gabâvet, cerbeze; saydığımız bu altı mertebe “fıskın menşeidir ve kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrât ve tefrîtinden neş’et eder.”
Evet, ifrât veya tefrît, delillere karşı bir isyandır. Yani, sahife-i âlemde yaratılan delâil, uhûd-u İlâhiye hükmündedir. O delâile muhalefet eden, Cenâb-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.
Ve keza ifrât ve tefrît, hayat-ı nefsiye ve rûhiyenin maraz ve hastalığını intaç eden esbabdandır. Buna, fıskın birinci sıfatı olan “Allah’a verdikleri sözü bozar.“12 cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza, ifrât ve tefrît, hayat-ı içtimâiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet, bu âmiller hayat-ı içtimâiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kânunları keser, atar. Evet, şehvet veya gadap, haddini aşarsa, ırz ve namuslar payimâl olur, mâsumlar mahvolur. Buna da, fıskın ikinci sıfatı olan “Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında riâyet edilmesini emrettiği bağları keser.”13 cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza, dünya nizamının bozulmasını intâç edip fesâd ve ihtilâle sebebiyet veren iki ihtilâlcidirler. Buna dahi, fıskın üçüncü sıfatı olan “ve yeryüzünde fesâd çıkarırlar.”14 cümlesiyle işaret edilmiştir.
Evet, fâsık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi îtidâli kaybedip safsatalara düşerse, i’tikâda ait rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar, atar.
Ve keza, kuvve-i gadabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimâiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder.
Ve keza, kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa, heva-i nefse tâbi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zâil olur. Kendisi berbat olacağı gibi başkalarını da berbat edecektir. Bu itibarla, fâsıklar hem nev’inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur.15
Fasıklara i’timâd edip onlarla beraber hareket etmeye kalkanların kulakları çınlasın!

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi:27
2- İşârâtü’l-İ’câz,2006,s:52
3- İşârâtü’l-İ’câz,2006,s:368
4- A’râf Sûresi, 7:172.
5- A’râf Sûresi, 7:172.
6- Sözler, 2004, s.38
7- Sözler, 2004, s.58
8- Sözler, 2004, s.1029
9- Emirdağ Lâhikası, 2006, s:764
10- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s:358
11- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s:46
12- Bakara Sureri:27
13- Bakara Sûresi:27
14- Bakara Sûresi:27
15- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s:359

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*