Fitneler ve “doğru İslâm” ihtiyacı

Bir mecburî açıklamayla yazıma başlamak istiyorum. Siyasî konularda pek fazla yazı yazmak âdetim değildir.

Yıllardan beri saham olan hizmet konularına yoğunlaşmış durumdayım. Ama Risale-i Nur’a bandrol vermeme ve son olarak da Risale-i Nur’u devlet tekeline alma planı ve oyununa bîgane kalmama duygusu vicdanen beni aşırı derecede rahatsız ettiği için bunu yapan zihniyet ve âlet olanları bir derece ikaz ve deşifre etmek için bu satırları yazmaya mecbur oldum. Hata ve kusurlarım olursa Rabbimden af, siz dostlarımdan duâ beklerim.  

Şu bir gerçek ki: Bu zaman, zemin ve şartlarda, gerek ülkemizde, gerekse de İslâm coğrafyasında “Kur’ân’daki İslâmı” yaşama konusunda Müslümanlar olarak defolu durumdayız. İslâm dünyasındaki cehaletin yanında, tamamen dış kaynaklı zındıka planlı bir hal bu.

Nur camiasını ilgilendiren önemli konu ise, ülkedeki “Siyasal İslâmın” icraat ve konumunun sağlıklı değerlendirilememesidir diye düşünüyorum. Bu mevzuda maalesef oldukça derin zıtlıklar ve paradokslar var. Konunun  tarafgirlikten, hissîlikten uzak, sağlıklı, hakperest ve makul bir değerlendirmesi yapılmış değildir. Konu elbette kolay değildir. Çünkü işin özünde on iki senedir iktidarda olan bir zihniyetin, devletin her türlü imkânını kullanma avantajıyla elde ettiği konum, avam nezdinde müsbet manadaki psikolojik hava, İslâmiyetin ve Müslümanların on iki yıl içinde geldikleri konumun sağlıklı tahlil edilmesi ve tarihe not düşülmesi… Kutuplaşma, tarafgirlik, israf ve yolsuzluk tartışmaları… Kamuoyunu medya ve teknolojiyle yönlendirme politikası… Dünyevîleşmenin alabildiğine genişlemesi… Ekonomik ve dünyevî noktaların gündemi belirlemesi ve bu icraatların “başarı!” olarak öne çıkarılması… Böyle bir ortamda fikir beyan etmek, demokrasi, inanç ve fikri bazda muhalefet yapmak pek inandırıcı olmayabiliyor.  

Medya desteği ile resmî gücü arkasına alan iktidarın icraatlarının karnesi, belli alanlarda ve görünüşte elbetteki kabarıktır. Böyle bir hükümet ve iktidara karşı müsbet veya menfi her türlü tenkit;—hele de sağcı ve Müslüman kabul edilen bir kesimden gelirse—taraftarlığı fanatizme dönüşmüş ve manüple edilmiş kitleler tarafından kesin ve peşin bir hükümle “red cephesi” olan bir muameleye tabi tutulacaktır.

Fikir ağırlıklı farklı beyanda bulunmanın zorluğu ve dezavantajının da farkındayız. Gerçekleri görmek ve farklılıkları nazara vermenin izahını yapmak bazılarına elbette ağır ve gereksiz de gelebilir.

“Tek adam” hâkimiyetinin ağır bastığı ve “İslâmî” kimliği öne çıkarılmaya çalışılan kamufleli bir güce karşı tefekkürî boyutlu fikir beyanının imkânsıza yakın zorluğu vardır.

“Hukuk ve adalet” kavramlarının bile iktidar mensuplarına yönlendirilen “yolsuzluk” suçlaması karşısında pasifize edilip yok sayıldığı bir psikolojik harekâtla karşı karşıyayız. Adalet ve hukuka olan atıflara ve gerekliliğe şüpheyle bakan, lüzumsuz gören, gerek duymayan ve inanmayan bir seçmen ve taraftar kitlesinin varlığıyla karşı karşıyayız.

İslâmiyetin özünü ilgilendiren, İslâmın tatbiki ve iman konusunun ağırlığını öne çıkarmanın zor olduğu bir zemin kayması var ortada. Bu konular mesaisi “iman” olan, hakperest düşünceyi dert edinen insanlara kalmış durumda. Menfaatin, kayırmanın, kendisinden başka herkese ve her düşünceye, saldırıyı, karalamayı, aşağılamayı ve hakareti ajandasından düşürmeyen bir zihniyet ve tatbikat var. Farklılıkların seslendirilmesi daha belli bir müddet için itibar görmeyebilir. Bazı şeyleri maalesef yine zamana bırakmak zorundayız.     

Bazı Risale-i Nur gruplarının bile farkına varamadığı, şahsî menfaatleri için göremedikleri veya görmek istemedikleri bir durumla karşı karşıyayız. Risale-i Nur’un basımı ve yayını konusunda Kültür Bakanlığının “bandrol” vermeme ambargosunun arka planı ve zihniyetini araştırıp görmeye maniler var. Risale-i Nur’u “devletin tekeline geçirme” ince politikasını “Kemalist devlet yapısının” inisiyatifine veren ince ve derin politika vaziyet almış durumda. Bu konuda hiçbir hukuk dinlemeyen varisleri göz ardı eden tatbikatları yaşıyoruz. Birilerinin bir müddet sonra “Eyvah bunu nasıl fark edemedik?” diye feryad etmesini istemediğimiz için bu satırları kaleme aldığımızı belirtmemiz gerekir.

Bu resmî operasyonun iktidar marifetiyle bazı Nurcu gruplara yanlış empoze edilen “Üstad Bediüzzaman’ın isteği ve arzusunu yerine getirme!” bahanesine büründürülmesi, kendimizi ifade etmedeki en büyük zorluklarımızdan birisi. Risale-i Nur’un yayın hakkının kasten karartılması bazı zihinleri uyandırmazsa yapılacak şey duâ ve tevekküldür. Ama yılmadan, usanmadan, durmadan, hakikî ve yapıcı “bilgilendirme ve muhalefet” şerhimizle müsbet manada her meşrû ve hukukî yola başvurarak hizmete devam etmektir.

Bu konudaki en büyük güvencemiz Allah’ın yardım ve inayetinin yanında, şahs-ı manevimizin sağduyusu, duâsı, gayreti ve meşveretine olan inancımızdır. Kur’ânî hakikatler ve prensiplere olan bağlılığımız ve mensubiyetimizin gereği olarak bazı hakikatleri tarihe not düşmek istiyoruz. Bu konudaki delillerimiz çoktur. Tarihin şehadetinde olan ve Türkiye’nin gündemine oturan malûm “iktidar-cemaat” çekişmesi konusunda otuz-kırk seneden beri her iki tarafın mahiyetlerini anlatmaya çalıştık. Belgeler tarihteki yerini almış ve ona mal olmuştur. Gerçek anlamda “Nurculukla” alâkası olmayan bir grup hakkında sarf ettiğimiz enerji geçmişte maalesef “Siz küçük bir grupsunuz. Bunları çekemiyorsunuz! Adamlar dünya çapında hizmet ediyorlar! Niye bunlarla uğraşıp gıybetlerini yapıyorsunuz!?” şeklinde değerlendirilmişti. Kendi iç bünyemizde bile bu konuda çok ciddî zorluklar çekmiştik! Amacımız birilerini tenkit, gıybet, hakaret, çekememizlik, ifrtira ve hakaret değildi. “Nurculuk” adına oynanmaya çalışılan oyunu deşifre etmek ve doğrulara dikkat çekmekti. Bu grubun ve liderinin “Nurculuk!” konusunda hiçbir zaman herhangi bir beyanları olmadığı halde, zinde güçler ve birileri tarafından bu gruba kasten “Nurcular” denildiğini nazara verip, kendilerinin kabullenmediği bir konuya derin güçlerin böyle dediğinin altındaki “bit yeniğine” açıklık getirmeye çalışmıştık. Yapılan yanlışlığa ve haksızlığa karşı hakperest bir duruş ve mücadelemizdi. Bu derin oyunu oynayanlara işin farkında olduğumuzu bildirmek, mübarek Müslüman kardeşlerimizi bilgilendirmek ve aydınlatmaktı. Herhangi bir hesabımız, garazımız, maksadımız ve “B” planımız yoktu.

“Siyasal İslâmcılar”la olan fikrî mücadelenin temeli de, taa Bediüzzaman Hazretleri zamanından beri devam edegelen ve sadece iman ve İslâmı esas alan bir anlayışla “irşad ve eğitime” önem veren “kudsî iman dâvâsının” bu gibi dünyevî meselelerle karıştırılmaması konusuna açıklık getirmek içindi. Bu durum aynı şekilde hâlâ devam ediyor. Kıyamete kadar da devam edecek inşaallah.  

Bizim bu konuları anlatmada bir eksikliğimiz ve yanlışlığımız yoktu, fakat bütün kamuoyuna ulaşacak imkân ve gücümüz de yoktu. Gücümüzün yettiği kadar bunları her ortam ve vasıtayla anlatmaya çalıştık. Bu konuda bir gönül sızımız, pişmanlığımız, alenî bir yanlışımız ve hatamız da yok Rabbimize şükürler olsun.

Şimdi gelinen noktada on iki seneden beri dünyevî ve siyasî menfaatleri için tam destekle birlikte çalışan bu iki grubun düştükleri değil, düşürüldükleri hazin durum hayret ve ibretlerle doludur. Dünya ve Türkiye kamuoyunun  önünde halen devam eden ve her türlü hakaretin ve zıtlaşmanın, hesaplaşmanın işlendiği bir garip ve hazin manzaranın taraftarları var ortada. Nefrete ve şüpheye dönüşen bir hal var. Her ikisi de iman ve İslâm konusunu yanlışa kullandıkları için bizim nazarımızda hatalıdırlar. Şu andaki tutum ve davranışları da yine çok hatalıdır ve haddini aşmıştır. Bizim asla kabullenemeyeceğimiz, bir tarafta; “Hainler, şebeke, parelel yapı, inlerine gireceğiz! Yaşatmayacağız!” hıncı ve tehditleri… Öteki tarafta, “bedduâ” haykırışlarına dönüştü.

Yeni Asya olarak biz bütün bu olanlar karşısında hakperestliğimizi kaybetmedik. En başından beri; gazetemizde “Bu kavganın kazananı olmaz!” sürmanşetiyle olaya makul ve mantıklı yaklaştık. Hâlâ devam eden yayın politikamız ve duruşumuzla “Hakkın da”, halkın da takdirine mazhar olduk inşaallah. Bugün de aynı noktadayız. Tarz ve usûllerini kabul etmediğimiz fakat “ehl-i iman” olan iki grubun kavgasının hem kendilerine, hem milletimize, hem İslâmiyet ve ülkeye zarar verdiğinde müttefikiz.

Bütün bu yaşananlar dış kaynaklı büyük oyunun bir parçası idi. Yıllarca “derinler” tarafından şişirilen ve yönlendirilen bu grupların şu anda biri diğerine boğdurulmak isteniyor. Sonra sıranın kime geleceğini tahmin etmek zor değil! Milletler arası zındıka komitesinin bundan sonraki planı bütün İslâmî gruplara saldırma, karalama, fitne, fesat ve kargaşa çıkarma olma ihtimali çok yüksektir. Malûm gruba yapılan bu saldırının zamanla mevcut iktidara döneceğinden de hiç şüpheniz olmasın. Tabi bütün bu düşüncelerimizin bazıları tarafından; “komplo teorisi, hayalcilik” suçlamasıyla değerlendirileceği riskini de bilerek bunları yazıyor ve kayda geçiriyoruz. Vicdanen rahatız. Kimseye kin, garaz, haset, hakaret ve haksızlık yapmamış olmak gönül tesellimiz ve kalbi tatminiyetimizdir.  

Bütün gerçek Yeni Asya mensubu olanların fikri de, zikri de bu yöndedir. Maksadımız, Hak namına bazı gerçekleri ortaya koymak, ehl-i insafı makul düşünmeye dâvet, gerçekleri görmek için akla kapı açmaktır.

Yaptığımız ve yapacağımız bütün haklı ve münakaşasız meşveretlerin hakkını verebilmek ümit ve duâsıyla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*