Fıtrat bizi, Şahs-ı Maneviyeye mecbur bırakmış

Fertten cemaate, riyaset-i şahsiyeden şahs-ı maneviyeye, rey-i vahitten şuraya ve nihayet saltanattan demokrasiye doğru hareket halindeki insanlığın, fıtratın icbarıyla yürüdüğüne dair, birçok fertlerden yüzlerce delil getirerek isbat edebileceğimizi hepimiz biliyoruz.

İnsanlığın ferdî tekamülü, sosyal gelişmesi ve milletlerin peşi sıra koşuştukları demokrasi, bize bu mecburî istikameti gösteriyor.

Her şeyi yaratan, insanı imtihan olmak üzere yer yüzüne halife olarak gönderen ve bu halifenin dünya ve ahiret saadetini Peygamberler ve semavi kitaplarla temin eden Rabbimiz; elçilerinin ellerine verdiği mucizelerle, insani tekâmülün nihaî noktasını da koymuştur. Peygamberimizi yirmi üç sene zarfında, Üstadın ifadesiyle mebde ile müntehaya mazhar eden Allah; beşerin sosyal tekâmülündeki son noktasını da gösteriyor, bize. Hem konumuz olan meşveret ve şuranın ve hem de cennetasa hilâfetin en mükemmel tanımını efendimize ihsan eden Rabbimiz; geçen zamanlar içinde, önceki yazılarımızda izaha çalıştığımız sebepler tahtında bozulup tanınmaz hale gelen  “ hilâfet veya doğru demokrasinin”, ahir zamanda başka şekil ve tarzlarda zuhuruna benzer bir başka hakikati, yani meşveret-i şeriyyeyi Üstadımız ve saff-ı evvel ağabeyler, Risale-i Nur prensipleriyle, daire içinde   bitamamiha tatbik ederek  bize ders vermişler, kanaatindeyiz. Geniş dairedeki İmam-ı Hasan’ın hilafet ve doğru demokrasi vazifesini Meşrutiyet ile yola sokan Bediüzzaman’ın, yine talebeleriyle bizzat inşaa ettiği meşveret-i şeriyyeyi azımsanmayacak bir fetretten sonra  ayağa kaldırma görevinin de bizlerin omuzumuzda olduğunu iddia edemez miyiz? Dünyadaki mucizevî gelişmeler kıyamet öncesinde “doğru demokrasiyi” doğururken, cemaatimiz başta olmak üzere Kur’an etrafında halelenen cemaatlerde meşveret-i şeriyyenin tüm unsurlarıyla yeniden hakim olmayacağını iddia etmek, ilmi hakikate zıttır. Bu tenasüplü gerçeğe, ilimlerdeki mucizevi inkişaflar, medeniyetin harikaları ve sosyal hayatta mecburi kaldığımız değişiklikler birer delil sayılmazlar mı? Bir fert, oturduğu yerde milyonlarca hem cinsiyle rû be rû görüşebiliyor. Yine milyonlarca kişi ile aynı anda hava zerreleri üzerinden bir anda konuşabiliyor. Üstadımız Kastamonu’dan Isparta’ya yazdığı mektuplarında; bir günahın  milyonlara ulaşacağını, aynı anda yeryüzünü hava zerreleriyle bir mescide çevirebileceğimizi, Kur’an’ı ve Kur’anî hakikatleri hava zerreleriyle  milyonlara ulaştırabileceğimizi seksen sene öncesinden  haber veriyor. Medeniyetin bu nevi harikalarını Kur’an düşmanları yeterince kullana geldiler, Müslümanların bu harikalardan istifadeleri, ancak küresel manada cemaatleşmelerine, şahs-ı maneviyi  oluşturarak taksimülamal düsturuyla çalışmalarına, maddeten terakkideki yerlerini almalarına ve uhuvvet bağlarını yeterince inkişaf ettirmelerine bağlıdır. İşte teknolojinin bu nevi hakikatleri dahi; bizi meşverete, şahs-ı maneviyeye ve muhabbet fedaisi üslubuyla tesanüde mecbur ediyorlar.

Risale-i Nur’daki “uhuvvet, ihlas, lahikalar ve müdafaat” bahislerini nazara alarak yeniden tahkik ile tahlil ettiğimizde, Üstadımızın ağabeylerle  fevkalade muhteşem  bir meşveret sistemini tatbik ile ders verdiklerini görüyoruz. Nurlardaki  çok açık ve sağlam delil ve örneklere rağmen, meşveretin neden doğruca işletilemediğinin sebeplerinden kısaca bahsetmiştik. Fakat; saltanat ve komite istibdadının kısmen ferasetlerimize perde çekerek, nurcuları zaman zaman    gaflete düşürmesi, hem tasavvuf ve  klasik medrese geleneğinin  dışımızdaki cemaatleri hala tesiri altında tutması ve nihayet ( buradaki ferdiyetin manevi istibdadından nurcular da etkilendiler) her biri farklı renk, koku ve duruş sergileyen  Üstadımıza mülaki olmuş ağabeylerimizin  nurcuları öbek öbek etraflarına toplamaları gibi çok sebepler; Nur talebelerinin kendisinden bîzar oldukları  şu sıkıntılı hali netice verdi. Süreç, Üstadımızın izah ettiği gibi işledi. Önce kendileri Darü’l-Beka’ya irtihal eylediler, sonra çok güvendiği ve nur meşrebini teslim ettiği ağabeylerimiz… Sonra, onlara bağlı temayüz etmiş, fakat Üstada mülaki olamamış ağabeyler… Gördüğünüz gibi nurlardan istifade ile ferdiyetle temayüz edenlerin bir kısmı gidiyor, kalanları da;  şahs-ı maneviyelerine dayanan düşmanlarımızca, entrikalarla itibarsızlaştırılıp acınacak hallere sokuluyorlar. Şu süreç de; şahs-ı manevi havuzunda  eriyemeyenlerin  veya onun kalesine  sığınmayanların  düşmanca imha edileceğini haber veriyor.  Bu hal de, bizi “şura ve meşveret-i şeriyyeye” mecbur kaldığımızı göstermiş olmalı.

İster globalleşme hakikati, ister dünyamızın -Kur’an’ın ifadesiyle- bir köye dönüşmesi veya isterseniz komünikasyondaki mucizevi gerçekler diyelim, düşmanın teçhiz olunduğu silahları kullanmayanların mağlubiyetleri kaçınılmazdır. Hürriyetçilik, liberalizm, serbest ticaret veya individuel hürriyet perdesi arkasında, dünyanın tüm sosyal yapılarının kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş “ ahir zaman fitnesine” karşı vazifeli olan Kur’an şakirtlerinin galip gelmeleri için, Üstadın Risale-i Nur’da gösterdiği tüm metotları yeniden incelemeleri gerekiyor.

Üstadımızın meşvereti, “benden daha iyi bir Üstad“ olarak tarifi hakikattir. Avrupa ve Amerika’da; sıradan insanların en çetrefilli idarelerdeki başarıları, bu sırdandı. Oralardaki zındıka komiteleri de bu sırr ile hareket ediyorlar ve azıcık bir kuvvet ile, kendilerine bağlı bir kaç münafıkla Âlem-i İslâm’ı bunaltıyorlar. Üstadımızın her hafta okumamızı tavsiye ettiği 21. Lema’daki prensipler, meşveret sisteminin müşahhaslaşması sayılır. İkinci Düsturdaki “sırrın sırrını” başarmamızı isteyen Bediüzzaman, karşımızdakilerin bu gerçeğe çalışarak ulaşmakta olduğunu, bize açıkça söylemiyor… Ta ki ümidimiz zayıflamasın. Bu “ sırrın sırrı” yalnızca nurcuları değil, Kur’an adına global dinsizliğe karşı çalışan tüm dini cemaatleri şiddetle alakadar ediyor, kanaatindeyiz. Seriüsseyr makamına çıkarılmış kuşaklar olarak, teknolojinin bize takdim ettiği nimetleri bu meselede de kullanmamız gerektiğini, Zübeyir ağabey izah ediyor, sohbetlerinde… Günde yirmi sayfa okumayı fazla gören ve hatta gayr-ı kabil sayanların düşmandan haberdar olmadıklarını söyleyebiliriz. Dünyadaki tüm sosyal yapıların- nurcular da dâhil- kılcal damarlarına inmiş ahir zaman dinsizliğiyle mücadelenin bir seferberliği gerektirdiğine inanabilirsek, yirmi sayfa ile iktifa etmeyiz. Muhtaçlara yardım, elektronik sayfalardaki dinsizliğe cevap ve bulunduğumuz mahfillerde Kur’an ve peygamberi temsil duygusuyla kırk sayfaya da çıkabiliriz. İşte o zaman Risale-i Nurların neresinde hangi bahsin bulunduğunu; tıbbi ve hukuki kanunları ezberleyen hekim ve avukatlardan daha ziyade ezberlemiş oluruz, inşallah.

Risale-i Nur ile içli- dışlı olan talebelerine, hiç bir fitne ferdiyet veya bireyselliği telkin edemez. Üstadımız, cüzde bulunmayan, külde bulunur, ifadesiyle de; şahs-ı manevi içinde her türlü soru ve problemlerimizi çözebileceğimizi ihsas ediyor. Madem ki, ahir zaman dinsizliğini temsil eden Deccaliyet ve Süfyaniyet hareketleri kendi havuzlarında enaniyetlerini- bir türlü- eriterek şahs-ı maneviye bürünerek Kur’an talebelerine hücum ediyorlar, öyle ise Kur’an şakirtleri de; Şahs-ı Maneviyi hakim kılmak, şura ile hareket etmek ve global  düşmanlarına dünyanın yedi kıtasında meydan okumak üzere; Risale-i Nur’daki bu hakikati gerçekleştireceklerdir. Bu nurani hareketin inşaa ve tahakkuku hususundaki meselelere gelecek yazımızda inşallah devam edelim.

Benzer konuda makaleler:

5 Yorum

  1. Şahsımanevi, şura,meşveret gibi cemaatimiz için hayati olan konuların yoğunca işlenmesinde büyük faydalar var. Euronuru ve yazarımızı tebrik ediyorum.

  2. Yazınız bana Şûrâ 38.ayeti hatırlattı. Cenabı Hak orada:”Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazi dosdogru kilarlar. Onlarin isleri de kendi aralarinda bir istisare iledir. Kendilerine verdigimiz riziktan onlar Allah yolunda harcarlar.”yukarıdaki ayet namazdan hemen sonra şurayı emretmesi yazınızı teyid etmektedir.Ayrıca sonradan müslüman olmuş, ünlü fransız filozof Roger Garaudy’nin” Bundan 300 yıl kadar önce de müslümanlar namaz kılıyordu şimdi de kılıyor.
    Ama 300 yıl önce, Pasifik’ten Atlatik’e kadar dünyaya hâkimdi, şimdi ise sürünüyor.
    Namazda bir değişiklik olmadığına göre, müslümanlarda bir değişiklik var.”Ayrıca üstadımızın ifade buyurduğu ve Yeni Asya’nın da logosunda yer alan “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır’ Bu hakikati ne kadar veciz ifade ediyorlar. Bizlere bu hakikatleri tahattur ettiren yazınıza müteşekkiriz, devamını büyük bir merakla bekliyoruz. En kalbi selam ve dualarımız ile…

  3. Bireyden en dış çepere kadar bu mesele anlaşılsaydı, ittihadı İslam çoktan gerçekleşirdi.

  4. Çok güzel hakikatleri nurlardan dillendirmiş siniz. Rabbim okuyup anlamayı nasip etsin.

  5. Tamda olma ihtiyacimiz olan bir mesele ele almışsınız Allah razı olsun,Nasrettin hocaya sormuşlar dünyanın merkezi nerede diye ayağımın altına demiş . Çare uzakta değil üstadın sistemini anlamak ve tatbik etmek bunun içinde okumak dediğiniz gibi. O zaman herşey kendiliğinden yoluna girecektir. Değil mi ki kâinatta kemale meyil var bizde fitraten bunu istiyoruz.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*