Galibiyet ve mağlûbiyet

Galibiyet, her zaman kazanmak anlamına gelmez. Mağlûbiyet de, her zaman kaybetmek anlamına gelmez. Bazı mağlûbiyetler, müstakbel kazanımların yollarını açarlar.

Tarih boyunca, hakkı hak bilip hakka ittiba edenler, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinab edenler, çoğu zaman mahrûmiyetler ve yokluklar içinde kıvranarak, baskılara ve tehditlere maruz kalsalar da; ihlâslı, istikametli ve haklı duruşlarından asla taviz vermemişlerdir. Şairin, “galibtir bu yolda mağlûp” şeklindeki nükteli hükmünü yaşayarak göstermişlerdir.

Bu zamanda, hizmetin temel taşlarından biri, belki de en önemlisi; ferdin kendi vazifesini yaptıktan sonra, neticesi ne olursa olsun üzerinde durmaması, yani vazifesini yapıp, İlâhî vazifeye karışmamasıdır.

Yeni Asya’nın, yayın hayatı boyunca, böyle ihlâslı bir duruşu sergilediğine milyonlarca şahidi vardır. Hadiseler ve gelişmeler de hep buna şahitlik etmiştir. 12 Eylül’ün en baskın dönemlerinde kaç defa kapatılmasına rağmen, başka isimler altında cesur ve hürriyetperver yayınına devam etmiştir.

Bediüzzaman’ın; iman, hayat ve diyanet sahasındaki Kur’ânî beyan ve ölçülerini hayata geçirme ve geniş kitlelere aynıyla, orijinalitesini koruyarak intikal ettirme yolundaki neşriyatını sürdürmüş ve aynı kararlılıkla sürdürmeye devam etmektedir. Üstâd’ın siyaset âlemindeki beyanlarının; konjonktürel gelişmelerin ve farklı siyasî argümantasyonların aleti olmasına da müsaade etmemiş ve hiçbir zaman müsaade etmeyecektir. Hem de neye ve kimlere rağmen?

Evet, maalesef; Üstâd’ın, şaşmaz ölçüler ve şablonlar içindeki siyasî ve içtimaî beyanlarınının getirilip, kerameti kendinden menkul yeni yetme siyasî yapılanmalara yamanarak, o köksüz ve akıbetsiz yapılanmaların payandası, âleti yapılmasından içtinab edilemiyor. Ama şükür ki, Yeni Asya vardır. Cenâb-ı Hak ebeden razı olsun ki, Zübeyr Ağabey, o hakikatbîn nazarıyla bu günleri görmüş, Üstâd’ın yaşayan hizmetkârlarını da yanına alarak meşveret sistemini kurmuş, Külliyat’tan Beyanat ve Tenvirler’i ve Hizmet Rehberi’ni hazırlamış ve matbuat âleminde böyle bir gazetenin lüzumunu idrak etmiştir. Yoksa halimiz ne olurdu acaba?

Bakın şu hale ki, bir mü’min diğer bir mü’mine mesaj atarak, “tercihini bu yönde kullanmazsan, senin Müslümanlığından şüphe ederim” diye pervasızca yazabiliyor. Herhangi bir partinin “din” yerine ikame edildiği hangi kitapta, hangi fıkıhta, hangi ilimde ve hangi dünya görüşünde vardır?

Kaleme alınışı itibariyle, bu bir 31 Mart yazısıdır. Türkiye’de, 30 Mart 2014 Mahalli İdareler seçimi geride kaldı. Sonuçlara ve tabloya bir itirazımız yok. Yaşasın demokrasi, diyoruz. Hatta bu seçimde bazı ilkler de yaşandı. Bir ilçenin belediyesi TKP’li bir başkana emanet edilirken, bir başka ilçenin belediye başkanlığını Süryanî bir bayan kazandı. Demokrasi işte budur. Türkiye’deki etnik, fikrî ve kültürel mozaik de buna müsaittir.

Her neyse, şöyle veya böyle bir seçim daha geride kaldı. Lâkin acımasız, ayrıştırıcı ve bölücü dil de geride kaldı mı? Sayın Erdoğan’ın balkon konuşmasına ve muhalefetten gelen tepkilere bakılırsa, hayır!

Hele ki, sayın Başbakan’ın, partililerin seçim çalışmalarını, bir İstiklâl Mücadelesi olarak ilân etmesi, “Yeni Türkiye’nin İstiklâl Mücadelesine sahip çıktınız” ve (‘Çanakkale geçilmez’ dercesine) “Türk Milleti geçilmez” gibi beyanları; mahallî idareler seçimlerinin nasıl bir ideologyaya büründürülerek, oyların kotarıldığını göstermeye yetiyor. Yani % 45,5’lik bir kesim, oylarını sadece mahalli idareler için değil, aynı zamanda “İstiklâl Mücadelesi” için kullanmışlardır. Ya ötekiler?
Acaba devlet imkânları da seferber edilerek, böylesi telkinlerle elde edilen sonuçlar “galibiyet” göstergesi olabilir mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*