Garip yaşamak

Garip kelimesi, “kimsesiz, zavallı, acınacak durumda olan, derbeder” gibi anlamlara gelmekle beraber, daha çok “gurbette olan, memleketinden uzakta yaşayan” anlamında kullanılmaktadır. Böyle baktığımız zaman herkes gariptir. Zira bu dünya insanın gurbeti, ahiret yurdu ise asıl memleketidir.

Bu dünya gurbettir de, bir de gurbet içinde gurbet vardır. Belki de “acınacak durumda olanlar” mânâsı, gurbet içinde gurbeti yaşayanlar için daha uygundur.

Doğup büyüdüğü yerlerden uzakta, akrabalarından, dostlarından ve sevdiklerinden ayrı, bu ayrılıktan dolayı gönlünde hasretlik ve hüzün eksik olmayanlar gerçekten garip insanlardır.

Garip insanların gönlünde ve kalbinde hüzün eksik olmaz, ama bu o kadar da kötü bir şey değildir. Hatta tatlı bir hüzün, insanı geçici dünyanın faydasız meşguliyetlerinden ve sonu elem olan fâni sevgilerinden kurtarır. Kalbi hakiki sevgiye ve bâki âlemlere yöneltir. Ruhu âlî makamlara çıkartır. Bu dünyada garip olan, öbür dünyada Rabbine “karîb” (yakın) olacaktır İnşâallah. Böyle baktığımız zaman gariplerin acınacak durumda değil, gıpta edilecek bir halde olduklarını görürüz.

Hz. Ömer (ra) şöyle rivayet etmektedir: “Allah’ın Resulü (asm) iki omzumu tuttu ve buyurdu ki: ‘Dünyada garip bir yolcu imiş gibi yaşa, sabaha ulaştığında akşamı bekleme, hastalığın için sıhhatinden ve ölüm için hayatından istifade et. Vaktini boşa geçirme.’”

Peygamber Efendimiz (asm) kendisi de böyle yaşamıştı ve bizlere de “garip bir yolcu gibi yaşamayı” tavsiye etmişti. Demek ki garip yaşamak güzel bir şeydi. Şerefli ve haysiyetli bir hayat biçimi idi. Nitekim Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de, iman hizmeti için doğduğu yerleri, akrabalarını, dünya zevklerini, şan ve şöhreti terk etmiş; gurbet içinde gurbetlerde, zindanlarda, hapishanelerde, sürgünlerde geçen çileli bir ömrü tercih etmiştir. Yani, o da garip yaşamıştı… Zarurî ihtiyaçlarının dışında eşya ve kıyafet edinmemiş, iktisattaki bereket sırrı ile geçim sıkıntısı hiç yaşamamıştı.

Garip yaşayanlar veya yaşamaya çalışanlar olduğu gibi, onları hor ve hakir görenler de vardır. Bunlar “garip” bulduklarını ezmeyi, onlara tepeden bakmayı marifet sayarlar. Menfaatleri söz konusu olduğunda ellerinden gelen yaltaklığı ve dalkavukluğu yapmaktan geri durmazlar. Hak hukuk bilmedikleri için, “gariplere” istedikleri haksızlığı yaparlar. “Garipler” de onlarla muhatap olmayı dahi onların seviyesine inmek kabul ettiklerinden haklarını ve intikamlarını almanın peşine düşmezler. “Benim derdim dünya ile veya şahıslar ile değil” deyip yollarına devam ederler. Öylelerine karşı öfke duyarak karşılık vermenin dahi nefsi adına olacağını ve ihlâsı kırmaya sebep olabileceğini düşünürler.

Eğer kendinizi gariplerden hissediyorsanız ne mutlu size. Buna şükredebilirsiniz. Zira, en kötüsü “garip olmamak” değil mi? Eğer garip ya da acizane garip olmaya çalışanlardan olmasaydık, biz de zalimlerden olabilirdik Allah muhafaza. Ne kadar şükretsek azdır.

Hem, keşke hakikî bir garip olabilsek… Keşke, bakış açısı ahiret yurduna uzanan ve öte âlemleri gözleyen gurbetçilerden olabilsek bu dünyada. Yani “garip bir yolcu” gibi yaşayabilsek.

Garip’in “karîbi” Cenâb-ı Allah’tır. Bundan büyük saadet mi olur?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*