Gazze veya Filistin yanılgıları…

Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin…

Çocukluğumuzdan bu yana hüzün, nefret ve isyan duygularımızı harekete geçiren kelimelerdir. Şiadan, Vehhabilerden veya siyasal İslâamcılardan yüksek sesli sloganlar halinde duyduğum ibareleri tedai ettirecek manaları Risale-i Nur’da bulamadığıma bazen şaşardım. Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân ve hadisin tanımladığı çerçevede Yahudilerle ilgili birçok meseleyi detaylıca yazdığı halde, eserlerinde yukarıda bahsettiğim duyguları tahrik edecek cümlelere rastlamadım. Sadece her yüzyılda kıtal ve tehcire maruz kalan Yahudilerin muvakkat galebelerinin sırrını, Benî İsrail peygamberlerinin makberlerine olan ilgilerine bağlıyor.

Bediüzzaman, “İspat edemediğim hiçbir meseleyi eserime yazmadım“ diyor. Kalbî  görünen meselelerin dahi mantıkî temeller üzerinde yükselmesi Risale-i Nur’un bir üslûp özelliğidir. Ahirzamanı Kur’ân ve Sünnete göre analiz eden Said Nursî, evvela iman karşıtlarının özelliklerini açık ifadelerle belirtiyor. Globalleşen iman ve küfür mücadelesinde devletler ve milletler arası mücadelenin yerini sınıflar arası savaşa terk edeceğini ta 1919’larda haber veriyor. Yani düşmanımız toptan bir Avrupa ve Amerika olmadığı gibi, münhasıran İsrail de değildi. Semavî dinlere karşı organize olmuş küresel güçlerin, sanallaşan sınırları, siyasî kadro hareketlerini, devlet kurumlarını aşarak toplumun sosyal hücrelerine kadar nüfuz edeceğini haber veriyor ve mahkeme müdafaalarında ispat ediyor.

Filistin kimin meselesi?

Filistin dâvâsı yalnızca Arapların, İranlıların ve Türkiye’deki siyasal İslâmcıların omuzlarına mı, yoksa başta AB, ABD, Rusya ve dünyanın diğer kıt’alarında İsrail zulmünü izleyen Hıristiyan ve hakperest insanların da omuzlarına mı havale edilsin? “Gazze’yi merkezî Filistin’den biz ayırmadık” diyenler çıkabilir. Peki, Gazze’nin Kudüs ile olmazsa olmaz ittifakı için ne yapıldı? Enver Sedat düşmanlığı İhvan’a birşey kazandırmadığı gibi,Yaser Arafat’ın Hıristiyanları da kapsayan projesinden ayrılınması da Filistin’e felâket getirmiştir, kanaatindeyiz. On seneye yakındır dökülen kanların ciğerlerinizden aktığını düşündüğünüzde, sun’î karagözlülüğün ne kadar kötü bir haslet olduğunu daha iyi anlarsınız. Efkâr-ı amme önünde İsrail’e veryansın ederken; ticarî, askerî ve istihbarat birlikteliklerde zirveye yükselmek ne anlama geliyor? Keza tesis ve limanlarımızın İsrailli ve Batılı Musevîlere satılmasına tepki gösteren vatanperverleri sermaye ırkçılığıyla suçlamak, şark kurnazlığıyla da ifade edilemez…

11Eylül’den sonra neocon ve neoliberal kimlikleriyle ortaya çıkan global devrimcilerin enstitülerinde olup bitenleri dikkatlice takip edenler, bu bölgeye barışın gelmesinde Mesihî Avrupa’nın üstleneceği misyonu da fark edeceklerdir. Hal böyle iken, bir taraftan ikinci ve bozuk Avrupa ve Amerika’daki global çatışma merkezleriyle ittifak içinde çalışıp diğer taraftan İsrail’e esip gürlemek tuhaf kaçıyor.

Bu noktada Bediüzzaman’ı tasdik edercesine Kudüs-ü  Şerif’e özel statü isteyen XVI. Benedikt’e kulak vermemiz, semavî dinlerin kıblegâhı olan Filistin’i Hıristiyanlar başta olmak üzere bütün insanîyetperverlerle birlikte çalışarak barışa kavuşturmamız gerekiyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*