Geçmise mektup

Ahhh Elmas nine ahhh… Sen gittin gideli dünya ne hale geldi?

Nasıl başlasam, nereden başlasam bilemiyorum? Her şeyler o kadar değişti ki…

Önce yollarımız değişti. Tozlu ve taşlı yollardan, karada, havada, denizde çeşitli yollar yapıldı. Hani eskiden söylediğiniz: “Yollar seni gide gide yoruldum /

Ayağıma diken battı gül sandım” türküleri var ya? Sadece sözlerde ve sazlarda kaldı. Dünyanın bir başından bir başına bir günde ulaşır olduk.

Binalarımız değişti, yediklerimiz değişti, içtiklerimiz değişti, giydiklerimiz değişti.

Şimdi sen öbür âlemden gelsen, kendi evini bulamazsın. Bahçeli mahçeli evler o kadar az kaldı ki! Sekiz katlı, yirmi katlı, yüz katlı binalar meydana geldi.

Günübirlik konuştuğunuz komşular sizler ile beraber gittiler. Aynı binada oturan insanlar birbirleri ile hiç tanışmadan ve selâm vermeden hayat geçiriyorlar.

Artık öyle mahalle bahçesinden su çekmek gibi zahmetler yok. Çeşmeler evlere geldi nine. Mutfakta, tuvalette, banyoda devamlı çeşmeler var.

Gece artık yatsıdan sonra vurup kafayı yatmak yok. Elektrik var, elektrik. Her taraf ışıl ışıl.

Öyle odun ve tezek kullanmalar bitti. Borular ile ocaklara gaz geliyor gaz. Ne tandır ne de ateş ocakları… Artık evlerde ekmek ve çörek yapma devri kapandı. Ekmekleri fırınlardan ve marketlerden alıyoruz. Eskiden hani sizler bağ ve bahçelerde çalışıp, gelirken çılı çırpı getirirdiniz. Şimdi her şey büyük marketlerden alınıyor. Bakkal Ahmet ağa, Bakkal Hüseyin efendiler tarihe karışmak üzere.

Haa unutuyordum; evlerde dam ve samanlıklar falan yok. İnekler ve koyunlar sadece köylerde kaldı. Yağımızı da, sütümüzü de, yoğurdumuzu da para ile alır olduk.

Sakın heyecanlanma. Zaman değişti, asır başkalaştı. Artık yeni gelinler gelinlik falan yapmıyor. Kaynanalık tarihe karıştı. Ne eski gelinler var, ne de eski kaynanalar. Boşanmalar gittikçe artıyor. Resmî ve özel yerlerde artık bayanlar da çalışıyor.

Gençlerin bir çoğu bu yüzden işsiz geziyor. Hâl böyle olunca, öyle on çocuklu, beş çocuklu aileler artık o kadar azaldı ki! O zaman evdeki işler bakıcılara kaldı. Çocukları onlar ve kreşler büyütüyor.

Ahhh nine ahh. Geçimsizlikler arttı. Eskiden evin beyine saygı ve sevgi vardı. Evin beyinden de onlara saygı ve sevgi vardı. Şimdi öyle korkunç şeyler oluyor ki, bunları anlatıp seni ağlatmayayım.

Şehirlerin ve ilçelerin en merkezi iş yerlerini, faizle iş yapan bankalar doldurdu. Sizler eskiden faizden yılandan akrepten çekindiğiniz gibi çekinirdiniz.

Açık–saçıklık olağan hale geldi.

Deccallar çıktı, süfyanlar çıktı.
Başörtülü olmak resmî yerlerde suç haline geldi.
Sorma nine.
Ayasofya’yı kapatıp müze yaptılar.
Bir zamanlar ezanı bile yasakladılar. Ezanı aslına çeviren başbakanı ve bakanlarını astılar.

Kaç defa ihtilâl yaptılar.
Milletin malını-mülkünü soyanları mı sorarsın? Yecüc ve mecüclerin bu zamandaki hainleri anarşistleri mi sorarsın? Gözü dönmüş hainler masumlara hiç acımadan ortalığı kan gölüne döndürüyorlar.

Padişahlık da kalktı nine. Bütün aileyi de ülke dışına sürdüler.

Artık üç kıt’ada toprakları olan bir ülke değiliz. Sadece Anadolu bizde kaldı. Onu da zor kurtardık.

Sonra başımıza bir dehşetli belâ geldi: Haçlı zihniyeti temsilcileri ülke dahilinde kendilerinden daha zararlı kimseleri bulmakta güçlük çekmediler. Lozan’da kararlaştırılan haince planlar bir bir uygulanmaya başlandı.

Asırlar öncesinden Peygamberimizin (asm) bildirdiği “Hz. Âdem Aleyhisselâmdan kıyamete kadar gelen fitneler içinde en büyük fitne deccal ve süfyanın fitnesidir” hakikatini bu asırda ve zamanımızda yaşar hale geldik.

Neler gördük neler nine, anlatmak ile biter mi?
Dini yasakladılar, Kur’ân’ı yasakladılar, hacca gidişleri yasakladılar.
Sonra bir nurânî simanın ismini duyduk:

“Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim“ diye söze başladı.

Ve devam etti:

“Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i hakikat varken başka bürhan aramak aklıma zaid görünür”

“Elde Kur’ân gibi bir bürhan-ı hakikat varken münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?” diyordu.

Bu ses bütün olumsuzlukların arkasından bir güneş gibi doğmuştu.

“Bizler öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki; güneş gibi parlak, cennet gibi güzel, saadet-i ebediye gibi şirindir” diyerek bütün âleme meydan okudu.

“Saçlarım adedince başlarım olsa ve her gün biri kesilse hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu baş size eğilmeyecek” diyordu.

Tabiî bu sözler karanlık kalpli ve vicdanlı insanları oldukça rahatsız etti. Zehirlediler, sürgünlere yolladılar, hapishanenin kalın duvarlarının arkasına hapsettiler. Ama başaramadılar.

Bu hakikati duyanlar fevc fevc ona koştular. Altı bin sahifelik bir Külliyat meydana geldi.

Adına “Bediüzzaman” denildi bu zatın. Dünyasını zindan etti düşmanları. Ama o bütün engelleri aştı. Milyonlarca talebeyi seyyar üniversitelerde yetiştirdi.
Bir çok şey değişti, ama insanın emelleri ve arzuları değişmedi.

Hakikatleri yaşamak ve sebat etmek çok pahalıya düştü nine.

Cenâb-ı Hak son manevî ordusunu gönderdi. Onu hizmet bilenler, bu meşgalelerini her şeyin üstünde gördüler. Kıyamete kadar da böyle devam edecek inşaallah.

İşte böyle nine. Seni çok üzdüm. Fakat kederlenme. Bu dünya böyledir. Allah Gafuru’r-Rahim’dir. Kullarını sahipsiz bırakmadı. Birçok hakikat kahramanları yetişti. Nice asil gençler, nice masum kızlarımız, nice fedakâr hanım kardeşlerimiz bu hakikatin bir ferdi oldular. Son Osmanlı kırk milyon idi, şimdi seksen milyona doğru koşuyoruz.

Bu kadar malûmat yeter nine. Geleceğimiz iyi olacak inşaallah. Zira şu sözü ‘Rüyada bir Hitabe’de bahtiyar heyet söylemişti:

“Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür seda İslâmın sedası olacaktır”

Buna bütün kalbimiz ile inanıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*