Geçti yine bir yıl!

Nedense karşılamaya hazırlandığımız yeni bir yıla bakmak yerine, hep giden yıla hayıflanırız.

Yine bir yıl uçuverdi elimizden, yine bir yıl kayıverdi dilimizden!..

Sonra bir yılı daha geride bırakmanın telâşı içinde muhasebeler yapılır.

İnsanlar, devletler, hükümetler, cemaat ve cemiyetler, şahsî ve tüzel kişilikler ve hakeza…

Bilhassa bir alanda derin muhasebeye her an ihtiyaç duyarız.

Risâle-i Nur’u; Kur’ân-ı Azimüşşan’ın manevî mucizesi, dertlerin devası, hastalıkların tabibi ve belaların dafii kabul ederek imana ve Kur’an’a yönelmek.

Müslümanların birlik ve beraberliğine, insanlığın kurtuluşuna, en başta da kendi nefislerimizin ıslahına çalışa çalışa hesaba hazırlanmak.

Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ikramıyla büyük bir dâvanın ve mukaddes bir mesleğin takipçileri olarak yol alabilmek.

“Kâmil bir şahs-ı manevînin azaları ve Ümmet-i Muhammed’i (asm) sahil-i selamete çıkaracak olan bir gemide çalışan hademeler” olabilmek.

Çoğunun evvelce birbirlerini tanımadıkları, önceden tanışanların da bu mânâda, yani Risâle-i Nur’un aşıladığı muhabbet ve uhuvvet tarzında tanışıp kaynaşamadıkları halde; şimdi tam bir tesanüd, hakiki bir uhuvvet, halis bir muhabbet bağlarıyla kaynaşabilmek.

Öncesinden tasavvur bile edilemeyecek güzellik ve ahenk içerisinde süren beraberlik.

Bu çerçevede ve bu bakışla yapılan neşriyat.. Ve bu neşriyata maddî ve manevî desteğe sabırla devam edebilmek.

Hiç sarsıntıya uğratmadan ve gittikçe kuvvetlenerek devamının temini için çalışmak, çalışmak.

İleride daha geniş çaplı faaliyetleri omuzlayabilecek kapasite ve kaliteye ulaşabilmek için bazı hususların irdelenmesi, masaya yatırılması ve neşter vurulması.

Hiç kimse kendi şahsî marifet ve kemalatına güvenerek kendisini garantiye alamaz.

Son yıllarda son hadiselerde son yaşananlar bunu açıkça gösterdi zaten.

KARA KIŞ

Kara asfalta, kara dağlara ve kara ormanlar üstüne yağan kardan sonra, hele hele yeşilin her tonu ile; sarısından turuncusuna, morundan kırmızısına kadar renklere bürünmüş çamların karla buluşmasının ne demek olduğunu; bulutlar arasından cemalini gösteren güneşle beraber, yol boyunca sıralanan ağaçlar arasından gözlerini böyle efsunkâr manzaraya çevirenler bilir.

Hele ki bu yollar, Avrupa’da konuşlanmış nurlu hizmet mekânlarına uzanıyorsa; madde ile mânânın, yer ile semanın ve dünya ile ahiretin ittifakından hâsıl olan manevî doyumsuzluğu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır.

Risâlelerdeki kış tasvirleri ve yorumları ortada dururken, kışın aleyhinde bulunmak gibi bir niyetimiz olamaz. Şu “kara” yakıştırmasını da ilk defa, kış şartlarının hizmet yolunu kesiyormuş gibi bir hava estirilmesi ânında dilimize pelesenk ettik. Sonra arabayla sekiz saatlik yola çıkıldıktan ve salimen dönüldükten sonra, anladık ki “tecelliyat-ı celâliye-i Sübhanîyenin” mazharı olan kışı karalayan ve onun aleyhinde kıştan daha şiddetli fırtına estiren bizim kendi vehmimizmiş.

Zihnen “kara kış” yazısına yoğunlaşma sürecinde, öz yurdumuzdaki ve özge olduğumuz ülkedeki kış ve kar haberlerine kulak vermekten ve nazar atfetmekten kendimizi alamadık. Gündüzünde, gecesinde nazarıma ilişen kış manzaraları, kulağıma kaçan kar haberleri oldu.

Hani vâris-i Peygamberî ve ahirzamanın manevî mimarı da acele edip kışta gelmişti ya… Hani kış perdesi arkasındaki güzellikleri gösterecek gözlüğü gözlerimize takmıştı ya… Artık ne gam!

Ve Yahya Kemal’i duyar gibi oluyorum:

“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu..”

Baharlarda buluşmak üzere!..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*