Gelene mi sevinmeli, gidene mi yanmalı?

Gölgeler kaybolur güneş batarken,
Kor gibi bulutlar ufku tutarken,
Karlı dağlar son ışığı tutarken,
Takvimden son yaprak sökülür gider.

Müstakbel cânibinden gelen yeni bir milâdî yılı daha karşılarken, eski dediğimiz geçmiş yılı da mazi mahzenine doğru yolcu ediyoruz. Her sene aynı senaryo yaşanıyor. İnsanlar yeni yıldan hep güzel şeyler bekliyorlar. Kendilerine şans getirmesini, para, mutluluk ve sağlık getirmesini bekliyorlar. Onun için de piyango adı altında kumar oyunları, eğlence adı altında sefahat ve sarhoşlukla yeni yılı karşılamak istiyorlar. Gerekçeleri de, “Yeni yıla nasıl girersen öyle çıkarsın” inanışı oluyor. Bir bakıma bu inanış doğru çıkıyor. Yeni yıla bu şekilde eğlence ve sarhoşlukla, içki ve kumarla girenler, yıl boyunca aynı şekilde yaşadıkları için ömürlerinin bir yıllık sermayesini bu şekilde çar çur ediyorlar.

Hâlbuki insan yıl sonunda hayatının geçmiş bir yıllık muhasebesini ve murakabesini yapsa, yeni yıla sevinmek yerine, eski yıla üzülmekle meşgul olurdu. Çünkü ömür sermayesinden koca bir yılın  daha eksildiğini görür, gafletle heba ettiği günlerine yanardı. Bir yıl içinde yapamadığı vazifeler, yerine getiremediği sözler ve kaçırdığı fırsatlar için pişmanlık duyardı. Yeni yılı ise, eline geçen yeni bir fırsat olarak görmezdi. Çünkü 1 Ocak’tan itibaren 365 günlük bir ömür sermayesinin garantisi yoktur.

Bediüzzaman Hazretleri, kendi nefsini muhatap alarak bizim nefislerimizi de şöyle ikaz ediyor: “Ey bedbaht nefsim! Ömrün ebedî midir? Hiç kat’i senedin var mı ki gelecek seneye, belki yarına kadar yaşayacaksın”. Demek ki her an ecel gelip, “Ömür sermayen bitti” diyebilir. Onun için yeni yılı çantada keklik olarak görmek yanlıştır. Bu yüzden de bu kadar sevinmeye, eğlenmeye, gaflet ve sarhoşlukla karşılamaya gerek yoktur.

İnsan o kadar “cahil ve zalim” ki, neye sevinip neye üzüleceğini bile bilemiyor. Yeni yıl gelirken yapılan hazırlıklara bakınca, sanki geçmiş yılın hesabını artı bakiye ile kapatmış da gelecek yılın getireceklerine seviniyor gibi bir hâli görünüyor. Hâlbuki elinden çıkmakta olan koca bir yıl var. Ömür denen binadan bir taş daha düşmek üzere. Geçip giden her saniye, insanı kabir kapısına bir adım daha yaklaştırıyor. O hâlde insan yılbaşında neyin kutlamasını yapar? Hangi kazancının sevincini yaşar?

Acaba salonlarda, meydanlarda, hattâ evlerinde televizyon başında “çılgınlar gibi” eğlenenler, ömürlerini Mevlâna Hazretleri gibi geçirdiler de ölümü bir Şeb-i Arus olarak gördükleri için mi bu kadar eğleniyorlar? Yoksa, ölümü düşünmemek, yolları üzerinde açılmış olan kabir kapısını görmemek için mi kendilerini sarhoşluğa vuruyorlar?

Gayr-i Müslimlerin ve ehl-i dünyanın yılbaşı kutlamalarını bir derece anlamak mümkün olabilir. Ama bakıyoruz, Müslüman ve ehl-i iman bildiğimiz insanlar da onlardan geri kalmıyorlar. Yılın son günlerinde alış veriş merkezlerinde ve semt pazarlarında yaşanan manzaralar, bir bayram arefesinin telaş ve heyecanını andırıyor. Yılbaşı gecesi için özel programlar, toplu eğlenceler, zengin ziyafetler tertip ediliyor. Piyango kumarı için bile fakir bütçelerden fonlar ayrılıyor.

“Yeni yıla nasıl girersen yıl boyunca öyle yaşarsın” anlayışı telkin ediliyor. Bir bakıma doğru söylüyorlar. Yeni yıla eğlenceyle, gafletle, kumarla, israfla girenler; yine gafletle, israfla fakat sonunda hüsranla çıkıyorlar. Ondan sonra da “önümüzdeki maça bakalım” dercesine ümitlerini gelecek yıla aktarıyorlar. Ama her sene aynı senaryo yaşandığı için koca bir ömür zayi olup gidiyor.

Ne var ki ömür ebedî değil. Hayat yolunun da bir son durağı var. İşte insan bu son durağa geldiğini fark ettiği anda aklı başına geliyor. Bir hastalık veya bir musibet elinin dürtmesiyle gaflet uykusundan uyanıyor. İşte o zaman gelene sevinmek yerine gidene yanmak gerektiğini anlıyor ve kalbinde şu feryadın yükseldiğini işitiyor:

“Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.” (17. Söz, 2. Makam)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*